Punduna Getirilemediği Sürece Belden Aşağı Vurmak Yasaktır
Serkan Kafalı
Dini kurallarla yönetilmeyen, yani yasaları insan iradesine ve aklına dayanan bir ülkede, yasakların yazılı olan hallerinden ne kadar esneyebileceği, o ülkede rasyonalitenin ne kadar yerleşik olduğunu gösteren en önemli işaretlerden biridir.
Basit bir örnekle başlayalım. Türkiye’de trafikte araç kullanan herkes, park yapılmaz levhasının tek başına bir şey demek olmadığını, ülkenin yazıya gelmez yasaklar evrenine hakimiyeti neticesinde, bilir. Yazılı kanunlara göre bu levhanın olduğu yere park ederseniz, trafik cezası yersiniz, üstüne bir de arabanız çekilebilir, ki bu işlemin ücreti de yine cebinizden çıkar. Ancak Türkiye’de işler biraz daha karmaşık ilerler. Bazı yerlerdeki park yapılmaz işaretleri, külliyen yok hükmündedir, bir biblodan fazlası değildir. Bazı yerlerde ise yasağın eşref saatleri vardır, bunlar da o mahallenin yerel kültürüne içkindir. Oraların insanıysanız o levhanın altına başınıza iş açmadan hangi zamanlarda arabanızı bırakabileceğinizi, zaten, bilirsiniz. Bir yasağın ne zaman cidden yasak hükmünde olacağına, ne zaman da görmezden gelinebileceğine, bu ülkede, bahsi geçen mevzuyla ilgili iktidarın kendisinde olduğunu hisseden kişi ya da kurum, tereddütsüzce karar verir.
Daha ciddi örneklere geçersek, toplumun şiddetle ayıplayacağı, yüz kızartıcı, ya da ahlaki, milli “hassasiyet”lerle fena halde çelişen bir eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen bir kişi, büyük bir gönül huzuruyla linç edilmek istenebilir, ona ait mallar tahrip edilebilir, bu işlere haklılığından şüphe duymayarak kalkışan gruba polis hiçbir şekilde cezai işlem de uygulamaz; sadece sakinleştirmeye odaklanır. Bu linçten nasiplenen, milli kırmızı çizgilerimizle çelişen bir görüşe dair bildiri dağıtan gençler de olabilir, bir çocuğu kaçırmaya yeltenirken yakayı ele veren bir kişi de; tarife aynıdır. Kamu huzurunu bozacak davranışlar yasakken ve travestilerin bakkal gitmeleri dahi bu kapsama geniş bir keyfiyetle ilave edilebilirken, konvoy oluşturup, susmayan kornalar eşliğinde ve trafiğin canına okuyarak askere arkadaşları gönderenlere haşa ses çıkartılmaz. Anayasasında devletin dilinin Türkçe olduğu yazılı bir ülkede, devlet televizyonundan Kürtçe yayın yapılabilir, 367 kararı gibi bir garabete imza atmış Anayasa Mahkemesi’ne, bu gelişmeden hazetmeyeceği çok aşikar olan kesimlerden bir başvuru, ne hikmetse yapılmaz.
Örnekleri çoğaltmak mümkün; ancak bu tavırda incelikli bir yan da var. İktidarın sopası olarak belirgin bir işlevi olan yasakların uygulamasında, yazılı olanın dışında muğlak bir alan yaratmak, küçük ya da büyük iktidar odaklarına benzersiz bir manevra alanı yaratır. Bu keyfiyet alanı, kanaat önderliği ve toplum mühendisliği çalışmaları için son derece bereketli topraklardır. Kamuoyuna mesaj, yani iktidarın tahammülünün sınırları hakkında en kıymetli bilgiler bu alanda yapılan tercihler üstünden verilir.
İşte böyle bir noktaya gelindiğinde dil basit mesajlar, keskin jestler ve çiğ sembollerle sınırlanır. O yasağın yazılı olmayan muğlak alanında varolmak, bu dili münasip, usturuplu ve mahir, ama en nihayetinde bütün derinliğinden yoksun olarak kullanabilmeyi gerektirir. Çünkü bu dünyanın aktörlerinin düşünceyle, isyanla, yenilikle, anlamla, insanla işleri yoktur. Kötü aydınlatılmış, izbe bir spor salonunda kurulmuş ringde, hiçbir zaman dünya üstünde kayda değer bir anlam kazanamayacak, çakal ve kıyıcı boksörlerin ucuz ayakoyunlarını izlerken, milyonlarca insan, heyecanlanırmış gibi yapar.
werelone@gmail.com