Gökyüzünden içeri, Mikroskoptan dışarı


Zeynep Çelen
Çocukken gökyüzüne bakarak dua ederdim. Dizlerimin üzerine çöker miydim hatırlamıyorum, ama o dönemde Amerikan dizileri çoktu, belki de çökerdim. Kalamış’ta, sekizinci kattaki apartmanın camından azıcık yukarı bakarken geçen bulutları ve onların ardındaki hayali Tanrımı çok net hatırlıyorum. Sanırım Tanrı dediğim, bir insan gibiydi, ama çok daha büyüktü, görünmezdi ve yeterince iyilik ile istersem, her istediğimi yapardı.

Ben de o yüzden hazır olduğumda ellerimi açıp: sağlık, uzun ömür ve para dilerdim. Dilendiğim şey gökyüzündeydi, dileklerim ise bana ve diğer yeryüzünde sevdiklerim içindi. Beden dilim televizyondan ve etrafımdaki kişilerden gördüklerim ve taklit ettiklerimdi. Tanrı yukardaydı. Her çocukluk hatıram gibi, sekiz yaşındaydım. Sağlıklı ve maddi sıkıntı (8 yaşında anladığım kadarıyla) hissetmediğim her gün, olanların dua ettiğim için olduğunu bilir, devam etmesi için ertesi gün tekrar camın önüne giderdim.

Bugün ise, mikroskopun deliğinden içeri bakıyorum. Bir şey dileyecek kimsem kalmadı, dileyecek bir şeyim de… Çünkü baktığım delikten içeride gördüklerimi aklım hayalim almıyor.

O zamanlarda hayalimdeki Tanrı o kadar küçüktü ki. Aklım hayalim alıyordu: iyiydi, insanları iyiliğe göre yargılardı, ödüllendirirdi, cezalandırırdı, bir şeyler tasarlardı, aynı eşya veya bilgisayar tasarımcıları gibi. Halbuki bugün, mikroskoptan içeri baktığımda, hiçbir canlının, hiçbir zihnin tasarlayamayacağı, aklın hayalim alamayacağı cinsten karmaşık, bilinmez ve büyüleyici bir varoluş yattığını anlıyor gibiyim.

Bir sinir hücresi hayal edin, ta belinizden, dizinize kadar uzanıyor, incecik, gözle göremeyebilirsiniz. Tek bir hücre! (bu hücreden binlerce var) Hücrenin merkezi bedeniniz kadar büyüse, ucunun ulaştığı yer 90 km ötesi olurdu… Ben 90 km ötesini göremiyorum, ama dizime her vurulduğunda saniye geçmeden dizden bele, belden dize haber gidiyor, sonuç olarak ayağımı kaldırıyor. Bu büyülü mekanizma olduğunda refleks diyip geçiyor, sağlıklıyız diye seviniyoruz.

Halbuki o tek sinir hücresinin içi değişik proteinlerle dolu, her proteinin görevi farklı, her birinin varlığı değişik şeye yol açıyor, biraz sayıca fazla olsalar sıklaşacak iletişim, biraz azalsa, belki de hiç olmayacak. Hatta belden bacağa geri dönen iletişim iki farklı kanaldan bir bacağın üstüne bir de altına ulaşıyor, aynı anda, ikisi farklı şeyler söylüyor. Hatlar bir karşıssa bacak kasılır, hareket edemez, “anormal” oluruz. Ama karışmıyor. Doktor dize vurup, ayağı havaya fırlattığında, her şey mükemmel işlediği için, binlerce protein, binlerce sinyal, tam işlemesi gerektiği gibi işlediği için, orantı olarak 90 km öteye kadar koşulsuz, tereddütsüz ve sadakatle varoluş enerjisi hareket ediyor.

Biraz daha az bilsem, derdim ki: inanılmaz tasarım bu! Ama birinin bunu tasarladığını söylemek, aşağılamak olur benim için. Tasarlamak insana özgü, aynen cezalandırmak, ödüllendirmek, iyileri şeçmek, kötüleri yermek ve yargılamak gibi… İnsan hayal eder, çizgi çizer, lineer şekilde düşünür, konuşur. Sonunda da tasarlar, tasarımından gurur duyar… Tüm bunlar, inanılmaz sistemin ise sadece küçük bir parçası.

Mikroskoptan içeri baktığınızda gördüğünüz şey, bir hücrenin içinde: bambaşka bir gökyüzü. Akıl, hayal almaz bir evren! İnsani özelliklerin, tasarlamanın, ödüllendirmenin, karmaşık düşüncenin, zekânın ötesinde bir şey. O karmaşıklık, anlaşılmazlık, büyüleyen şey dediğim varoluşun hareketi, sinir hücrelerimde hareket ediyor, kalbimde atıyor, gözümden bakıyor, nefesi komutlayarak tüm bedenime oksijen yolluyor, tam tadında, tam ihtiyaç oranında bana bunları yazdırıyor… Size bunu okutuyor, okurken içeride yorumluyor.

Mikroskopun içine bakıyorum, bir sinir hücresi görüyorum, anlayabileceğim şey, yine o sinir hücresinin hareketinden dolayı olacak. Ben demek ki kendime bakıyorum, anlamaya çalışıyorum.
Nutkum tutuluyor.
Susuyorum.
…..
…..
…..
Gökyüzüne bakarak dua edeli neredeyse 30 yıl oluyor. Bugün ise, her nefeste, her baktığım şeyde, her hücre ile öğrendiğim yeni bilgide, bakacak tek bir yer olamayacağını, her gördüğüm şeyin koşulsuz dahil olduğunu anlıyorum.
……..
Dileyecek, dilenecek bir şey kalmadı, çünkü ayağımın fırlaması kimseden dilenmeden oluyor. Onun gibi milyarlarca şey, her an, her yerde oluyor.

Bana bir tek yapacak şey kaldı. Bu karmaşıklık içinde mükemmel hareket eden enerji beni nereye götürüyorsa oraya koşulsuz, tereddütsüz ve sadakat ile hareket etmek. Tek yapabileceğim şey, o harekete kulak vermek.

Aynı bir sinir hücresinde her saniye olduğu gibi. info@kargamecmua.org