Yemenin Halleri


Melda Köser

A) Burası Obezistan, Burada Vize yok.
 
Hani insanlar bazen bunalır, felaket daralır, o zamanlarda kimileri restini yemeyerek ortaya koyarken kimileri de kendini yemek yemeğe adarlar. Hatta aralarından birkaçı için bu iş bir sanattır, alenen söylemeseler bile onlar kendi dünyalarının, yetenekli kimlikleridir. Fakat çoğu zaman bu durum kontrolden çıkar. Yemek yeme işi öyle bi yere gelir ki bu kişiler duygusal tepkilerini yemek yiyerek pekiştirirler. Mesela, sinirlenirler ve yemek yerler. Kızarlar, daralırlar, kinlenirler, depresyona girerler ama hep aynı tepkiyi gösterirler, yemek yemek. Sonra işin boyuttu değişir, sadece olumsuz haller değil, değerli ruh hallerini de yemek yiyerek ödüllendirmeye başlarlar.
 
Ve o an, bilinçsizce bile olsa –Obezistan’a Hoşgeldiniz.-
 
İşin enteresanı, bu tarz kimselerin yemek yemekten ileri derecede haz aldıklarını savunmaları. Oysa belki de  korkunç bir psikolojik sorunu bastırma hali durmaksızın yemek yemeğe duyulan aşk. Bana sorarsanız bu durum, kişinin bilinç altının konuşmasıdır. Bilinçaltı küçük oyunlarla, çeşitli şakalarla, yemek yedikçe tüm sorunlarını yediğini sanıyor olabilir mesela. Hani sanki yemek, mevcuttaki tüm sorunları, dertleri, tasaları, tutulmamış sözleri, sevgisizlikleri ve yerine getirilmeyen sorumlulukları da yemek oluyormuşcasına…
 
Tanrım ne hazin bir yanılgı, kişinin çare sandığı şeyle vurulması. Çoğu insanın çevresinde en az bir iki kişi vardır bu vahimiyetten nasiplenen, ben onlara şöyle derim bazen. Yeme dostum, yedikçe yiyesin gelir, hem yiyince geçmiyor.”
 
B) “Benim En İyi Dostum Bulimia, Anoroksiya” Diyenlere Gelsin…
 
B grubu, A grubunun zıttı olarak hayatını devam ettirir. Yememek, yediklerini kusmak; en az her an yemek, her şeye karşılık yemek kadar sakıncalı bir öç alma taktiğidir. İnsanlar kendilerine gol atmaktan anlamsız hazlar alıyorlar. Bulimia ve anaroksiya da bu yersiz gollere örnek teşkil edebilir gayet.
 
B grubu insanlar, etraflarında gördükleri, yaşadıkları, yaşanma ihtimali olan her şeye karşı korkularını ve tepkilerini kusarak ya da baştan yemeyerek verirler. Kimisi evde kalmaktan korkar, gramlarla ölçer beyaz atlı prensinin onu bulma ihtimalini. Kimisi ideal kadın ve erkek görüntüsünü dizilerde seçilen kişiler üzerinden yaratır ve yanılır. Kimisi Kate Moss’la aşık atmak ister. Ve bir kaçı kusarak arındığını düşünür. Yaşadıkları ya da gördüklerine karşı uyarı halleri ona o kadar ağır gelir o kadar ağır gelir ki o da kusar. Bu bir nevi psikolojilerinin ağırlığını bedenlerinde hissetmeleri gibi bir şeydir sanırım, emin değilim… Hepsi için konuşmuyorum fakat biliyorum ki bazısı, tüm terk edilme mevzuları, tüm savaşlar, tecavüzler, açlıklar, hacizler yani yeryüzünde ters giden her şeyi midelerinde barındırırlar ve kusarlar.
 
Oysa kusunca geçmeyecek, acıkanlar sen kustun diye doymayacak, hayır. Ya da sarı-beyaz ırkların göz açlığına bir son bulunamayacak. Ya da hümanist yaklaşımlara daha hümanist yaklaşmayacaklar. Hayvanlar ve çocuklar yine sahipsiz ve aç bırakılacak, fakirler yine fakir uyanacak….
 
Yani, habire yiyen de habire kusan da birbirilerini yadırgadıkları kadar yanılırlar. Buradan yediklerine haksızlık edenlere sesleniyorum, yapmayın, gerek yok. Dünya hallerini midede barındırmak kadar imkânsız ve sakıncalı bir şey daha olamaz. Kusmayın, kusunca da geçmiyor.
 
C) Yiyorum Yiyorum Kilo Almıyorum/Alamıyorum.
 
Öyleyse, yani durum buysa, o zaman en iyisi sen sus. Hele hele %70’i balık etli ve kalçalı kadınlardan oluşan, ortalama boyun 1.63 olduğu bir memlekette yaşıyorsan kesinlikle sus! Aksi taktirde oldukça fazla düşman edinecek, kem gözlere gelecek, nazarların kurbanı olacaksın…
 
Hem yiyip de kilo almamak elbette güzel, eminim metebolizmalar her dakika yeni bir rekor kırıyordur ve fakat bu günlerin yaşlılık zamanları var. Yo! Kesinlikle dilediğimden değil ama gün gelir de metabolizmaları onları yavaştan hayal kırıklığına uğratmaya başlarsa? O zaman bu cool duruşlarına neler olacak? Bu alaycı tavırları, gençliklerinin anektodlarından birine dönecek. Neyse bunlar keyifsiz mevzular. Yine de hiç süphe yok ki şanslı o yiyip de kilo alamayanlar. Aferin onlara.
 
Fakat asıl alkış sağlıklı yiyip içene. Onlar da olmasa sağlıklı yaşayanın sıkıcılığına yenik düşerdim sanırım. Keşke kendilerini gizlemeyi bıraksalar, dökülseler kalabalıklara, söyleseler yüksek sesle -ben bir salata bir de ılık su alayım- deseler. Ve biz de onlara öykünsek… Güzel olurdu, kesin olurdu…
 
D)Kortizon, Genetik Ve Diğerleri.
 
Bu grup benim şahsen en üzüldüğüm grup. Mesela kortizon kurbanları, yemek yemenin zevkini yaşayamadan Obezistan Ülkesi’ne direk geçiş yapanlarıdır. Ay yüzlü olurlar kısa sürede, tuz yemezler, onu yemezler, bunu hiç yemezler ama bir sabah bi bakmışlar ki Obezistan Ülkesi’ndeler.
 
Bir de üç kağıtçılar var. Hani her sabah o sofra senin bu sofra benim, mümkünse masayı bile yerler ama dost meclislerinde mevcuttaki kilo problemlerinin bir tek nedeni vardır, malum kortizon tedavisi!! O insanlara iki çift lafım var. Yapmayın arkadaşlar, bakın siz sabah kahvaltısını Gaziantep Sofrası’nda şenlenirken, gerçek kortizon mağdurları muhtemelen tuzsuz peynir, kepek ekmek ve şekersiz çay ile idare etmeye çalışıyorlar…
 
Sonra Genetik Mağdurlara da çok üzülüyorum. Anne tarafı şişko, baba tarafı da keza aynı, çocuk yese de şişko yemese de... Gaz vermek gibi olmasın ama ben onların yerinde olsam yerdim arkadaş, genetik dedim mi akan sular durmuyor mu? Duruyor, o zaman bende yerdim valla.
 
Neticede mevzu yemek olunca söyleyecek sözü çok olan bir milletiz. Ne güzel. Bir de doyurmayı keşfetsek harika olacak. Mesela arta kalan yemeğinizi, suyunuzu falan kapı önlerine koysak, acıkanlarla paylaşsak, tokken daha fazla doymanın hazzını da yaşarız.
 
Yazıyı bitirirken okuyana ufak bi hatırlatma yapmayı kendime borç biliyorum. Şu;
Orada bir Afrika var uzakta. Lütfen arada bir hatırla. 

meldakoser@windowslive.com