Bilmediğimiz Holmes


Kerem Erol

1800’lerin sonlarında İngiltere’de kokain ve morfin kullanımı serbestti. Yine aynı dönemde bir İngiliz Mühendis tarafından Bartitsu geliştirildi. Adını mühendisin soyadı (Barton-Wright) ve Jujitsudan alan bu dövüş sporu aralarında sopa kullanımı, geleneksel İngiliz boksu gibi birçok tekniğin birlikte kullanılmasından oluşuyordu. Thames Nehri üzerindeki iki köprüden biri olan Tower Bridge’in yapımına 1894 yılında başlandı.
 
Sör Arthur Conan Doyle tarafından yaratılan Sherlock Holmes karakteri de ilk kez 1887 yılında Beeton’s Christmas Annual’da basıldı ve 1927’ye kadar Sherlock Holmes 4 roman ve 58 kısa öyküyle edebiyat tarihine ilk kriminal dedektifi olarak adını yazdırdı. 1893 yılında Final Problem isimli hikâyede ezeli düşmanı Profesör Moriarity tarafından öldürüldü ancak büyük okur tepkileri sebebiyle Doyle Holmes’u diriltmek zorunda kaldı.
 
Sherlock Holmes hikâyelerinde 221 B Baker Street adresinde yaşadı ve bu adres şu anda Londra’da Sherlock Holmes Müzesi olarak hizmet veriyor. Öykülerde dönemin oldukça iyi betimlenen Viktoryan tarzı birçok eşyası bu müzede sergileniyor.
 
Doğumları hemen Holmes’ün ölümünden sonraya denk gelse de dönemdaş sayılabileceği biri amatör iki meslektaşından bir noktada ayrılıyordu. Agatha Christie’nin kahramanları Belçikalı Hercule Poirot ve Miss Marple da Holmes gibi muhteşem birer zekâya ve olağanüstü gözlem yeteneklerine sahipti. Ancak bu iki karakter de bir tür cinayet paratoneri gibiydiler. Christie’nin yazdığı bütün romanlarda işlenen cinayetler kahramanların yanıbaşında vukû buluyordu. Holmes ise uzman dedektifti ve olay yerine her şey olup bittikten sonra çağrılırdı. Bu yüzdendir ki Holmes bugün çokça türevini izlediğimiz “olay yeri inceleme” serilerinin de en önemli esin kaynağı oldu.
 
Holmes bütün maceralarında asosyal, saygısız, dayanılmaz bir kişiliğe sahipti. Sadece dostu ve yardımcısı Dr. Watson’a karşı bu tavırlarından uzaklaşıyordu. Watson’la birlikte her çeşit tütün ürününü tüketiyordu. O dönemde serbest olan ancak kötü bir bağımlılık olduğu bilinen kokain ve morfini kullanıyor, yanında şırınga taşıyordu. Watson ile diyaloglarında ara ara homoseksüel çağrışımlar vardı. Gerçekten ilgi duyduğu tek kadın iflah olmaz bir suçlu olan Irene Adler’dan “the woman” diye bahsediyordu. Çok iyi keman çalıyordu, eskrim, boks ve bartitsuda ustaydı. Vakaları çözerken kılık değiştirme yöntemine başvurabiliyor ve bunu o kadar başarılı yapıyordu ki, kadim dostunun bile kendisini tanımadığı oluyordu. Holmes bir bakıma anti-kahraman kavramının popüler sanattaki ilk örneği oldu.
 
Holmes ve Watson dünyanın çeşitli ülkelerinde çevrilen 200’den fazla filmin kahramanı olarak boy gösterdiler. TV dizileri, animasyonlar, çizgi romanlar, oyuncaklar, hatta müzik eserlerinde, özetle popüler kültür ürünlerinde yaklaşık 25.000 kez (yazım hatası yoktur) kullanıldılar veya esin kaynağı oldular.
 
Üzerinde bu kadar çok çalışılmış bir karakteri 2000’lerin bol aksiyonlu dünyasına taşımak görevi (biliyorsunuz, ara ara bit pazarına nur yağar) grafiği sürekli düşüşte olsa da bazılarımızın hâlâ bir şeyler beklediği İngiliz yönetmen Guy Ritchie’ye verildi. Film çok doyurucu olmasa da hakkını verelim, Ritchie ve Holmes’u canlandıran Robert Downey Jr. aslında Holmes karakterinin orijinaline sadık kalmışlardı. Dönemin Londra’sı da çokça teknoloji yardımıyla başarılı şekilde oluşturulmuştu. İkilinin belki de en büyük şanssızlığı, filmin Downey’nin filmografisinde Ironman’den hemen sonra gelmesi ve Tony Stark ile Sherlock Holmes arasındaki benzerliklerin epey belirgin olmasıydı. Ritchie’nin Lock Stock… ve Snatch’de ağzımıza iki parmak bal çaldığı ama daha sonra bir türlü aynı kalitede örneklerini gösteremediği İngiliz tarzı komedi, bu filmde de vasatı geçmiyordu. Holmes’ün çözdüğü gizemleri anlatma ritüeli Guy Ritchie’nin zaman içinde gitmeli gelmeli kurgu anlayışına cuk oturuyordu ama kurgunun da pek parlak olduğu söylenemezdi.
 
Film yine de çok iyi gişe yapacak gibi duruyor (açılış haftası 65 milyon dolar) ve zaten daha finale gelmeden devamının çekileceğini belli ediyor. İlk filmde yüzünü göremediğimiz Moriarity karakteri için Brad Pitt’in adı da geçiyor bu arada. Sinema dünyası bir garip, 2000’leri Avatar’la kapatıp 10’ları Sherlock Holmes ile açmak biraz moralimi bozuyor. Devasa bütçeler ve bunların getirdiği daha çok izleyiciye hitap etme kaygısı bu on yıla da hızla geçiyor. Olan ‘90’larda ardı ardına gelen bomba filmlerle sinema dünyasına tutkuyla bağlanmış ama sonraki on yılı neredeyse her vizyon filminden hayal kırıklığıyla çıkmayı alışkanlık haline getirmiş izleyiciye oluyor.
 
Sherlock Holmes filmi ise aslında genç okurun ilgisini çekebilecek bir edebi karakter hakkında merak uyandırmaktan uzak, bu prodüksiyon kervanının içindeki yerini alıyor.

keremerol@hotmail.com