Canavarın Başı Nerede?
Beni hatırladın mı okur? Tayfun hatırlamış geçen sayıda, sinirli ama sempatik demiş. Hastaneden çıksın, bir kez daha alacağım görüşlerini, sol dirseğim hizasındaydı, kusura bakmasın, gözüm bir kararmıştı gerçi ama o kadar da sert yapmak istememiştim, severim kendisini.
Benim sevmediğim şey eleştiri be okur. Eleştirmeyi sevmem daha doğrusu. Ha, kendimi eleştiririm, yeri gelir seni de eleştiririm ama birinin ya da bir ekibin yaptığı ve insanlara sunduğu bir işi eleştirme hakkını kendimde görmem. Bir miktar da amaçsız bulurum bu eylemi, sonuçta yapılan yapılmıştır, ben orasını burasını beğenmedim diye değiştirecek değildirler. Yok efendim ben tüketiciye kılavuzluk ediyorum diyenler de bir geri dursun. Seninki sadece bir çift gözdür, yaşamış olduğun sadece bir hayattır, çocukluğunda yediğin tokat kendi tokadındır, seni hukuk profesörü de yapmış olabilir, pezevenk de. Demem o ki, her birimiz bir boncuğa da farklı bakarız, bir kitaba da, bir filme de. Kendi sözünün düstur kabul edilmesini bekleyenle işim olmaz.
Bu sayı 500 sayfalık bir kitap okuyup onun hakkında yazmak zor geldi bana. Ben de işlerini ilgiyle takip ettiğim bir grup insanın son dönemdeki işi Kaptan Feza’dan yola çıkarak sinema üzerine naçizane fikirlerimi sana anlatmaya karar verdim sevgili okur. Ümit Ünal ve Hakan Karahan ortaklığından bahsediyorum. Eleştireceğim bu insanlar değil, sensin yine, bir de senin benim ve bizim gibilerin oluşturduğu bu toplum.
Bir yönetmen düşünün, önce senaristmiş, Türk sinemasında kalbur üstü birkaç filmin senaryosunu yazmış. Sonra da 9 gibi bir filmle başlamış yönetmenliğe ki bence o filmi çekebilecek dünyada çok az yönetmen vardır.
Bir oyuncu-yapımcı düşünün, bir kısmımızın iş hayatının zirvesine çıkıp emeklilik planlarını yapmaya başlayacağı yaşta, para, likidite, boğa, ayı gibi kavramların üzerine kurulu bir kariyeri bırakıp bambaşka bir şeyi deneme cesaretini göstermiş.
Bu iki insanın ilk buluşmasından ortaya çıkan sonuç Hasan Ali Toptaş’ın romanından uyarlama Gölgesizler. Burada bu film için de bir parantez açmak istiyorum. SİYAD’ın bu yıl izlemeniz gereken on film listesine koyduğu Gölgesizler’in yurdum festivallerinden ödülsüz dönmesi, hatta en bilinen festivalimize kabul bile edilmemesi, henüz film festivallerimizin “festival” adından ziyade “karnaval” adıyla anılması gerektiğini gösteriyor bana.
Gelelim Feza’ya. Yaptığı işle “başarılı” rozetini takmış bir insanın başka bir şey deneme kredisini kazanması için zaten başarılı olduğu alanda kaç ürün vermesi gerekir sevgili okur? Ya da bu kredi nasıl kazanılır? Piyasada yaptığın işler hakkında yorum yapan, yaptığı yorumla da kitleleri yönlendirecek etkisi olan birkaç kişinin üzerinde eserinizi eski yaptıklarınızla karşılaştırmadan değerlendirmelerini sağlayacak etki nasıl bırakılır?
Başka şekilde sorayım, Tarantino’nun yaptığı iki tane B-Film göndermesi ayakta alkışlanırken, tüm senaryo boşlukları, kasıtlı çekim hataları, görüntü ve sesteki bilinçli kalitesizlik sanat dehası olarak nitelendirilirken, neden bir Yeşilçam göndermesindeki tüm boşluklar, yanlışlar, acımasızca ortaya dökülür. Milliyetçi bir tavır değil benimkisi, sadece dönüp dolaşıp paraya bağlanıyor gibi bütün meseleler, ona geriliyorum. Kaptan Feza zaten iki hafta kalacak gösterimde, her seansı kapalı gişe oynasa bile kazanacağı para belli. Sen bu yazıyı okurken çoktan inmiş olacak afişleri, DVD’sini bekle artık.
Bir yaratıyı değerlendirirken önce yapılmak istenen şeyin ne olduğunu anlamak gerekiyor galiba. Adamın ne yapmak, ne demek istediğini görmeli önce, sonra demek istediğini diyebilmiş mi ona bakmak. Avatar’ı yapanlar para kazanmak istemişler, kazandılar, filmi beğenmesem de stratejisiyle, tanıtımıyla projenin genelini başarılı kabul ederim. Kaptan Feza’yı yapanlar bambaşka iki dünyanın insanlarının çok farklı yaşam savaşlarını birbirlerine, onlar aracılığıyla da bize göstermek istediler ve bunu yaptılar. Kötülükle tüketilmiş bir hayatın uzatma dakikalarında beraberlik golünün gelebileceğini anlatmak istediler, bunu da yaptılar. O zaman Feza da başarılı.
Bir hikâyesi olan işler başarılı olur sevgili okur. Bu işe cesareti olanlar, biz de yapabiliyoruz demek için Boğaz Köprüsünü yıkmaktansa, bırakalım anlatmak istedikleri hikâyeyi anlatsınlar.
“Canavarın kafası nerede?” Burada… Canavarın başı burada…