Puzzle’dan birkaç parça

Alvin Toffler’in “Üçüncü Dalga”sından yola çıkarak hazırladığımız dosyamız, aslında içinden geçmekte olduğumuz ve kuşağımızın muhtemelen sonunu göreceği değişim/dönüşüm sürecini incelemeye, okumaya ve mecmua içinde tartışmaya başlayışımıza bir giriş. İnsanlık devasa bir puzzle’ı çözmeye çalışıyor. Sanayi toplumundan yeni bir topluma geçerken birbirinin üstüne gelen dalgalar, dipte anaforlar ve irili ufaklı kargaşalara neden oluyor. Konu üzerine kafa yoran tek insan elbette ki Toffler değil. Bu nedenle puzzle’ın farklı parçalarına dikkat çekebilmek ve daha da önemlisi farklı okumalara vesile olmak umuduyla konu üzerine yazılmış eserlerin bir bölümünden bir derleme oluşturduk.

Gözümüzün önünde yepyeni bir uygarlık doğuyor ve birtakım körler her yerde bunu durdurmak için uğraşıyor. Bu yeni uygarlık yeni tür aile düzenlerini, değişik çalışma, sevişme, yaşama biçimlerini de birlikte getiriyor. Yeni bir ekonomi, yeni siyasal anlaşmazlıklar ve hepsinin ötesinde değişik bir bilinç getiriyor. Bu yeni uygarlığın bazı bölümleri günümüzde oluşmuş bulunuyor. Daha şimdiden milyonlarca insan yaşamını yarına göre ayarlıyor. Öbürleri, gelecekten korkanlar, boşuna bir çabayla geçmişe kaçmaya, kendilerini yaratan ama şu anda ölmekte olan dünyayı diriltmeye çalışıyorlar.
 
Bu yeni uygarlığın doğuşu çağımızın en sarsıcı tek olayıdır.
 
Temel olay, önümüzdeki yılları anlamamızı sağlayan anahtardır. On bin yıl önce tarımın bulunmasıyla başlayan Birinci Dalga’nın ya da Sanayi Devrimi’yle başlayan İkinci Dalga’nın getirdiği değişiklikler kadar önemli bir olay. Bizler, yeni devrimin, Üçüncü Dlaga’nın çocuklarıyız.
 
Bu olağanüstü değişikliğin gücünü, kapsamını anlatabilmek için sözcükler arıyoruz. Uzay Çağı’ndan, Bilişim Çağı’ndan, Elektronik Çağ’dan söz ediyorlar. Zbigniev Brzezinski bizi bir “teknotronik çağın” beklediğini söylüyor. Sosyolog Daniel Bell yaklaşan “sanayi sonrası toplum”u anlatıyor. Sovyet fütüristleri “Bilimsel Teknolojik Devrim”den söz ediyorlar. Bense, yaklaşan “süper sanayi toplumu” hakkında bir sürü yazı yazdım. Ama benimki dahil, bu adların hiçbiri yeterli değil.
 
Alvin Toffler, Üçüncü Dalga

Tarihte de bu tür sınır çizgileri görülür. Onlar da gösterişsiz olma eğilimindedir ve kendi dönemlerinde fazlaca dikkat çektikleri pek görülmez. Ama bu sınır çizgileri bir kez aşıldı mı, sosyal ve siyasi görünüm değişir. Sosyal ve siyasi iklim farklıdır; sosyal ve siyasi dil de. Yeni gerçekler oluşmuştur.
 
1965-1973 arası bir tarihte, bu tür sınır çizgisini aştık ve “önümüzdeki yüzyıl”a girdik. Politikayı bir iki yüzyıl biçimlendirmiş olan inançları, taahhütleri ve bağlantıları geride bıraktık. Üzerinde bize rehberlik edebilecek tanıdık sınırtaşlarının pek az olduğu siyasi bir terra incognita’dayız.*
 
*terra incognita: Henüz keşfedilmemiş topraklar.
 
Peter F. Drucker, Yeni Gerçekler

Yeni gelen, henüz yerleşmiş ve sağlam değil; kaygılarla ve derin bölünmelerle yüklü. Çoğumuz, kendimizi üzerinde hiçbir etkimiz olmayan güçlerin kıskacında hissediyoruz. Kendi irademizi bu güçlere yeniden empoze edebilir miyiz? Ben edebileceğimize inanıyorum. Şu anda yaşadığımız acizlik, kişisel başarısızlıkların bir işareti değil, sadece kurumlarımızın yeteneksizliğini yansıtıyor. Sahip olduğumuz kurumları yeniden düzenlemek ya da yenilerini yaratmak zorundayız. Çünkü küreselleşme, bugünkü yaşamlarımızda tesadüfi bir olgu olarak yer almıyor. Yaşamımızın tüm çerçevesini değiştiren bir olgu. Şimdi bu yoldayız.
 
Anthony Giddens, Elimizden Kaçıp Giden Dünya

Teknolojik ilerlemenin yürüyen merdivenine kapılan toplumlar kendilerini, değişen ekonomik koşullara ayak uydurabilmek için sürekli bir çaba içerisinde bulurlar. Makineyle üretim insanları taşradan şehirlere itip kocaları aileden ayırmışken, bilgi teknolojisi ise bu insanları yeniden taşraya göndermekte ve kadınları işgücü içerisine itmektedir. Tarımın icat edilmesiyle çekirdek aile yapısı yok olmuş, bu yapı sanayileşmeyle yeniden ortaya çıkmış ve sanayileşme sonrası döneme geçişle birlikte dağılmaya başlamıştır. İnsanlar, zaman içerisinde, bu değişen koşulların tümüne uyum gösterebilmektedirler, fakat teknolojik değişimin hızı çoğunlukla toplumsal uyum sürecinin hızını aşmaktadır. Toplumsal sermaye stoku talebi karşılayamadığı zaman toplumlar çok büyük bir bedel ödemek zorunda kalırlar.
 
Francis Fukuyama, Büyük Çözülme

“Z Kuşağı”nın işi zor. Ya idealist değerlerden uzaklaşmadan, pragmatist bir yaşamla Fukuyama’nın “Son İnsan”ı olacaklar ve tarihin sonu gelecek ya da uyanıp, çelişkileri sorgulayıp “Son İnsan” olmayı reddedecekler ve tarih devam edecek.
 
İşte bu nedenle Z Kuşağı’nın üzerinde önemle durmak gerek. Aksi takdirde, alfabenin son harfi gibi, Z’nin de “Son İnsan” olmasını sadece seyretmek kalır bize.
 

Hakan Senbir, Z “Son İnsan” mı?

Bize bu kadar anlaşılmaz biçimde çarpan olgu, çoğu kez gerçeği çıldırmış bir kaleydeskopa çeviren değişim hızına göz attığımızda daha anlaşılır bir biçim almaktadır. Çünkü değişimin korkunç hızı, yalnızca endüstrileri ve ulusları tokatlamamaktadır. Söz konusu hız, kişisel yaşamımızın derinlerine dek inen, bizi yeni davranış biçimlerine zorlayan, yeni psikolojik hastalığın kucağına atan somut bir güçtür. Bu yeni hastalık “gelecek korkusu” olarak adlandırılabilir. Yeni hastalığın kaynaklarını ve belirtilerini bilmek, akılcı bir çözümlemeye gelmeyen birçok konuyu da açıklama olanağını bize verecektir.

Alvin Toffler, Şok – Gelecek Korkusu

Hiçbir tema toplumsal bağın kopuşu kadar yaygın değildir bugün. Aile, arkadaşlar, okul ortamı ya da mesleki ortam gibi yakın çevre grupları her yerde bunalımda görünür; liderleri etkilerini güce ve saldırganlığa dayandıran gruplarda olduğu gibi, bireyi, özellikle de gençken ya da yaşlıyken, eşsiz, ailesiz, yabancı ya da oradan oraya göçen bir halde, ya da depresyon ya da yapay ve tehlikeli birtakım ilişkilerin arayışına sürükleyen bir yalnızlık içinde bırakan türden bir bunalım.
 
Alain Touraine, Bugünün Dünyasını Anlamak İçin Yeni Bir Paradigma

Kapitalizm, Karl Marx’ın 1867 yılında yayımlanan Das Kapital adlı kitabında onu ayrı bir sosyal düzen olarak tanımlamasından bu yana, yüz yılı aşkın süreden beri egemenliğini sürdürmektedir. Ama “kapitalizm” kelimesi ancak aradan 30 yıl geçtiğinde, yani Marx’ın ölümünden bile bir hayli sonra çıkmıştır. Bu nedenle, bu Bilgi’yi bugün kaleme almaya çalışmak çok büyük küstahlık olur, çünkü vakit çok erkendir. Bu kitabın yapmaya çalıştığı şey, bizler kapitalizm çağından (o çağ tabii aynı zamanda da sosyalizm çağıydı) ayrılmaya başlarken, toplumun ve politikanın durumunu tarif etmektir.
 

Peter F. Drucker, Kapitalist Ötesi Toplum

Metalaştırma ve sermaya evrenselliği, (kâr makinesi) toplumsal yaşamın üretildiği ve yeniden üretildiği “dünyaların”, coğrafi, ekonomik yapılarını, kültürel kodlarını çözüyor, homojenleştiriyor, özgünlüklerini yokediyor. İkincisi, bu evrenselleştirme süreci içinde, güçlenen askeri / sinai-finans-medya-bilişim tekelleri üzerinde, her şeye egemen, kimi araştırmacılara göre sayıları 10 bini geçmeyen, bir oligarşi şekilleniyor. (Örneğin: David Kothkopf, Superclasses: The Global Power Elite and the World They Are Making, 2008)
 

Ergin Yıldızoğlu, http://erginyildizoglu.blogspot.com

Böylece, insan emeğinin her tür zenginliğin kaynağı olduğu bir dönem, sonuna yaklaşıyor. Yirmibeş yıldır gizliden gelişen üçüncü sanayi devrimi başladı. Bugüne değin sanayileşmenin hiç dokunmamış olduğu alanlara (özellikle eğitim, tıp gibi) yayılmayı vadediyor (ya da benimsenen bakış açısına göre tehdit ediyor). Üretimin büyümesiyle iş olanaklarının büyümesi arasındaki bağı koparıyor. Keynesci ekonomi politiğin doğmalarından biri, yatırımların canlandırılmasının işsizliği azaltacağını, zor durumda bırakıyor.
 
Keynes öldü, onunla birlikte “tam istihdam” politikaları da. Bugün ortaya çıkan sorular şunlardır: Üçüncü sanayi devrimi bizi, işsizlik toplumuna mı, yoksa boş zaman toplumuna mı doğru götürecek? İnsanları yıpratıcı işlerden kurtaracak mı, yoksa zorunlu etkinsizliğe mahkum etmekle büsbütün yıpratacak mı? Giderek artan zenginliklerden yararlanmamıza karşın daha az çalışacağımız bir altın çağa mı giriyoruz, yoksa bu devrim bazılarımızı işsizliğe bazılarımızı ise aşırı üretkenliğe mi mahkum ediyor?
 

André Gorz, Elveda Proletarya

Bugün artık her şey değişmiştir. Bundan böyle anlam bunalımı yoktur. Çünkü her yerde giderek daha çok anlam üretilmektedir –yetersiz kalan artık taleptir. Sistemin asıl sorunu da bu anlam talebi üretimidir. Talep, anlam arzusu ve anlama minimal düzeyde katılma olmazsa iktidar boş bir hayal ya da anlamsız bir perspektif olmaktan öteye gidemeyecektir. İşte burada da talep üretimi anlam üretiminden çok daha pahalıya mâl olmaktadır. Sonuna kadar gidildiğindeyse bunun olanaksız bir şey olduğu görülecektir. Çünkü sistem bütün enerjilerini bir araya getirebilse bile bu işi başaramayacaktır. Çünkü mal ve hizmet talebi her zaman için yapay bir şekilde üretilebilir. Biraz pahalı olmakla birlikte herkesin satın alabileceği bir fiyata satılması mümkündür. Bunun örneklerini gördük. Anlam yokluğuysa kesin bir yıpranmışlıktan başka bir şekilde yorumlanamaz.
 

Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde

Kapitalist küreselleşme sürecinde piyasalar daha entegre ve uluslararası hale geldikçe, malların, hizmetlerin ve haliyle sermayenin önündeki kısıtlamalar ve kontroller hızla ortadan kaldırılıyor. Sermayenin güvenine mazhar olabilmek kaygısıyla ülkeler ücretleri, çalışma koşullarını, istihdam ve sosyal güvenlik standartlarını, çevre düzenlemelerini ister istemez aşağı çektikçe dibe doğru bir spiral oluşuyor. İşte bu duruma “dibe doğru yarış” (race to the bottom) deniyor.
 
Hayri Kazanoğlu, Küreselleşme Heyulası

İki şeyi karıştırmayalım: Küreselleşme ile geleneksel yaşam tarzlarından kopuş. Bu kopuşun küreselleşme ile doğrudan ilintilendirilebilecek tek veçhesi iş güvencesinin ortadan kalkmasıdır; çünkü küreselleşme, şirketleri, kendi işgüçlerine yönelik olarak gayet esnek bir politika uygulamak zorunda bırakmaktadır. Fakat bu bile, çoğu durumda, uluslararası rekabetten dolayı değildir. İş güvencesizliği, insan emeğine olan bağımlılığı mümkün olduğunca azaltarak ya da çalışanlara daha az ücret ödeyerek kârı arttırma amacına hizmet eden yeni bir strateji ve taktiktir. Modern kapitalist ekonomide verimliliği kolayca arttırılamayıp maliyeti de kolayca azaltılamayan biricik faktör insandır. Dolayısıyla insanı üretim sürecinden bertaraf etme yönünde korkunç bir basınç vardır. Küresel rekabet olsa da olmasa da bu yaşanacaktır.
 

Eric Hobsbawm, Yeni Yüzyılın Eşiğinde

Postmodern toplumda sermayenin devletinden kurtulmak istemesinin yanı sıra devlet de ulusundan kurtulmak istiyor. Ulus; geçmişte elde ettiği ve yasalara geçmiş kazanımlarıyla, piyasanınkinden başka kural tanımayan küresel kapitalizmin önünde bir engel oluşturuyor. Çalışabilir nüfusun beşte biriyle üretimin sürdürülmesinin mümkün olduğu bir dönemde devlet geçmişte ulusuna karşı girdiği angajmanlardan vazgeçmeye, yükümlülüklerinden sıyrılmaya çalışıyor. Sermayenin küreselleşmesi karşısında yerel, iktidarsız kalan ulusal devlet ve siyasetçiler sosyal harcamaları azaltma, işten çıkarmaları kolaylaştırma vb önlemler alıp ulusa uyum ve esneklik öneriyorlar. Devlete ve siyasete güveni kalmayan ulus siyasi kayıtsızlığa yöneliyor. Eskinin sorumlu yurttaşı, güvenlik güçlerinin yerlerini tanıtım ve reklamcılığa terk ettiği yeni toplumda piyasa tüketicisine dönüşüyor. Modern kapitalizmde ortak davaların tartışıldığı bir alan olan kamuoyu, postmodern toplumda bireysel mahremiyetlerin, meselelerin, tek boyutlu, standart, medyatik bir dille dışa vurulduğu bir alan olarak ortaya çıkıyor.
 
Yaşar Çabuklu, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset

info@kargamecmua.org