“GDO: Çağdaş Esaret”tir!
2009 Haziran ayından sonra Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in “GDO’lu ürünler ülkemize yıllardır giriyor o halde ülkemizde de ekilmesinde hiçbir sakınca yoktur” sözleri ile ülkemiz genetiği değiştirilmiş organizmalar gerçeği ile yüzyüze kaldığı bir sürece girmiştir. O günden itibaren kulağımız gözümüz televizyon, gazete ve dergilerde takılı kaldı. Halk kendini sağlıklı besleniyor zannederken giderek artan derecede tehlikeli gıdalarla karşı karşıya kalmış olduğunu anladı. GDO’ya Hayır Platformu gönüllüleri, Ziraat Mühendisleri Odaları başkanları, Türk Tabibler Birliği Tarım, Gıda ve Beslenme Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Kenan Demirkol başta olmak üzere, duyarlı medyacılar sayesinde günde üç-beş TV kanalı gezerek kafası karışan tüketicileri, ebeveynleri bilgilendirmek için müthiş bir çaba harcadılar. Ama biliyoruz ki söz uçar! Prof. Kenan Demirkol “GDO’lar nedir? Niçin üretilir? Kime yarar sağlar? Yarattıkları sorunlar nelerdir?” sorularına yanıt aramak için çıktığı yolda oluşturduğu bilgileri GDO: Çağdaş Esaret isimli kitabında topladı. Sizi sağlıklı gıdanın yok oluş sürecinin karanlık sokaklarında dolaştıran, yüzlerce kaynakçayla desteklenmiş kitabın yazarı sevgili Prof. Kenan Demirkol ile yaptığım söyleşiyle baş başa bırakmak istiyorum. Konferanstan konferansa koşan bu saygıdeğer bilim insanıyla bir gün tanışmanızı, engin bilgisini paylaştığı benim gibi şanslı insanlardan biri olmanızı diliyorum. Yoğun emek verilerek hazırlanmış ve sağlıklı bilgilerle donatılmış bu kitapta birçok sorunuza yanıt bulacağınıza da eminim.
Ayfer Yavi: Yeni çıkan, ilk göz ağrınız GDO: Çağdaş Esaret kitabınızı öncelikle kutlarım. Sevgili Hocam tohumun genetiği neden değiştirilir, tohum neden tescil altına alınır? Neden biyoteknoloji şirketleri dünya tohumuna göz dikmişlerdir?
Kenan Demirkol: Üç sorunuzun tek bir yanıtı var: 1950’li yılların başından beri Rockefeller Vakfı geçmiş yıllarda kurmuş olduğu petrol tekelini gıda alanında da kurmaya çalışmaktadır. Tohuma egemen olunduğunda gıdaya egemen olunacağından Amerika Birleşik Devletleri yönetimi ile kol kola girmiş olan tohum şirketleri, var güçleri ile tohumu patent altına alarak onbinlerce yıldır tüm insanlığın ortak malı olan tohumları şirketlerin malına dönüşmektedir. Tohumun genetiğinin değiştirilmesi sadece patent hakkı alarak tohumları kendi ülkelerine geçirebilmek için yapılmaktadır. Bugün genetiği değiştirilmiş tohum ticaretinin % 99’u dört bitki ile yapılmaktadır: Soya, mısır, pamuk ve kanola. Bu bitkilerin tohumlarında yapılan genetik değişikliğe bakıldığında ise tohumlara ya bazı böcekleri öldürecek zehir üreten gen aktarılmıştır ya da bir yabancı ot öldürücü ilaç olan glifosata karşı bitkinin direnç kazanmasını sağlayan genetik değişiklik yapılmıştır. İkinci nesil GD tohumlarda bu iki özelliğin aynı tohuma uygulandığını da görmek mümkündür. Bu basit değişiklik sonucu tohuma patent alınabilmekte ve artık o tohum bir şirketin malı haline dönüşmektedir. ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Henry Kissinger 1970’lerin başında “Gıdayı kontrol eden tüm insanları kontrol eder,” demiştir. Patentli tohumlarla emperyalist tohum şirketleri para kazanırken bu şirketlerin işbirlikçisi ABD hükümetleri de toplumları baskı altında tutabilecek yeni bir silaha; genelde gıda ve özelde tohumlara kavuşmuş olmaktadır.
AY: GDO’lu tohumları çiftçilere kabul ettirilmesi için ileri sürülen üstünlükler nelerdir?
KD: İki gerekçe ısrarla vurgulanarak çiftçilerin GD tohum kullanması teşvik edilmektedir. Şirketler sürekli olarak bu tohumlarla daha fazla verim alınacağını iddia ederler ve bunu şirket bünyesinde yaptıkları tarla araştırma sonuçları ile kanıtlamaya çalışırlar. Ancak bazı ABD üniversitelerinin yaptığı bağımsız tarla araştırmalarında GD tohumlarla kesinlikle verim artışı sağlanmamakta olup, buna karşılık % 8’ler mertebesinde verim düşüşlerinin görüldüğü saptanmıştır. GD tohumlar hakkında tohum şirketlerinin ileri sürdüğü ikinci gerekçe ise bu tohumların bir bölümü böcek öldürücü ilacı kendileri ürettiğinden çiftçilerin daha az tarım ilacı kullanma gereksinimlerinin olacağıdır. Ancak bu iddia da doğru değildir. Çünkü her ne kadar böcek öldürücü ilaç kullanımında sınırlı bir düşüş gözlense de yabancı ot öldürücü ilaç kullanımı GD tohumların ekildiği 1996 yılından günümüze 17 kat artmıştır. Sonuç olacak çiftçiler geleneksel tohumlara göre çok daha fazla ilaç kullanarak maliyetlerini arttırmakta, üretilen besinleri kullanan insanlar da çok daha fazla tarımsal zehir yemek zorunda kalmaktadır. 17 kat fazla kullanılan zehirlerin toprağı, yeraltı ve akarsuları zehirlemesi de cabası.
AY: Bu tohumların yaygınlaşmasında GDO lobileri ve ona bağlı bilim adamlarının etkileri nasıl şekillenmiştir?
KD: Tohum şirketleri toplumların en çok bilim insanlarına itibar ettiğinin bilinci ile propaganda çalışmalarında öncelikle bilim insanlarını kendi saflarına çekme gayreti gösterirler. Bunun sonunda bazı bilim insanları bilerek ya da bilmeyerek şirketlerin maşası haline gelirler. Lobi çalışmaları çok çeşitli şekilde yapılmaktadır. İnternet, gazete, dergi aracılığı ya da eğitim bakanlıklarının etki altına alınması ile okul derslerinde GD tohumlarının üstünlüklerinin anlatılması gibi lobi çalışmaları vardır. Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi, Avrupa Birliği Komisyonu’na bağlı bir kuruluştur. Avrupa Birliği Komisyonu Brüksel’dedir. Brüksel’de onbeşbin lobi şirketinin bulunduğunu biliyor muydunuz?
AY: Lobi Şirketlerinin adetleri dehşet verici! Peki, Amerikan Başkanları’nın Monsanto gibi şirketlerle sümen altı birliktelikleri nedir?
KD: ABD başkanları ile Monsanto şirketi arasındaki ilişki oldukça açıktır. Obama dahil son dört ABD başkanı sürekli olarak Monsanto şirketinin isteklerini harfiyen yerine getirmektedir. Ölüm Tohumları kitabının yazarı sayın William Engdahl’in iddiasına göre, en az son 20 yıldır ABD’nin tüm Tarım Bakanları Monsanto şirketi tarafından yönlendirilen kilit isimlerdi. GD tohumların ürün verdikten sonra yeniden tohum vermemesi için bitki tohumlarına yerleştirilen üremeyi durdurucu geni (terminator gen) Delta & PineLand şirketi ile ABD Tarım Bakanlığı ortaklaşa geliştirdiler. Delta & PineLand birkaç yıl önce terminatör gen haklarını Monsanto şirketine satmıştır. ABD Tarım Bakanlığı böylece Monsanto şirketi ile terminatör gen teknolojisi ortağıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun GD tohum satıldığında ABD Tarım Bakanlığı para kazanmaktadır.
AY: Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi EFSA ile ABD’de bu görev tanımlarına karşılık gelen FDA kurumları arasında ne gibi farklar vardır?
KD: 1990’lı yıllarda Avrupa’da patlak veren deli dana hastalığından sonra hükümetlere karşı güveni sarsılan halkın yeniden güvenini kazanmak için EFSA siyasi otoriteden tamamen bağımsız bir bilimsel kurul olarak örgütlenmiştir. Halbuki ABD’deki FDA (Food and Drug Administration) sağlık bakanlığına bağlı bir kurumdur. Avrupa’da iyi niyetli başlayan Gıda Güvenlik Otoritesi’nin siyasal bağımsızlığına gösterilen özen ne yazık ki tohum ve gıda şirketlerinden etkilenmesi konusunda gösterilememiştir. EFSA’nın GDO panelinde (GDO çalışma grubu) çalışan bilim insanlarının tohum şirketleri ile yakın ilişkisi saptanmıştır. Bu nedenle de Amerika’da FDA bir tohum hakında ne karar alıyorsa EFSA’da ne yazık ki aynı dümen suyuna giriyor…
AY: “Anadolu tahıl ambarıdır” sloganlarıyla büyüyen bir nesiliz biz. Bir zamanlar Arjantin de dünyanın tahıl ambarıydı. Günümüzde halkın yarısı açlık sınırının altında yaşıyorsa, ülke için, çevre ve sağlık için bizi nasıl bir gelecek beklemekte?
KD: Bu soru gerçekten çok yerinde bir soru. Arjantin örneği benim de her fırsatta dile getirdiğim bir örnek. 30 yıl önce dünyanın en gelişmiş tarımına sahip olan Arjantin, Mennen döneminde yaşamış olduğu bir ekonomik kriz bahane bilinerek, Mennen’in yakın ilişkide olduğu Rockefeller ailesi ve baba Bush tarafından ekonomik krizden çıkmanın reçetesi olarak Arjantin’e GD tohumlarla tarıma başlaması önerilir. Ancak kişisel dostluklar ile sadece Monsanto şirketinin Arjantin’e tohum satması sağlanır. Kısa sürede bütün ülkede sadece genetiği değiştirilmiş soya yetiştirilmeye başlanır. Arjantin bugün buğday ve benzeri temel besin maddelerini ithal etmek zorunda kalmıştır. Onbinlerce hektarlık tarlalarda sadece soya fasulyesi ekildiğinden ve uydu kontrollü şoförsüz traktörler kullanıldığından tarımsal istihdam çok azalmış, işsizlik ve açlık tüm ülkeyi esir almıştır. Bugün Arjantin halkının yarısı açlık sınırında yaşamaktadır. Tohum şirketleri her fırsatta “Dünyada bir milyar aç insan var. Bunları doyurmak için verimi yüksel GD tohumlar kullanılması zorunludur,” derler. Halbuki Arjantin’de yaşananlar bunun tam tersinin geçerli olduğunu kanıtlamaktadır: GD TOHUMLAR AÇLIK YARATIR.
AY: Dünyada monokültüre giden tarımsal gıda politikaları sürecinde, biyoçeşitlilik kaybı, insan ve hayvan sağlığı, suyun kirlenmesi, iklim değişikliklerine kadar giden bu küresel ölçekte geri döndürülemez zararlar ortaya çıkmayacak mı?
KD: Bu kesinlikle doğru bir tespit. Biyoçeşitliliğin kaybı gelecekte açlık yaratacaktır. Gelin tarihten çok acı bir örnekle bunu açıklayalım. Nisan ayında İrlanda Başbakanı Türkiye’yi ziyaret ederek minnettarlıklarını dile getirmiştir. Bu minnettarlık da nereden çıktı derseniz, gelin birlikte okuyalım. 1800’lü yıllarda İrlanda’da toprak sahipleri genelde İngilizler. Bunlar tarlalarında buğday ektirirler, çalışan çiftçi İrlandalılara topraklarının bir kısmını kendi kullanımları için bırakırlar. Çiftçinin mal sahibinden emeği karşılık tüm yıl boyunca aldığı işte bu toprak parçasını kendi gıda gereksinimi için işleyebilmesi hakkıdır. Daha doyurucu olduğuna inandıkları için İrlandalı çiftçiler kendilerine tahsis edilen topraklara patates ekerler. O dönemde İrlanda’da sadece iki cins patates vardır. 1846 yılında her iki patates cinsini de etkileyen bir hastalık bulaşır. İrlandalı çiftçiler bu hastalık yüzünden 3 yıl boyunca patates yetiştiremezler. Bu süre içinde bir milyon İrlandalı açlıktan ölür, 1,5 milyon İrlandalı göç etmek zorunda kalır. 6,5 milyon nüfusu olan İrlanda’nın nüfusu 4 milyona düşer. Bu dönemde İngiltere İrlanda’ya yardım etmeyi reddeder. Osmanlı Devleti İngiltere’nin koyduğu amborgoya rağmen gizlice iki gemi dolusu gıda maddesi yollar ve bir miktar da para yardımında bulunur. O dönemde bir üçüncü patates cinsi olsaydı o hastalıktan etkilenmeyeceği için İrlandalılar açlıktan ölmek zorunda kalmazlardı. İşte biyoçeşitlilik kaybı böyle bir şeydir. Son 100 yıl içinde insanlık tarım bitkilerinin % 90’ını kaybetti. Geriye kaldı sadece % 10. Haydi hayırlısı!
AY: Sevgili Hocam, emeğinize teşekkürler. Tüm bilgileri gerçek belgeleri ve kaynaklarıyla bize ulaştırdığınız için, GDO’lar konusunda bilgi kirliliğinin önünde cansiperhane duruş sergilediğiniz için...