hiç yaşlanmıycakmışım gibi çek panpa!
Oğuzhan Oğuz
Tarihin ortanca çocuklarına...
Bu jenerasyon mevzularıyla ilgili, malum yaşım gereği pek öyle fikir beyan edecek falan bir konumda görmüyorum kendimi, zira gözü kapalı altımı bezleyebilecek, perakende kuşak çatışmalarımızı kucağına oturtup tüyü bitmemiş bir kedinin sırtını devlet eliyle sıvazlar gibi sivile tesir telakki eden sayısız “üstad!” mevcut “güzide” edebiyatımızda! Bu minvalde takvime şöyle bir göz atmakla yetiniyorum abiler. Kirli ağustos... Ve göz kapaklarımı da yaktım sonunda. Çemberin dışında olmamız elimizde sürekli sigara olmasından ve içerde sigara içilmemesinden midir yoksa kötü kokan bütün kaplumbağaların fare zannedilmesinden midir bilinmez, lakin günümüz beyaz yakalarının pisipisi-pisikologlarından sıkça duyduğu üzere dışardan üçüncü bir göz olarak içeriyi şöyle bir kolaçan edince aklıma mitil atan şöyle saçma bir durum var bizim nesli muhteremler için. Chuck Palahniuk, tarihin ortanca çocukları gibi bir şey zırvalar bunun için ki işin Türkçesi mevzu arada kalmışlıktan ibarettir. Altmışların, yetmişlerin –hiç değilse tüm dünyanın kulağında yer ettiği kadarıyla- yadsınamayacak şekilde işi kotarıp nahif efsanelere dönüşmelerini müteakiben hallaç pamuğuna dönen seksenleri bir kenara bırakırsak, onlara inceden bir göz kırpıp, aklı ermeğe başladığında kendini doksanlarda bulan space jam müptelalarından bahsediyorum. Benim de ebeveynlerimin görücü usülü pratiğe dökmeğe karar verdikleri libido sonucu, ister istemez içinde bulunduğum azınsanamayacak bir çoğunluktan bahsediyorum. Bu arafi şeklinde nitelendirmekten kendimi alamadığım yaratıcı tarikat için şöyle saçma bir durum söz konusu –ki içlerinde tuvalet kağıdığı günlük olarak kullanan müritler var biliyorum– abiler; geriye dönüp baktığında, o dönem hayatta kalmayı başarıp yetmiyormuş gibi bir de geç de olsa evlenip çoluk çocuğa karışan altmışsekiz kuşağı heriflerin genlerini taşıyosun –ki bu içine düştüğün ortam gereği aşırı doz romantizm ile karamelize edilmiş alakart bir devrim tabağı ile arabesk suyuna çorbanın aynı sofrada ferrarisini satan çoban salatasına eşlik etmesi anlamına gelir– kafanı ileri çevirdiğinde ise bi bakıyosun hayat öyle değil. Çünkü kendini biraz bilmeye başladığın zaman, okula gidiyosun her sabah Türksün doğrusun çalışkansın ama teneffüste salçalı tosta talim ediyosun, edebiyat derslerinde müfredata girmeyi başaracak kadar devlet nezdinde efendi! bir “şairin” bilmem kaçıncı dizesinde ne demek istediğini anlamaya çalışıyosun, eve geliyosun her fırsatta sana senin güttüğün koyun kadar kendi çüktüğü çoban olduğundan bahseden babanın arkadaşları olduğu iddaa edilen bilmem kim amcalarla en dostane sohbetlerinde dahi ne olduğunu bile bilmediğin olaylara karışmaman gerektiğine dair öğütlerle pastörize ediliyosun, kendini biraz nefeslenir hissettiğin arkadaş ortamlarında sana ilk fırsatta annesinin göster ama elletme dediğini hatırlatacak, aslında elletip göstermek istemeyen bir kızla tanışıyosun, ulan noluyo ya filan derken bi bakıyosun böyle ösese mösese biçiminde anlamsız kısaltmalarla karşı karşıyasın. Neden? E çünkü malum artık eşşek kadar adamsın, okiycan, büyyyük adam olucan, tabii bu esnada asla ve kat’a olaylara garışmiycan, tüm bunları yapmak için de her şeyi bir kenara bırakıp n'apıp edip üniversiteye gidicen! Zaten tıp yada mühendislik okumazsan hatrım kalır. Peki sonra? Sonra işte askere gidicen tabii, malum vatan bekler. Bütün iç ve dış mihraklar yolunu gözler, bi gidip görmek lazım şimdi ayıp olur. Zaten askerliğini yapmayan adama kız da vermezler, yani o sinemalarda mıncıkladığın memişlere bi daha asla ve kat’a dokunamazsın. Ee sonra? Sonra da evlenicen tabii, malum artık babanın kıçındaki kıllar iyice ağardı, torun görmek ister. Şu üç günlük dünyadan gözleri açık mı ayrılsın adamceğiz, annen desen bak senelerce saçını süpürge etti, n’apsın kadın, oğlunun mürvetini görmeden mi ölsün? Mürvet kim ya! Zevzeklik etme eşşek herif.. Uuuu beybi, Tamam! N’oldu sonra, bizler tarihin ortanca çocuklarıyız filan... Sebep? E çünkü Fight Club çok sağlam film baba! İnternetler minternetler filan. Let the sunshine in! o zaman.Bu ne lan!
Baştan söyleseydiniz ya böyle olacağını. Ben bilseydim şahsen ya bir dekeyd önce ya bir dekeyd sonra gelirdim dünyaya. Tamam yine saçma sapan şeyler olurdu ederdi eyvallah, dünyadan o manada bir beklentimiz de yok zaten, burası bu kadar işte, eyvallah onu da anladık da, en azından kendi içinde bir tutarlılığı olurdu abiler. Ne bileyim işte bir dekeyd önce oturur ooh çok şükür daha bunu yakmamış devlet biçiminde bulduğu kitapları okurdun, ne güzel komşumuzdun sen fahriye apla filan dinlerdin, seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli der sokak lambasının altında titrerdi filan ve nedendir bilinmez bir şekilde bunların bir anlamı olurdu. Bir duruş getirirdi sana, tutardın o duruşla ne hengâmeler atlatırdın. Ankesörlü telefon kulübelerinin aslında ne anlama geldiğini bilirdin. Maradona’nın ne demek olduğunu hissederdin. Ne bileyim, Sait Faik’in, Oğuz Atay’ın, Turgut’un Edip’in, Ece’nin, Tomris’in vs. aklına bu minvalde sikindirik muhabbetlere meze ettiğin kim geliyosa işte hepsinin harbiden bi anlamı olurdu. Hadi onu geçtim. Bir dekeyd sonra gelsen, en azından kıçını yırtsan anca telefonun kadar akıllı olabileceğini, o yüzden hiç kasmaman gerektiğini bilirdin. Atıyorum, hamburger yemekle seks yapmak arasında senin için gerçekten bir fark olmazdı. Çünkü bütün bunları bilmem kaç nanosecond’da dilediğin gibi simüle edebilirdin. Baba kavramının üzerinde çip olan nam-ı diğer ek kart olarak hayatında olması sana bir beis getirmezdi. Zaten sen suya sabuna dokunmadan bir iki ince bilek hareketiyle, sırf akıllı telefonunda sikindirik bir oyunu başlatabildin, girip iki online fatura yatırdın diye, “Ay şimdiki nesil çok fena” diye anılan bir zekâ küpü olmayı başarmış olurdun. Zaten sikinde olmadığı için, böyle bir mecburiyetin de yokken devlet, okul filan bunlar ne aq ya derdin. Özünde yıllar yılı saçma sapan bir baskı olmaktan öteye geçememiş hiç bir şey umurunda olmazdı, -ki bunu olması gerekendir- bu böyle olsun diye bir bilinç geliştirmek, mücadele vermek zorunda kalmazdın. Bunu kavraman için öyle çok okumana yada çok gezmene filan da gerek kalmazdı. Gönül rahatlığıyla her şeyi tüketebilirdin. Nasıl tükettiğinin de bir önemi olmazdı. Çünkü sadece tüketmen, bu piyasada bir şekil rol alman, dilediğin hatun yada herifle pornografi 101 dersine katılmana yeterdi. Dünyanın en derin düşünürü olmak iki kopipeystine bakardı. Yeri gelir rakının ağırlığından dem vururdum, yeri gelir whiskey in the jar olurdun. Tom Waits zaten amcanın oğlu gibi nereye çağırsan gelirdi. Bir dokunuşla, hiçbir hissiyata mahal vermeden her şeyi hallederdin. Ekranlardan yer, ekranlardan giyerdin ama olsun sonuçta giyerdin, kafan attı mı dilediğin gibi istediğine giydirirdin, çok mu moralini bozdular, iki komikli video açardın, yarılırdın gülmekten, ama bunu profilinde paylaşmadan gülmekten yarıldığına kendini bir türlü ikna edemezdin, step by step bunları da yaptın mı senden cool’u olmazdı. “O zaman dans!” der bakardın dalgana... Ulan böyle ardı ardına sıralayınca bildiğin ağzımı suyu aktı be! Vuh! Hayata bak.. Peh peh peh peh peh...
Lakin şöyle tekrar bir bakıyorum da.. Durup düşününce hani.. Belkim bir kertenkeleyiz. Bukalemun değil belkim ama hani bakalemun hesabı (ihi ihi) sürekli renk sürekli deri değiştiriyoruz eyvallah. Ama dert etme be tarihin ortanca çocuğu! Dert etme, bizim çirkinliğimiz güzeldir... oguzo@sabanciuniv.edu