Dalga Gibi Geçiyoruz

Mehmet Sinan

                                                                     

Yarının ekonomisi ve uygarlığı biçimlenirken, hepimiz -bireyler, şirketler, organizasyonlar ve devletler- herhangi bir kuşağın karşılaştığından daha hızlı, daha vahşi bir dalgayla geleceğe doğru süzülüyoruz.
 
Her şey bir yana, böyle bir zamanda hayatta olmak bile muazzam bir şey. Yirmi birinci  yüzyılın geri kalanına HOŞGELDİNİZ!

Alvin Toffler - Zenginlik Devrimi

Bu sayfayı işgal edecek yazıyı kotarmak neredeyse beni iki ay uğraştırdı. Yazdığım şeylerin basılıp geri dönülmez noktaya geleceğini ve yazdığıma pişman olacağımı görmek düşüncesi ne berbat bir şeymiş be arkadaş. Sonuçta da ortaya bu ufak yazı çıktı. Aslında bu yazı yazmak istediğim o yazı değil. O yazıya başlayamadım bile. Neyse, konu o konu ama bu yazı başka.
 
Küreselleşme, Bilgi ve Teknoloji Devrimi, Sanayi Ötesi Toplum, Postmodern Çağ, Üçüncü Dalga, Post Kapitalizm, veya yakın gelecekte yaygın adını bulacak olan “Her Neyse Devrimi”. Bana kalsaydı, Dijital Devrim’i tercih ederdim... Konu içinden geçmekte olduğumuz olağanüstü değişim zamanları. Konu da konuymuş yani...
 
Değişim düzçizgisel bir doğrultuda aritmetik -geometrik değil, uzaysal bir genleşmeyle (logaritmik-entropik-kaotik bir karmaşa içinde) büyük hızlarda sürüyor. Sürecin neresinde olduğumuz, nereye doğru evrildiğimiz ve nasıl bir yere varacağımız henüz belli değil. Kafa karıştıran binlerce durum var, sanki artık bir tür tarih sonrası zamana düştük. Tarih bitmedi ama her şey hızla tarihe karışıyor. Bu süreci yaşayan eskimekte olan kuşaklar, bugünkü öğrenme hızlarıyla, dünyayı görme biçimleriyle “zamanın ruhunu” kavramakta zorlanıyor. Kullanageldiğimiz düşünce araçları, kavramlar, sözcükler yetmemeye başlıyor. Dünya artık tam bir Babil Kulesi gibi. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Herkes kendi diliyle konuşuyor. Bilgi birikimi kadar, bilgi kirlenmesi de artıyor. Her şey, birbiriyle içiçe geçmiş tam gaz bir yerlere gidiyor. Yeni, anında eskiyiveriyor. Eski, artık eskisi değil, nostalji eski nostaljiler gibi değil. Tek zaman var, içine hapsolduğumuz: mutlak şimdi!
 
Şunlar oluyor; hakikat sanallaşıyor, insanın ve yaratıcı-üretici emeğinin yerini sofistike teknolojiler alıyor, insan azalıyor, işlevsizleşiyor, yalnızlaşıyor. Üretim ilişkilerinin niteliği değişiyor. Güç ve mülkiyet az sayıda insanın elinde yoğunlaşırken geriye kalan muzzam bir dünya kitlesi bireylerine atomlaşıyor, toplumsalıktan uzaklaşıyor. Diyalektik, kendisini yadsırcasına bozuluyor. Muazzam bir enerji bir şekilde birikiyor. Sorun bu enerjinin bizi neye dönüştüreceği.
 
Buraya kendi doğamızla evrildik. Ama galiba yanlış bir yere geldik. Sanki insanlık son uzun koşusuna hazırlanıyor. Ya kendisini sonlandıracak bir kaosa (ki sırf son Kopenhag İklim Zirvesi sonuçlarına bakmak bile kötümser olmak için yeterli) ya da başka bir dünyaya... Korkusuzca yaşanabilir, sürdürülebilir bir hayata. Yani konu harbiden çok çok büyük.
 
Bu arada içimdeki öteki ben yüksek sesle: “Tamam kardeşim, anladık. Resim büyük, karmakarışık, her şey çok hızlı, filan… Anlat anlat bitmez. Ayrıntıda boğulmayalım. Ne oluyor, nasıl oluyoru bırak da, ne yapacağıza gel artık!” diyor.
 
Sokaktaki vatandaş olmaktan, nesne-birey olmaktan kurtulup özne-insan olmaya yaklaşabilmek için yeni algılama ve kavrama biçimleri geliştirmemiz gerekiyor. Yeni içe bakış yolları bulmamız, kendimizi yeniden tanımlamamız gerekiyor. Eski tartışmaları, belki daha sonra tekrar dönmek üzere bir tarafa bırakıp, deli gibi yeni tartışmalara girmek, her şeyi yeni baştan sorgulamak gerekiyor. Kafa karışıklığına düşmek, bir şeyi bırakıp başka bir yerden devam etmek gerekiyor. Çok daha fazla ve meraklı okumalar gerekiyor. Biraz yorulmak gerekiyor. Ötekileri bu konuda yormak gerekiyor. Çünkü hepimizin üstüne çok daha yorucu bir gelecek geliyor. Ciddiyim.
 
İşe başlamanın en yakın noktası ise insanın kafatasının içindeki kişisel uzayını keşfe girişmek olabilir. Hani ego var ya ego, ah işte o egodan başlamak gerekiyor bence. Çünkü dönüp dolaşıp geleceğimiz yer orası. Kendi beynini, işleyişini, marifetlerini, ihtiyaçlarını, sınırlarını bilmek... İnanılmaz kapasitesini, nasıl ve neler yapabileceğini bilmek. Kendini, aynaya bakarak veya ötekinin algısında değil kendinde tanımak için ortalıkta o kadar çok da malzeme var ki.
 
İnsanın kendisinden başlayan, ötekine, hayatı birlikte yaşadığı insanlara, zamanın mantığına, yeryüzünün galaksideki öyküsüne giden yolu izlemek bizi yeni bir hayata götürebilir. Bilgi çağını buyur ettiğimize göre, bilgiyle haşır neşir olmalıyız. Ayrıca acayip de keyifli olabilir bu iş. Hele aynı kafadakilerle, birlikte yol alabiliyorsan...
 
Hazır fırsatı bulmuşken ben de biraz “gelecek teorisyenliği” yapayım: belki de bu “dalga” böyle sürecek, insanlık kendi kıyametini yaşamaktan kaçınamayacak ve dünyayı getirdiği yıkım dönemecinden başka bir dalgaya geçecek. Yeni kadınlar ve yeni erkekler yeni bebekleriyle doğayla barışacak. Yeni doğalarıyla, herkesin sevgiyle paylaştığı yepyeni bir hayat başlayacak. Böyle bir ütopyaya neden –şimdi ve burada- kendimizle başlamayalım ki?
 
Ömür boyu sürecek uzun bir yol var önümüzde yani.
 
Aslında bu yazı hakkaten bitmez. Başlangıç için fena sayılmaz bu kadarı da. Şimdilik burda kesmek en iyisi. Zaten ben şimdi bu yazıyı baştan bir daha okuyacağım. Belki bir üslup sorunum vardır.
 
Sonrasına bakacağız artık.

info@kargamecmua.org