Ayın Onyedisi…

Murat MRT Seçkin

                                                     

Ayın Onyedisi...

Yani Ocak ayının… Bu senenin… 2010’un… Taptaze yepyeni bir yılın. Umutları zaman birimlerine bölmeye alıştığımız bir yüzyılın herhangi bir yılı. Sabah…

Bir gün önce yoğun çalışma ve akşamında dengesiz çaldığım bir playlist eşliğinde bol alkol ve sağlığa kesinlikle tamamen zararlı, kısırlık, cinsel isteksizlik, düşmanlık gibi her türlü müsibetin sebebi tütün ürünleri. Gecesi her zamanki gibi lüzumsuz kısalıkta bir uykunun sersem uyanıklığı… Bir bardak su içtim, üstümü giydim, çantamı taktım ve gereksiz erken bir saatte Kadife Sokak’ın yolunu tuttum. Her zaman hesaplamayı unuttuğum şey ise evden çıktıktan otuz saniye sonra zaten sokakta olmamdı.

Önce bir turladım, baktım olmadı bir sabah çorbası içip vakit geçirdim… Hava hafif soğuktu ama çok da önemli değil… Her şey güzel geldi. Sokak güzel geldi, Paşa her zamankinden daha iri gibiydi ama en azından otuz saniye sevdirdi kendini. Beyaz kedi zaten istesen de istemesen de kucağına çıkıyor. Sokağın erkencileri Hacı, Caner, Mert, Özcan zaten selamlarını hiç eksik etmezler kimseden… Rahat… Sessiz… Keyifli…
Sonra gezinmeye başladım. Birden günüme siyah perde çekilmeye başlandı. Bir gün önceden sağa sola arkadaşların astığı “19 OCAK… KATİLİ BİLİYORUZ” afişleri yoktu. Bazıları tamamen kayıptı, bazıları yırtılmış… çöpe atılmıştı. Yerde gezinen el ilanlarının üzerinde tam Hrant’ın yüzünün üstünde gayet hoş bir not vardı : “Yahudi Piçleri esas biz sizi biliyoruz”…

Anlayamıyorum, her yerinden demokrasi sözü akan bir kültür oluşturulmaya çalışılırken bunlar hâlâ nasıl olabiliyor. Ben doksanlarda veya seksenlerde sırf küpeli olduğumuz için ya da biraz farklı olduğumuz için dayak yediğimizi hâlâ utanıp anlatamazken, nasıl oluyor da insanlar hâlâ bu kadar sefilleşebiliyor. Hadi her şeyi bir kenara bıraktım da bari cehaletini biraz toparlamaya çalış. Sağıma soluma bakıyorum, bakıyorum çünkü bizim gibi işlerde çalışıp da her gün yeni birileri ile tanışmamak imkânsız. Kim bilir hangi sigaramı paylaştığım, ateşimi uzattığım, iyi akşamlar veya afiyet olsun dediğim, suratına minnetle baktığım insan evladı böyle düşünüyor. Gerçekten şeytan belki de yanı başımızda oturuyor.

Kötülük insana bahşedilmiş en kötü hediye. Nedendir bilinmez o paketi açmak çoğu insana keyif veriyor. Üzerinde bu kadar konuşulan manasız bir ölümden (gerçi hangisi manalı ki) bile kendilerine bir fiyonk yaratan bu zihniyetin nasıl yaşadığını aklım hayalim almıyor.

Ertesi günlerde Ağca hapisten çıktı ve tüm medya aslında bizim etrafımızdakilerin Hrant posterine yaptığından daha farksız… daha berbat bir şey yaptılar. Bir katili, bir umursamazı yücelttiler. ATV haber bültenlerinde Ağca’nın hep mavi giymesini neredeyse on dakika tartıştılar ve konu başlığını şöyle açtılar “Mavinin Şifresini Çözüyoruz”. Vay canına! Aynı mantık çanta cinayetinde de katilin teslim olmadan önce neden sucuk yediğini dert etmişti. Sucuk yersen katilsin, mavi giyersen sahte peygambersin… Bu kadar canım, tamam mı? Derinine araştırma, gördüğünü ye, yut, daha da fazla konuşma.

Demokrasiden bahseden bir ülkede, devlet halkına hakaret edebiliyor. Demokrasinin en önemli temellerinden  seçimle gelen insanlar onları işe alanları görmezden gelip, sanki düğün arabasının önünü kesen çocuklara verilen zarflarla kandırır gibi hiçe sayıyor. Bir cinayeti sadece adli bir mesele gibi görüp geçmek işin kolayı. Katili yakalarsın, hapse çıkarsın, gururlu bir basın açıklaması sonrası her şey biter. Politiklerin zaten her zaman yüzü gülüyor ama bir işi başardıktan sonra daha da açık seçik gülebiliyorlar. Demek ki yüzsüzlük demokrasinin en önemli yapı taşlarından biriymiş. Bunu cebinize bir koyun.

Kötülük yan komşumuz. Gittikçe monotonlaşan, hayat veren zevklerin tüketmek ve tüketmeyeni aşağılamaktan başka bir şey olmadığını düşünen bir insan güruhu oluşuyor. Kim bilir belki de Romero o kadar zombi fimi çekerken bilmeden geleceği yazmaya da başladı. 1984 ile Dawn Of The Dead’i karıştırın. Karşınıza yepyeni bir insan tipi, sosyal yaşam formu çıkacak. Öldürmenin bir manşet, hak aramanın lüzumsuz gürültü, baskının ise hak edilmiş bir ceza olduğuna inanan bir toplum.

Siz siz olunun kimsenin dolduruşuna gelmeyin. Bakın Tekel işçileri o kadar dolduruşa geldi ki açlık grevine başladılar. Biri gidip kulağını çekse şunların da hakkın sadece dolu cüzdanla aranması gereken bir market ürünü olduğunu anlatsa… Tamam mı?.. sus… tum…

Yine de o sabah çok güzel bir sabahtı… Çay ile… Akşamı mecmuanın doğum günüydü ve o da çok güzeldi. Şenol, Oya… sabahlamak güzeldi, Tayfun’un An’dan bahsetmesi, Peri’nin dansı, Bahadır’ın ampliyi patlatmamı engellemesi, bu sokakta ter döken herkes güzel, bu dünyada çabalayan herkes güzel… Her ne kadar pislikle bulandırmaya çalışılsa da gönlümüz ve beynimiz, kalplerimiz, ıslak mendil gibi siler her sefilliği… Ama unutmaz… Bak susamadım yine…

muratmrtseckin@hotmail.com