Yasak deyince aklına ne geliyor dedim Aydan’a, Aydan bi arkadaşım, yasak mı, ne anlamda yasak dedi Aydan, bildiğin yasak dedim, genel anlamda, sigara yasağı gibi mesela, hımm biraz düşünmem lazım dedi, düşünme, şu anda aklına ilk ne geldiyse onu söyle dedim, neden soruyorsun bunu, bir anket falan mı dedi, hayır bu konuda bir yazı yazmak istiyorum da onun için dedim, yasak deyince benim aklıma hep “Kamber Ateş Nasılsın?” hikâyesi gelir dedi, Allah Allah hiç duymadım, nasıl bir hikâye, başlığı yasakla ilgili bir ipucu da vermiyor dedim, acı bir hikâyedir, ne zaman okusam gözlerim dolar, ben sana bulup göndereyim bi bak dedi.
Gönderdi.
Kamber Ateş’le öyle tanıştım, tuhaftır, hikâyede anlatılan olayın benzerlerine bizzat tanık olmama rağmen bu hikâyeyi hiç duymamıştım, belki de çok öncesinden duydum da hafızamın derinliklerinde kayboldu gitti, veya daha yüksek bir ihtimalle belki de unutmak istedim.
Yasak kavramının tanımı yerine geçebilecek bir hikâyeydi, “Kamber Ateş Nasılsın?” ve bu topraklarda hayatın ne kadar iç kıyıcı, ne kadar saçma yasaklarla karartılıp köreltildiğinin somut bir örneğiydi, 12 Eylül döneminde Mamak Askeri Cezaevi’nde yatan bir tutuklunun Türkçe bilmeyen annesinin onu ziyaretinde yaşanan iç burkucu “diyalog”u anlatıyordu.
“Tecrit günlerinden birinde Kamber'e bir mektup geldi, mektupta deniliyordu ki, önümüzdeki görüşte annen ziyaretine gelecek, annen sen içeri düştüğün günden beri; ‘N'olur, beni oğluma götürün, dünya gözüyle oğlumu son bir kez daha göreyim,’ diyerek başımızın etini yiyordu, kısmet bu görüşeymiş, getiriyoruz.”
“Kamber mektubu okudu, avurtları çökmüş, yüzüne bir hüzün bulutu kondu, yanındaki arkadaşına, ‘Annem ziyaretine gelecekmiş,’ dedi, görüşe daha dört gün vardı, Kamber dört gün önceden mahpus deyimiyle ‘görüş komasına’ girdi, hep ondan bahsediyor, Türkçe bilmediğinden dem vuruyor, ‘Allah vere de annem bunca yıl içerisinde konuşacak kadar bir şey öğrenmiş olsa,’ diyordu, annesi köyde doğup büyümüş, evlenmiş, yaşamı boyunca, zaman zaman babasının peşinde İmranlı'ya pazar için inmenin dışında, tek bir kez büyük şehre inmemiş, köyünü dünyası bellemişti, köyünün dili neyse, doğaldı ki onunki de o olacaktı.”
“Ama Mamak görüşlerinde, yavaş sesle konuşmak, el, kol, yüz hareketleriyle işaretleşmek ve Türkçe'den başka bir dille konuşmak kesinlikle yasaktı, yasak herhangi bir biçimde ihlal edildiği anda görüş kabininin her iki tarafında, giriş kapılarının önünde alıcı kuş gibi bekleyen görevli askerler, talimatlara uyulmadığını belirterek, hemen ‘görüş bitti’ diyorlar, tutuklu apar topar, görüşçüsünün gözleri önünde tartaklanarak alınıp götürülüyordu, aynı muamele görüşçüye de yapılarak kapı dışarı ediliyordu.”
“O uzun, upuzun gelen dört gece akıp gitti ve görüş günü geldi, kaldığı B Blok'ta sıcak su olmadığı için, sabahın erken saatlerinde buz gibi suyla banyosunu yaptı, traşını oldu, sıfır numaraya vurulmuş saçlarına zulasındaki esanstan birkaç damla sürdü, en temiz elbiselerini giydi. Görüşe hazır hale geldikten sonra birkaç lokma birşeyler atıştınp, tecrit hücresınin üç buçuk adımlık volta yerine çıktı. O artık durup dinlenmeksizin üç buçuk adımda bir U dönüşü yapan düşünceli bir yürüyüştü.”
“Hoparlörden beşinci kez isimler anons edildiği anda kendi ismini duydu, göz bebeklerine yerleşen sevinç ışıltılılarıyla, gardiyanın açtığı hücre kapısından uçar adımlarla çıkıp annesine koştu, Kamber yüzündeki özlem yangınıyla görüş kabinine girdi ve karşısında annesini ve kardeşini buldu, anne, önündeki tel örgüleri adeta tırmalar gibi ileri atıldı, çığlığı andıran bir sesle, ‘Kamber Ateş nasılsın?’ dedi, iyiyim, canım annem, iyiyim, kadın silme sevgi kesilen gözlerinden boşalan yaşlarla oğluna okşarcasına baktı baktı, ‘Kamber Ateş nasılsın?’ dedi, iyiyim, çok iyiyim, siz nasılsınız?”
“Kadın sustu, başını önüne eğdi, bekledi, sonra birden taa oğlunun gözlerinin içine bakarak sordu ‘Kamber Ateş nasılsın?’, Kamber annesinin Türkçeyi öğrenemediğini anladı, kardeşi yol boyunca annesine sadece bu üç sözcüğü öğretebilmişti, o da hep aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu, özlemin söze gerek duyduğu bu en yakıcı anda, ana-oğul birbirlerine seslenemiyorlardı, aralarında ‘Türkçe konuşacaksın’ emir kipli bir duvar, bir set çekilmişti, birbirlerine bakışıp duruyorlar ve anne biraz zaman geçince yeniden, ‘Kamber Ateş nasılsın?’ diyordu, oğlunun gözlerinden yanaklarına doğru, zapt edilmek istenen ama becerilemeyen, iki damla yaşın süzüldüğünü gördü anne.”
Anne – oğulun görüşme kabindeki diyalogu böyle sürüp gidiyordu, anne her “Kamber Ateş nasılsın?” dediğinde başka bir şey soruyordu aslında, sonunda görüşme süresinin bittiğini bildiren düdüğün çalmasıyla anne oğluna son kez bakıp titrek bir sesle hoşça kal yavrum anlamında bir defa daha sesleniyordu, “Kamber Ateş nasılsın?”
Kamber Ateş hücresine döndüğünde arkadaşı heyecanla soracaktı, gelen annen miydi, evet anlamında başını sallayacaktı Kamber, herhangi bir aksilik çıkmadan görüşebildiniz mi, hem de nasıl, arkadaşı kendi ziyaretçisi gelmiş gibi sevinçle Kamber’in kolunu tutup tekrar soracaktı, neler konuştunuz, neleer konuştuk neler diyecekti Kamber’in gözleri.
Dilim utanır konuşmaya.
chelikce@gmail.com