Birtakım Konular


Kerem Oğuz

Güzelin Zararlılığı: Güzel dediğin ne, önce bir adını koyalım. Yağ ve şeker. Ve türevleri. Zararlı olan ne varsa “içindekiler”de bu ikisinden birisi ya da belli oranda ikisi de var. Peki neden bunlar güzel? Çünkü yüksek kalori içeren bu gıdalar ilk çağlarda hayatta kalabilmek için azami önem teşkil ediyordu. Yağ ve şekeri bol tüketmek insanın da yağlanmasına ve zor kış şartlarına ya da uzun açlık dönemlerine dayanmasına sağlıyorlardı. Yaşamsal önem arzeden bu gıdalar yaşamak isteyen insan için elbette ki güzel olacaktı. İlk çağda brokoli çorbası içip zinde kalan insan size bir şey ifade ediyor mu? Etmesin lütfen. Pekiyi ne oldu da şimdi bu gıdalar zararlı oldu? Çünkü tabiattan koptuğumuzdan beridir hayatta kalmak için bu gıdalar elzem değil. E tatlarını da “Güzel baba bu, harika bu,” diye kodlamış atalarımız bir kere... Peki nasıl olacak? Olmayacak. Ya olduğu gibi tekrar tabiatta yaşayacağız ya da brokoli çorbası gibi şeyleri tüketirken şimdiden “Bunlar harbiden de süper lan,” diye kodlamaya başlayacağız ve iki bin sene sonra falan brokoli, kuyruk yağı ihtiva eden bir dönerden daha güzel olacak...
 
Diş Macunu Yemek: Okulda diş macunu dağıtıldığı bir gün hatırlıyorum. Diş macunu ve diş fırçası. O günleri düşününce bu olayı şöyle algılamıştım; “Devlet, sağlıklı nesiller yetişsin istiyor, bu yüzden de bizlere bu alışkanlığı kazandıracak madde yardımı yapıyor.” Ama hayır, işin aslı şöyleymiş, (PG’de çalışan arkadaşım anlattı) büyük şirketler böyle yardım paketleri hazırlayıp Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak çalışma ile okullara dağıtıyorlar ve maksat ilk defa o marka ile diş fırçası ve macunu ile tanıştırıp devamında da o markaları kullanmayı bir alışkanlık haline getirtmek. Tabii bizim memlekette böyle şeyleri oturtmak zor oluyor. Çünkü serviste eve dönerken çocuklardan birisi “Diş macunu aynı tüp çikolataya benziyor,” deyip tüpü ağzına sıkıp macunu emip yutmaya başladı. Bu salgın tüm servise yayıldı ve hemen herkes orada diş macununu bitirdi. Hasta falan da olmadık neyseki. Güzel miydi? Değildi. Ama ilkokul çocuklarına böyle bir şey dağıtmamak lazımdı belki, bilemiyorum.
 
Yemek Pişirme ve Tüketme: Bu sürecin en keyifli kısmı; şüphesiz ki pişirildiği sırada kokudan olsun, gıdaya doğrudan temas etmekten olsun, tamam birazcık da olsa pişme aşamasındaki şeylerden, küçük lokmalar olmaktan olsun, çok aç başladığın pişirme eyleminde sıra yemeğe geldiğinde o açlığın kırılmış, yeme arzunun törpülenmiş olması. Belki de o yüzden biraz da servis yaptığın insanların gözünün içine bakıyorsun “Beğenmişler mi?” diye. Sen çünkü başka bir haletiruhiyedesin artık. Bir müzisyenin besteyi yaparken aldığı hazdasın, şarkıyı dinlerkenki değil. Seni hayata bağlayan emeği verdiğin andır belki, süreçtir, yaratma arzundur. Aslında belki de bırakmalısın sen, başkaları tüketsin. Böylesi daha güzeldir senin için.
 
Kelepçeli Mideler: Bir kaç sene önce gazetede şöyle bir haber okuduğumu hatırlıyorum (isimler ve rakamlar falan komple uydurma ama olayın özü aynen böyleydi):
“Jose Marquez hapishanesinde kalan ve seri pedofili suçundan ömür boyu hapse mahkum edilmiş Pedro Jimenez cinsel organını kesip tuvalete attı ve üstüne de sifonu çekti. Hastanede yaptığı açıklamada ‘Çok mutluyum; sonunda içimi kemiren ve hayatımı bana zindan eden şeytandan kurtuldum.’ dedi.”
 
Jimenez sorunun kökenine inip işi halletmiş gibi gözüküyorsa da bence öyle değil. Nitekim kesilen uzuv burada sadece bir araç. Bilinçaltından gelen hasta, sapkın emirlere hizmet eden bir tetikçi. Jimenez’in bu konuda yapacak bir şeyi maalesef yok. Beynini oyup ya da ruhunun hasta kısmını yakacak hali yok. Toplumdan tecrit edilmemiş olsa, pipisini kullanmadan da başka şekillerde cinsel istismara devam edecek. Çünkü mesele onun sandığından çok ama çok daha derin.
 
İşte ne zaman midesine kelepçe taktıran birisinin haberini okusam aklıma Jimenez’in öyküsü gelir. Kelepçeyi taktıranın da sorunla başetme yöntemi Jimenez’inki ile aynıdır. Üstelik Jimenez’in günahkâr pipisi tekrar çıkmayacaktır ama kelepçe ile küçültülen mide, aynı yeme alışkanlığı devam ettiği müddetçe eninde sonunda büyümeye devam edecektir. Öyle zannediyorum ki “ikinci kelepçe” takma gibi durumlar da oluyor ve her seferinde yaşamsal risk de artıyor. Oldukça kısa vadeli, sorunun esasından uzak, “ben istediğim kadar yiyebileyim ama bir şekilde zayıf bir dönemim de olsun,” diyen obezit bozukluğa sahip kişilerin can simidi olan kelepçe taktırma yöntemine başvuranların, aslında bir yeme bozukluğundan öte, davranış sorunu olduğu bilincine vardırılamaz mı acaba? İşte burası kritik nokta. Kişi neden gerçekten ihtiyacının 8-10 katı yemek yer? Niçin doymuyordur? Bu soruların cevapları davranışbilimciler tarafından inceleniyor ve sorunun doğru muhatabı da, uygun tedaviyi de sağlayabilecekler yine onlar. Peki obezit bozukluğu olanlar bu kadar uzun, zor, acı dolu bir terapi sürecine girip gerçekten iyileşmeyi mi tercih ederler yoksa bir ameliyat ile küçücük hale gelen mideleri ile bir dönem olsun zayıf kalmayı mı isterler? Sanırım bu sorunun cevabı, kişinin hayata yaklaşımı ile ilgili çok önemli ipuçları verir. Sorunları defetmek mi ister yoksa dibine inip gerçekten de halletmek mi?

evrandir@gmail.com