YAYIN
E-kitap hayatımızda! Teknolojik sıçramalarla korktuk hep, basılı kitaba ne olacak diye. Televizyonla da oldu bu, internetle de. Şimdi bir de e-kitap çıktı. Bir tarafta kitaba dokunmak, kâğıdının kokusunu duymak, hışırtısını işitmek isteyenler, bir tarafta da sanal kütüphanesini genişletenler... İdefix’le başlayan e-kitap furyası dallanıp budaklanıyor. Evet e-kitap önümüze geldi gelmesine, ama onun ne olduğunu, nasıl kullanılacağını tam anlamıyla biliyor muyuz? İki aylık edebiyat kültürü dergisi Notos’un Ağustos-Eylül, 23. sayısında yer alan e-kitap dosyası bu anlamda kılavuz niteliği taşıyor. Notos’un bu sayısında, felsefeci Oruç Aruoba ile yapılmış bir söyleşi de var. ‘68 Kuşağı’nın önde gelen kişiliklerinden Hüseyin Cevahir’in Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiiri üstüne, Çocuk ve Allah kitabından çıkarak yazdığı eleştiri yazısı da edebiyat kültürüne önemli bir katkı olarak okunabilir.
6:45 bir güzelliğe daha imza atarak Bobby Henderson’un kült kitabı Uçan Spagaetti Canavarının Kutsal Kitabı’nı Türkçe’ye kazandırdı. Kitap akıllı tasarım ile dalga geçmek için kurgulanan bir dinin (pastafaryanizm); 10 Emir’den ilhamla 8 adet “Eğer Yapmazsanız Çok Memnun Olurum” maddesiyle birlikte, esaslarını anlatıyor. Tanıtım metninden: “Pastafaryanların ve doğal olarak pastafaryanizmin kutsal kitabı en nihayet ülkemiz topraklarına da nüzul oldu. Son Peygamber (şimdilik) Henderson, Tanrımızın (uçan spagetti canavarı) sözünün Türkiye topraklarında Türkçe yayımlanmasının, cennette: striptizci kızlar ve bol köpüklü taze bira ile ödüllendireceğini tahmin ettiğini açıkladı. –RAmen.”
SİNEMA
Vincent Gallo’yu severiz. Artık 50’sine gelen oyuncunun Brown Bunny’den beri de sesini güçlü duymamıştık. Gallo, Francis Ford Coppola’nın son filminin baş aktörü. Coppola 1997’de ara verdiği yönetmenliğe 2007’de kendi yazıp yapımcılığını da üstlendiği Tim Roth ve Bruno Ganz’lı Youth Without Youth ile geri dönmüştü. Yeni filmi Tetro da yine tamamıyla kendine ait.
Arjantin’de geçen hikâye, biri yazar olma sevdalısı, biri olmuş ama şimdi kayıplarda iki kardeşin buluşmaları, babalarıyla ilişkileri ve Tetro’nun (Gallo) kariyerini tekrar canladırmasının hikâyesi. Daha görmedik ama bir ne oluyor ne bitiyor bakmakta fayda var.
Dünya Kupası biteli oldu. Ortalık da futbol belgesellerinden geçilmiyor. Ama bir tanesi aralarında öne çıkıyor. One Night In Turin’in bu konuda gelmiş geçmiş en iyilerden biri olduğunu söylemek yalan olmaz. Gary Oldman’ın anlatımıyla İngiltere’nin 1990 Dünya Kupası hikâyesini anlatan yapım; hem dönemin muhafazakar İngiltere’sinin sağlam bir portresini çizerken, holiganizmin de nasıl bir bela olduğunu da tüm çıplaklığıyla gözönüne seriyor. Prömiyer Lig’in ve yeni rockstar-futbolcu kültürünün arifesinde futbolun sahiplerinin son büyük başarısını yakından izleme şansı buluyoruz. Ayrıca güzel adam Bobby Robson’ı ve şimdilerde iyice batağa saplanan Paul Gascoigne’in ne kadar harika bir topçu olduğunu da tekrar hatırlamak için biçilmiş kaftan. Müziklerse tabii ki Stone Roses, Happy Mondays ve Joy Division’dan… Futbola ilgisizleri bile cezbedecektir.
DİZİ
Alın size çocuklara göre olmayan bir animasyon dizi. Archer, Adam Reed’in elinden çıkan Frisky Dingo’dan sonra yeni bir harika. Sterling Archer, Uluslarası Gizli Haberalma Servisi’nde (ISIS) çalışan ajanlık yeteneği dışında tam bir başbelası, hani derler ya iğrenç bir herif. Annesinin patronluğunu yaptığı serviste her türlü rezilliği yapsa da diğerleri ve yetenekli güzel ajanımız Lana sayesinde felaketlerin eşiğinden dönmektedir. Hızlı diyalogları, zekice esprileri ve sürreel bir ‘80’ler atmosferinde retro mekânlarıyla dikkate değer. Gülmek de cabası.
ALBÜM
M.I.A’ya Sri Lanka’lı dememek lazım. O bir Tamil. Devlet tarafından silahla yokedilmiş bir halka mensup. Aynı Onur Öymen’in dediği gibi. O yüzden M.I.A’nın bir misyonu da var. Şu ana kadar yaptığı iki albüm de hem Arular hem de Kala beklentileri çok yükseltti ondan. Hem bu kadar popüler olup hem de bu kadar “harbici” politik olmak kolay iş değil.
Yeni albüm ///Y/ müzikal olarak beklentileri tam karşılıyor diyemeyiz. İlk iki albümdeki bütünlük burada fazla hissedilmiyor. Deneysellik belki de şimdiden girmesi gereken bir yol değil. Ancak tabii albümde bir kaç zafer anı da yok değil. M.I.A’nın müziğe katkısı önemli ve önemli olmaya devam edecek. 3. Dünya’nın da sesi olmaya devam edecek.
Dan Sartain’ı 2006’daki Join Dan Sartain albümyle tanımıştık. Zamansız bir yerlerden gelen sağlam rockabilly yapıyordu oğlan. Jack White’ın da eyvallahını alıp The White Stripes ve The Hives ile turnelere çıktı ve 4 yıl sonra yeni albümü Dan Sartain Lives ile geri döndü. Bir önceki kadar sağlam bir albüm olduğunuı söyleyebiliriz. Öncelikle müziğe çok uyan vokali, baştan sona dans ettirebilme yeteneğiyle türün günümüzdeki en yetenekli müzisyeni olduğunu kanıtlıyor. “Atheist Funeral” diye de bir şarkıya sahip albümü herkes edinmeli. Pişman olmayacaksınız.
Ani DiFranco’nun kendi çapında belli bir ağırlığı vardır ortamlarda. 2007’de Anais Mitchell’i kendi plak şirketine aldığında bu kadar çabuk bir başyapıt çıkacağını o da tahmin etmemiştir herhalde. Hadestown, 29 yaşındaki Mitchell’in 4. ve en iyi albümü. Justin “Bon Iver” Vernon, Greg Brown, Ani DiFranco, Ben Knox Miller’ın da vokallere katkılarıyla, Yunan mitolojisinden Orfeus ve Öridike’nin hikâyesini anlatan albüm hem günümüzün popüler tarzları arasında ustaca gezinişi, güzel kaydı ve vokal seçimleriyle yılın en iyilerinden. Orfeus rolündeki Justin Vernon’un da bu aralar elini neye atsa altına dönüştüğünü de tecrübe ediyoruz. Canlısını izlemek lazım. Artık DVD’den mi olur…
Steve Miller Band deyince hemen aklımıza Fly Like An Eagle albümü gelir herhalde. 17 yıl sonra yayınladıkları ilk stüdyo albümleri ise Bingo. Kelimenin tam anlamıyla. Blues klasiklerinin herkese nasip olmayacak bir enerjiyle çalındığı albümde Otis Rush, Nile Rodgers, Jimmie Vaughan gibi isimlerin şarkılarına yer verilmiş. Artık 70’ine merdiven dayayan Miller’ın dediği gibi; “Bu bir parti albümü adamım.”
Bir başka efsane Roky Eriksson’un (13th Floor Elevators) Austin’in güzelliklerinden Okkervil River ile yayınladığı True Love Cast Out All Evil da yılın en başarılı albümlerinden. Saykodelik Rock’ın babası Eriksson, kafayı kırdıktan sonra 2000’lerde geri döndüğü müzikte şu ana kadarki en içten çalışması diyebiliriz. Hele “Goodbye Sweet Dreams”…
The Coral, 2000’lerin başında ilk albümlerini yayınladığında, zamanın “The”lı grup enflasyonunda eleğin üzerinde kalan sağlam gruplardan biriydi. 2003’teki harika Magic & Medicine’den sonras ise radardan düştüler. James Skelly’nin başı çektiği Merseyside’lı grup yeni albüm Butterfly House ile hâlâ ayakta olduklarını gösteriyor. ‘60’lar saykodelia ve folkunu günümüz tatlarıyla pek güzel harmanlayan topluluğun yeni çalışmasında bolca The Last Shadow Puppets etkisinin yanı sıra The Kinks, Beach Boys ve Scott Walker bulmak da kolay. E Shadow Puppets’ı sevmedik mi? Coral ile mazimiz daha fazla.
KONSER
Tindersticks güzel albümleri Falling Down A Mountain’ı yayınladıktan sonra arayı soğutmadan tekrar İstanbul’a geliyor. Eh bu kadar seveni de her yerde yoktur herhalde. 3. kez İstanbul seyircisinin karşısına çıkmaya hazırlanan grup iki gece üstüste Babylon sahnesinde olacak.
20 - 21 Eylül 2010, Babylon
İstanbul’a U2 360 diye bir grup geliyormuş. Biz onları pek tanımadığımız için Ozzy Osbourne konserine değinelim. 3 yıl aradan sonra “Scream” isimli albümünü yaınlayan Osbourne her nekadar son 10 yılda MTV’nin katkısıyla pek sağlıklı bir karaktere dönüşmemiş olsa da o kafayla müziğine adamakıllı devam etmesi takdire şayan. Yunan gitaristi Gus G.’yi de test edeceğimiz konserde Black Sabbath da çalacaktır. Bir de ne de olsa Ozzy lan bu…
30 Eylül 2010, Kuruçeşme Arena
ETKİNLİK
JangleJam projesi, İstanbul’un “free art space” (özgür / bağımsız sanat alanı) yaratma çabasında. Farklı kültür ve disiplinleri biraraya getirmekte bir köprü işlevi üstlenen projeye şu ana kadar gelen taleplerle 10 farklı ülkeden katılacak 25′e yakın sanatçı var. Kültür Kaynaşması – Doğaçlama – Atölye başlıkları projenin temel taşlarını oluşturuyor. 1 hafta boyunca gerçekleşecek etkinlikler bu taşlar etrafında şekillenecek. Hush Hostel’in ev sahipliğinde ve Kadıköy’ün Arka Oda’sı ve KargaART’ın da desteğiyle Resim-Fotoğraf-Müzik gibi sanat atölyeleri ve performansları gerçekleştirilmesi düşünülüyor. Katılımcıların hep birlikte geçireceği hafta boyunca çalışmalar hafta sonunda ve Eylül ayının sonuna kadar Hush Gallery’de sergilenecek. Ayrıntılar için http://www.janglejamproject.blogspot.com/ adresini takip edebilirsiniz.