Malaussene Efsanesi


Orkun Atila
hiçbir şeye neden olmadan her şeyden sorumlu olmanın Fransız hâli

İsa: İlk taşı günahsız olanınız atsın!
İnsanlık: La taş yok mu, taş?

Suçlanan hep ötekiydi.

Adem Havva’yı, Havva Şeytan’ı, Şeytan da Tanrı’yı suçladı. Hitler Yahudileri, Stalin Troçki’yi suçladı. Yoko Ono Beatles’ı yıkmakla, Lee Harvey Oswald Kennedy’yi öldürmekle; Alfred Dreyfus hain olmakla, Agnes Sampson cadılıkla, Sacco ve Vanzetti cinayet ile suçlandı...

Bizden başka herkesin suçlu olduğu kanlı bir oyun oynuyoruz Yaradılış’tan bu yana. Şahadet parmağımız her daim ötekini işaret ediyor: “Sen, ey günahkâr!..” Kadim bir gelenektir: Günahlar istiap haddini aşınca iki keçi getirilir. Bir tanesi af dilenmek için Azazil’e kurban edilirken öteki de –İsrailoğulları’nın tüm günahını sırtlanmış bir halde- çöle salınır. Günah keçisi: Günah bizim dışımızda, günahkârlar bizden uzak olsun...

Biz böylesine bir işgüzarlık peşindeyken ezber bozan bir adam çıkıyor karşımıza: Benjamin Malaussene. Çöle salınan talihsiz keçinin maaşa bağlanmış versiyonu. Bu profesyonel günah keçisinin görevi, büyük bir alışveriş mağazasında Kalite Kontrol Sorumlusu adı altında, kızgın müşterilerin tüm öfkesini üstüne çekip kendine acındırmak ve bu sayede mağazanın mümkün olan en az zararla vartayı atlatmasını sağlamaktır. Şikâyetçi olmaya gelmiş müşterinin karşısında oynadığı mağduriyet oyunu sayesinde kızgınlık hissi acımaya dönüşür ve zarara uğramış müşteri herhangi bir tazminat istemez; yeter ki Bay Malaussene kendisi yüzünden zorda kalmasın. Hele de işini kaybetmek mi? Buna hiç gerek yok! Yarım düzine kardeşe, saralı bir köpeğe ve kimsesiz yaşlılara bakan bir adama bunu yapmak istemeyiz...

“Orada ne işiniz vardı Bay Malaussene?”

Annesi daha on dördünde hamile kaldığı ilk çocuğunun adını neye göre koymuş bilmiyoruz fakat Malaussene, argoda para anlamına gelen isminin hakkını pekala veriyor (Benjamin Franklin, 100$). Bir göçmen cenneti olan Belleville’de, eski bir hırdavatçı dükkânından bozma evlerinde, eşine az rastlanır kardeşlerine ve bir yığın büyükbabaya bakabilmek için bu işi yapıyor. “Ağlayın Malaussene, inandırıcı bir biçimde ağlayın. İyi bir günah keçisi olun.” İş hayatında üstlendiği bu misyon, yazık ki özel hayatında da üstüne yapışmıştır: Çalıştığı mağaza bir çok kez bombalanır, oturduğu mahallede önce yaşlılar öldürülür sonra o yaşlıları koruyan polisler... Gazeteci sevgilisi köprüden ölüme atılır, kız kardeşi Clara’nın evlenmek üzere olduğu hapishane müdürü faili meçhul cinayete kurban gider... Cinayet masasının da narkotiğin de ayağına hep aynı adam dolaşır: Benjamin Malaussene. Belirsiz yaşta, garip bir saydamlıkta, tam bir masumiyet abidesi, bela mıknatısı! “Cinayete teşebbüs, uyuşturucu ticareti, seri cinayetler... Bu adam şüpheli değil, bir antoloji!

Efsanenin ilk kitabı Gulyabaniler Cenneti (1985; Metis, 1997). Kitabın odağında tüketim toplumunun simgesi olan bir alışveriş merkezi var. (Orijinal ismi olan “Au bonheur des ogres”, Emile Zola’nın alışveriş çılgınlığını anlattığı “Au bonheur des dames”a atıfta bulunur.) Benjamin burada şikâyetçi müşterilerin önünde bir dana gibi böğürüp ağlayan günah keçisidir. İkinci kitap Silahlı Peri’de (1987; Metis, 1999), Malaussene Kraliçe Zabo’nun sahibi olduğu Talion Yayınevi’nde aynı işe devam etmektedir. Belleville ucu uyuşturucuya uzanan cinayetler sağanağına tutulmuştur. Üstelik bölge yenilik uğruna eskinin yok edilmek istenildiği kentsel dönüşüm furyası altındadır; değil mi ki yaşlılar da eskidir, onların da ortadan kaldırılmasında beis yoktur! İş böyle olunca da Benjamin sokağa düşme tehlikesi olan bir grup ihtiyarı en az onlar kadar sıra dışı ailesinin yanına alır. Üçüncü kitap olan Küçük Yazı Satıcısı’nda (1989; Metis, 2000), Malaussene hâlâ aynı yayınevindedir. Ünvanı artık Edebiyat Direktörü’dür fakat tahmin edileceği gibi asıl işi, taslakları reddedilen yazarların hiddetini bir paratoner gibi üstüne çekip onları nötralize etmektir. “Bu abuk sabuk günah keçiliği işini kabul ettiğin için senin mazoşist olduğunu düşünüyordum ama sen bir çeşit ermişsin.

Yazar Daniel Pennac, 1944 Kazablanka doğumlu. Çocukluğu babasının subay olması sebebiyle seyir halinde geçer. Erken yaşta verildiği yatılı okul öğretmenlerince ümitsiz vaka olarak kabul edilen küçük Daniel (“mankafa”), tüm zamanını okuyarak değerlendirir: Dickens, Stevenson, Dumas... Yazarlığa geçişi de o yıllara denk gelir: Çehov’un Ayı’sını mısraları 12 heceli bir 17. yy Fransız Edebiyatı şiir türü olan alexandrine’e çevirir. 1970 yılında Fransızca öğretmeni olan yazar, ilk kitaplarında siyasi konuları ele alır. Sonrasında kendi deyimiyle “anlamlı” kitaplar yazmayı bırakıp çocuk kitapları yazmaya başlar. Polisiye dizisine esin kaynağı olan Belleville’e yerleşir ve Malaussene’in efsanesini yazmaya başlar (Efsanenin bizde henüz yayımlanmayan iki bölümü daha var: Passion Fruit, 2001 ve Monsieur Malaussene, 2003).

Malaussene Efsanesi’nde ön planda adli olaylar vuku bulurken arka planda yazarlık halleri, yazarın okuyucuya ulaşma ereği, entelektüel hırsızlık, yazma tutkusu, intikam, reklam çılgınlığı, sömürgecilik, uyuşturucu, ötenazi ve best-seller konuları akıyor. İşin keyifli tarafı şu ki, bu kadar çok derdi olan yazar bu noktaları mesaj verir gibi didaktik bir tonda vermiyor; üstelik düğüm çözülürken olayların kurgulanış biçimindeki zekâyı fark edince yazara özel bir saygı duyuyoruz. Edebiyat tarihçisi Claire Gorrara, Fransız polisiyelerini incelediği kitabında (The Roman Noir in Post-war French Culture: Dark Fictions) serinin, dedektif romanların altın çağı olarak kabul edilen iki dünya savaşı arası dönemin izlerini taşıdığını; bununla beraber dolambaçlı olay örgüsü, melez yazım tekniği (değişen anlatıcılar, anlatıcıyı duyan karakterler), mizahı (parantez içi sesleri) ve enfes diyalogları ile türünün beklentilerini altüst ettiğini ve Amerikan Kara Roman alt türü ile akraba olduğunu söylüyor.
Evet, tamamen öyle. Kara romanı ancak türün bütün arketiplerini birbiri ardına ters yüz etme koşuluyla yazmaya karar vermiştim; mesela kahramanın polis memuru, gazeteci, sigortacı falan olmasını istemiyordum; yani alışılmışın dışında biri olmalıydı. Aynı şekilde yalnız olmasını da istemiyordum, etrafında bir sürü çocuk olmalıydı ama kendisi bu çocukların babası olmamalıydı vs. vs.” (Daniel Pennac)

Pennac alt üst edişe tonlama ile başlıyor. Yazarın kitapları dengeli mizahı sayesinde mütebessim bir yüz ifadesiyle okunurken yer yer kahkaha atmanız bile mümkün. İkinci olarak olayların merkezine önce ateş edip sonra soru soran bir Sam Spade veya adım adım cinayete sürüklenen sıradan bir adamı koymak yerine masumiyeti tavan yapmış birini koyarak başka bir Kara Roman unsurunu daha ters yüz ediyor. Üçüncü kitabın finalinde yazarın vinç ile gökten inen bir Tanrı gibi davranmış olması (deus ex machina) getirebileceğim tek olumsuz eleştiri: Pennac kahramanına kıyak geçmek için gerçekliği alenen sırtından vurmuş...

Son söz olarak, Holden Caulfield’in iyi kitap tanımına atıfta bulunursak (*) Pennac kesinlikle telefonla arayıp konuşmak isteyebileceğimiz bir yazar; kitapları ise türüne ihanet etmeyen -bilakis özel bir yere sahip- sıkı polisiyeler. Keyifle okuyacağınızdan eminim.

İyi okumalar...

(*) “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.” (J.D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar)

torkunc@gmail.com