Gençlik Filmleri


Mecmua ekibi olarak her birimiz bizlerde etkisi olmuş birer film seçtik ve “Niye bu film?” sorusunu yanıtladık.

La Haine – Tayfun Polat

Bizim kuşağın savrulduğu dönemlerdi. Arada kalmışlığımızı her hücremizle hissediyor ve içimizdeki öfkeyi biriktirerek –çoğunlukla- sadece bekliyorduk. ’95 yapımı film ’96’da izledim, galiba Alkazar’da (O zamanlar öyle dünya ile aynı anda vizyona girme falan yoktu elbet). Filmden çıkıp Taksim Meydanı’na geldiğimizde kız arkadaşım “Elim acıyor,” dedi. Kız arkadaşımı da, elini tuttuğumu da, aslında kendi yumruklarımı ama işte onun elini ne kadar sıktığımı da o an fark ettim. Bir sene önce Gazi Mahallesi olaylarında emniyet güçlerinin neler yaptığından haberim vardı. Ama getto kelimesi daha Türkçe’de yoğun kullanımda değildi. Paris’in bir gettosunda üç gencin 24 saatini izlemek, arkaplanda polis tarafından vurulan bir arkadaşları ve sokak isyanlarıyla birlikte içinde bulundukları açmazı anlatmaya yetiyordu. Bende tahmin edemeyeceğim bir karşılık buldu hikâye. Duygudaşlık yarattı. Filmin muazzam planları ve müzikleri çarpıcılığını da arttırıyor elbet. Bastırılmış öfke ve “Buraya kadar her şey yolunda” şiarıyla, La Haine hâlâ çok şey anlatıyor. Değişmeyenler üzerine.

Bully - Murat Mrt Seçkin

Yıllardır söylerim, sokakta beni en çok ürküten şeylerden biri okuldan çıkmış kalabalık liseli gruplardır. Klanlaşmanın, kendini kanıtlamanın, ergenlik ve taptaze cinsel hormonların birleşiminden oluşan o tuhaf özgüven insana her şeyi yaptırabilir. Larry Clark’ın 2001 yapımı Bully’sinin de sanırım bunda etkisi oldu. Kısaca yakın arkadaşlarının davranışlarından usanan bir grup gencin olayı kan dökerek çözmeye çalışmasının hikâyesi olarak anlatabileceğim Bully, yönetmenin “Nasıl yaparım da sizi gençlikten soğuturum?” gibi bir düşüncesinin eseri olarak perdeye yansıyor. “Ah şu güzel gençlik,” diye ortalıklarda dolanmadan veya hayıflanmadan önce gençliğin insanın yaradılışının en sakat dönemi olduğunu unutmayın. Şahsen gençliğimi güzel yaşadım ama çevremdekilerin yaşattıkları sıkıntı, taciz ve kötülükleri düşündükçe iyi ki o günlere dönmüyorum diye seviniyorum.

Trainspotting – Deniz Bankal

Hayatı seç. Bir iş seç. Bir kariyer seç. Bir aile seç… ve sonunu ezbere getirdiğimiz mantrasıyla sinemalara düştüğünde Trainspotting, İngiliz ve diğer bütün dünya RTÜK’lerinin ahlâk bozukluğu, uyuşturucu, küfür, seks ve şiddet gerekçesiyle 18 yaş sınırı koyduğu ama Kadıköy sinemalarında yaş eğrisi 16’yı bulmayan gösterimlerinde gençliğimizi Irwine Welsh yazsa ve Danny Boyle çekse neler olabileceğini görmüştük. Hayattan pek bir beklentisi olmayan ve yaşama hırsından yoksun ‘90’lar çocukları olarak özellikle yaşadığımız toprakların kara buğdayları olduğumuzu anlamıştık bi’ kere. Biz derken aynı sokaklarda çok da yalnız olmadığımı bana öğreten film olmuştur aynı zamanda. As Sineması’nın ilk gösteriminde merdivenlerinden aşağı baktığım o ânı hiç unutmam; hepten çizgililere bürünmüş uzun kollu çocuklarla sigara dumanına boğulmuş bir arı kovanıydı fuaye… Hepimiz okulu kırmış, ortak kutu bira-paket sigaraya girmişiz. Çıkışta da topluca pasaja geçiyoruz - “ulan o bebek”… vızır vızır. Daha sonra aramızdan çıkan Renton’ları, Diane, Sickboy, Spud ve Begbie’leri izlerken film müziklerinin her biri hayatımızın marşına dönüşüyordu ve evet, biz o zamanlar hiçliğin saadetini yaşıyorduk.
* sonra “Route” bu yazıyı gördü ve “Zaten bütün Kadıköy Renton,” dedi.

The Edukators - Yakup Aydın

Mesele gençlik filmleri olunca akla ilk olarak güzel genç kızlar, çapkın erkekler ve partilerle dolu sahneler gelir. Neredeyse bütün gençlik filmleri ya böyledir ya da aşkı kullanır. Neyseki The Edukators öyle değil. Yönetmenliğini Hans Weingartner’ın yaptığı 2004 tarihli film diğer gençlik filmlerinden oldukça farklı. Filmde enerjisini partilere harcayan gençler yerine gençliklerinin verdiği enerjiyi dünyadaki kurulu düzeni değiştirmek için harcayan gençler var. Ben her zaman partiden partiye koşan, iğrenç iğrenç kahkahalar atan gençlerin işgal ettiği bir filmi izlemektense yaşadıkları dünyadan ve bu dünyadaki zengin-fakir ayrımından rahatsız olan gençlerin bu yöndeki eylemlerinin anlatıldığı bir filmi izlemeyi tercih ederim. Onlarca birbirinin aynısı gençlik filmi arasından gayet toplumsal bir konu ile sıyrılan The Edukators izlenesi bir film.

Dazed and Confused - Rammy Roo

“Sweet Emotion”la açılır, “Slow Ride” ile kapanır; ismiyle müsemma bir rock ‘n roll komedisidir Dazed and Confused, çok da güldürmesi gerekmez. Milli eğitim düşmanı Richard Linklater’in School of Rock’tan on yıl kadar önce, 1993 yılında yazıp yönettiği film, ‘70’lerde Texas’lı bir grup gencin okulun son gününde yaşadıkları amansız(!) heyecanını konu alır. Alice Cooper’ın “School’s Out”u eşliğinde çalan son zil eğlence dolu bir yaşamın ve tabii ki sınırsız biranın önündeki son engeldir, aşılmıştır!

Dar pantolonların fermuvarlarının pense yardımıyla çekildiği zorlu yıllara hürmeten ne kadar bahsi edilir bir mevzudur bilmem ama, sırf okul bir an önce bitmiş olsun diye alttan kalan tek dersimi öylece bırakıp, bütünleme sınavına ta ertesi yıl girdiğimi bilirim. Filmin en hareketli dakikalarında bile bu aceleci ve kafası karışık hal hâkimdir. Büyük çocuklarla takılan çaylak şaşkındır, haytalık sadece kendi anlamsızlığıyla var olabilir, sigara, bira iyidir, kimse anne-babası gibi olmak istemez, uzaylılar vardır ve aramızdadırlar ve Amerikalının tabancasını ateşleme eşiği oldukça düşüktür. Rock klasiklerinin etrafında dallanan filmin anlatmaya çalıştığı bundan öte pek bir şey olmamalıdır esasında. E, henüz anlatacak hikâyesi birikmemiş çocukların halidir bu neticede. O değil de, kafası kıyak Milla Jovovich’i şarkı söylerken görmek bu filmden sonra da defalarca kısmet oldu da başımız göğe erdi neyse ki.