ÇAPAKSIZ BELLEĞİN HAFİFLİĞİ


Tuğba Eriş

Deliliğin, kliniğin, hapishanenin tarihini yazan Foucault’ya sormuşlar bir gün, “Siz mağlupların tarihini mi yazıyorsunuz?” diye. Üstat mütevazı, yanıtlamış: “Evet, yenilenlerin tarihini yazmak çok isterim. Bu, çok kişinin paylaştığı güzel bir düş: Bugüne kadar söz alamamış olanlara, tarih tarafından, tarihin şiddeti tarafından, bütün tahakküm ve sömürü sistemleri tarafından sessizliğe mahkûm edilmiş olanlara nihayet söz vermek. Evet.”

Evet, bu güzel düşü paylaşanlardan, bir başka üstat Eduardo Galeano’nun altı yüz adet deneme ve kısa öyküden oluşan, “Neredeyse Evrensel Bir Tarih” altbaşlıklı Aynalar adlı kitabı Sel Yayınları tarafından yayımlandı. Galeano görünmeyenin, duyulmayanın, unutulanın sesi olarak prehistorik dönemlerden 20. yüzyıla dünya tarihini gazeteciliğin, öykünün, şiirin sınırlarında dolaşan üslubuyla anlatıyor Aynalar’da. Bu derece geniş bir mozaik her yiğidin harcı değil elbet. Yiğit, Galeano olunca işin renginin değişmesi de afallatmıyor bizi.

Latin Amerika’da militan gazeteciliğin önemli adlarından 1940 Uruguay doğumlu Galeano “eleştirel kuşak”tan; Pablo Neruda’dan Octavio Paz’a, Che Guevara’dan Salvador Allende’ye pek çok önemli ismin yazdığı Uruguay’ın efsanevi gazetesi Marcha’nın yetiştirdiği kuşaktan. Yıllar içinde politik duruşunun değişmemesi, sinizme kurban gitmemesi, bütün yazılarını temellendirdiği insan odaklı bakış açısı, karamsarlıkla beslenen sonsuz umudu biraz da bu kuşağın semereleri kanımca.

Latin Amerika’nın tarihini sorguladığı Latin Amerika’nın Kesik Damarları (1971) adlı kitabı, 2009’un Nisanı’nda Chavez tarafından Obama’ya hediye edildiğinde Amazon.com’un çok satanlar listesine giren Galeano, en çok bundan korktuğunu, piyasanın en iyisi olmak istemediğini, sadece yazarak insanlarla iletişim kurmak istediğini belirtiyor bir söyleşisinde ve, “Böyle vicdanlı yazarlar iki elin parmaklarını geçmez,” dedirtiyor insana.

Latin Amerika’nın, belleksizliğe mahkûm edilmiş toprakların belleğine saplantısı olduğu kaleminden çıkan her satırda hissediliyor Galeano’nun. 1983 tarihli bir yazısında da kendisine ve adeta bize de soruyor: “Geçmişin dilsiz ya da sessiz olmadığını keşfettiğimde yirmi yaşını geçmiştim. Bunu Carpentier romanları, Neruda şiirleri okuyarak keşfettim. …. Sorarak keşfettim. Sorarak ve kendime sorarak; yaşadığımız bu gezegen nereden geliyordu, her dakika otuz çocuğun açlıktan ya da hastalıktan ölmesi için her dakika silahlara bir milyon dolar harcayıp hiçbir ceza görmeyen bu dünya nereden geliyordu? Sorarak ve kendime sorarak: Bu dünya, bizim dünyamız, bu mezbaha, bu tımarhane tanrının eseri mi, insanların eseri mi? Hangi geçmiş zamandan doğdu bu şimdiki zaman? Niçin bazı ülkeler diğer ülkelerin sahibine dönüştü, bazı insanlar diğer insanların, erkekler kadınların, kadınlar çocukların, mallar insanların sahiplerine dönüştü?” Biz soruları bir daha okuma hakkımızı kullanırken, –tüm yaşamı boyunca yaptığı gibi– soruları ve yanıtları irdeliyor Galeano Aynalar’da da. Amerika’nın, Avrupa’nın ve Uzakdoğu’nun ekonomik, soysal, siyasal, kültürel süreçlerinden; müziğin, kirliliğin, kentlerdeki emniyetsizliğin, ırkçılığın ortaya çıkışından; Yunan, Roma uygarlıklarından; mucitlerden, ressamlardan, edebiyatçılardan söz ediyor. Asansörün icadı, Roma imparatoru Marcus Aurelius’un özel doktorunun kahkaha terapisi ya da Maya krallıklarındaki resmi sanat gibi ilginç anekdotlarla da besliyor dünyanın belleğini, bizi. “İlk başta bizim ebemiz olan zaman, gün gelecek celladımız olacak. Dün, zaman bizi emzirdi ama yarın yiyecek” acı gerçekliğini, dünyada kaybolan her şeyin dünyada saklandığı umuduyla yumuşatıyor.

Tarihi bir savaş süreci olarak tanımlayamayacağımızı düşünen Foucault abimiz, tahakküm süreçlerinin savaştan daha karmaşık, daha içinden çıkılmaz olduğunu öne sürüyordu. Resmi tarih de bu süreçlerden biri kanımca. Dolayısıyla tahakküm karşıtı efil efil bellek açlığı çekilen şu çivisiz zamanlarda, resmi tarihin teraneleriyle tıka basa dolu, belleksiz bir toplum olduğumuzun temcit pilavı gibi önümüze sürülmesine değil, karşı tarih yazımına, bir anlamda bunu gerçekleştiren –ilk elden aklıma gelen– Galeano, Foucault, Yıldırım Türker gibi yazarları okumaya daha çok gereksinimimiz var. Evet.

teriste@gmail.com