19 Ocak’a -elbirliğiyle- nasıl varıldı?
Tayfun Polat
19 Ocak günü Agos'un önünde toplandık yine. Sayımız gittikçe azalıyor. Gayet sistemli bir biçimde unutturuluyor, hasır altı ediliyor Hrant'ın davası. Bizler adalet talebimizi yineledekçe, dalga geçilmeye devam ediliyor. 3 yıldır süren dava süreci öncesinde neler olmuştu, esas bunu hatırlamıyor çoğunluk. www.19ocak.org adresinde “19 Ocak'a -elbirliğiyle- nasıl varıldı?”ğı tüm açıklığıyla yer alıyor oysa. Metnin tamamını buraya koyamasak da dileyenler girip bu adresten okuyabilirler. 20 Ocak 2007’de yüzbinleri bulan kalabalık, kendiliğinden tepki vermişti. Şimdi birkaç gazetenin yazdığına göre 3.000 kişiymişiz 19 Ocak'ta, Agos'un önünde. Oysa Ümit Kıvanç'ın geçen yıl Hrant'ın arkadaşlarıyla birlikte hazırladığı “19 Ocak'tan 19 Ocak'a” belgeselinde dile getirdiği gibi, her davada binler olmak, her seferinde adalet isteğimizi daha yüksek sesle dile getirmek gerekiyor. 8 Şubat’ta yeni celse var. Niye orada olmamız gerektiğini hatırlatmak istedik.• 2004’ün 6 Şubat’ında Agos’ta, Gaziantepli Hripsime Gazalyan’a dayanılarak, Sabiha Gökçen’in, 1915 katliamı sonrasında evlat edinilen Ermeni çocuklarından biri olduğu yazıldı.
• 15 gün sonra Hürriyet bu haberi manşetine taşıdı. Hürriyet’teki haber üstüne Genelkurmay hemen ertesi gün müdahale etti. Hürriyet, Sabah, Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri Genelkurmay’ın açıklamasına arka çıktılar. Yine Milliyet’te Hasan Pulur, bu vesileyle Hrant’a doğrudan saldırdı. Ondan “Türkçe’yi iyi bildiği anlaşılan...” diye sözedip Hrant’ı sanki bir yabancıymış gibi takdim ederek, “Cumhuriyet ve Türkiye düşmanı bir Ermeni,” dedi. Cumhuriyet’te İlhan Selçuk da geri durmadı.
• Genelkurmay açıklamasından iki gün sonra, 24 Şubat 2004 günü, Hrant İstanbul Valiliği’ne çağırıldı. Vali yardımcısı Ergun Güngör’ün odasında, iki “istihbarat görevlisi” ona, hayatının tehlikede olduğunu ima etti. Bu görüşmeden İstanbul Valisi Muammer Güler’in de, dönemin içişleri bakanı Abdülkadir Aksu’nun da haberi olduğu sonradan ortaya çıkacaktı. Hrant’ı tehdit eden iki “istihbarat görevlisi”nden Ö.Y., çok sonra, Ergenekon soruşturmasında da karşımıza çıkacaktı.
• Mehmet Soykan adlı yurttaşın şikâyet dilekçesini değerlendiren Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nın, Hrant’ın bir yazısından ötürü, “Türklüğü aşağılama” suçlamasıyla 301’den dava açtığı gün, 25 Şubat’ta, Cumhuriyet’ten Deniz Som, Hrant’ın Ermeni kimliği üzerine kaleme aldığı yeni bir yazısında Hrant’ın, “Adolf Hitler’in bile ilerisinde bir faşist” olduğunu ileri sürdü.
• Hrant, sözkonusu yazıyı Agos’ta, Sabiha Gökçen haberinden önce yazmıştı. Gökçen haberinden sonra üstünde esas gürültü koparılan ve Hrant’ı öncelikle kamuoyu gözünde mahkûm etmek için sözleri tersine çevrilerek kullanılan yazıda Hrant şöyle demişti: “Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluş yolu gayet basittir. ‘Türk’le uğraşmamak. Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı alan ise artık hazırdır. Gayrı Ermenistan’la uğraşmak. Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.” Kastı açıktı: “Türk’le uğraşma”nın Ermenilerin kanını zehirlediğini ileri sürüyordu.
• Ülkü Ocakları, 26 Şubat’ta Agos gazetesi önünde “ya sev ya terk et” gösterisi düzenledi ve “Bir gece ansızın gelebiliriz,” diye bağırdılar. Dönemin Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz, “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir,” diye ilan etti. Levent Temiz daha sonra Ergenekon davası sanıkları arasında yeralacaktı.
• Hrant’ın ve Agos’un, onların şahsında Türkiyeli Ermenilerin açıkça tehdit edildiği bu gösteriyi Türk medyası haberleştirmedi. Ne televizyonlarda görüntüsü ne -Gündem ve Yeniçağ hariç- yazılı basında tek satır yeraldı. Bunun yerine, 2004 Şubat’ının sonunda Emin Çölaşan, Dink’i “şeriatçı özlemi olanlar, Türkiye’nin bölünmesini isteyenler, Apo’ya özgürlük isteyenler”le biraraya koydu. Çölaşan’a göre Hrant, Türk kanının zehirli olduğunu ileri sürmüştü. Kuşatma ilerliyordu. Önce Vatan gazetesinin başyazısına Orhan Kiverlioğlu, “Hrant’ın hırlayışı” başlığını attı, faşist falan gibi siyasi hakaret sıfatlarıyla yetinmeyip Hrant’ın “maymun genleri taşıdığını”, ondan “orangutan maymununun bile tiksindiğini” ve “Türklüğe hırlayan Hrant’ın kafasına dank edecek bir kanun olmalı,” diye yazdı.
• Nisan 2004’te, Hrant ve Agos’un sorumlu yazıişleri müdürü Karin Karakaşlı hakkında “Türklüğü tahkir ve tezyif”ten dava açıldı. Duruşmada bir şikâyetçiler topluluğu hazır bulunuyordu ve bunların müdahil olma talepleri mahkemece kabul edildi. Mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti (İstanbul Üniversitesi’nden üç öğretim görevlisi), dava konusu yazıda isnat edilen suçun oluşmadığını bildirdi.
• 2004 Ağustos’unda, Trabzon’un Pelitli beldesinde (jandarma bölgesinde) oturan işsiz bir genç, “Başbakanın uçağında bomba var” ihbarında bulundu. Bomba yoktu. Sonradan, “polisin refleksini ölçmek için yaptım,” diyecekti. Yasin Hayal adlı bu genç, iki yıl önce askerden izinli geldiği sırada KTÜ öğrencisi Erhan Tuncel’le tanışmış, onun “Trabzon’da misyoner faaliyetleri çok arttı” sözlerinden etkilenerek ilk eylemini yapmıştı: Santa Maria Kilisesi rahibini gaddarca dövmek. Aynı günlerde, Yasin Hayal, Trabzon’daki McDonalds’a bomba koydu. Gerçi daha sonra BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu buna “maytap” diyecekti ama bomba patlamış, insanlar yaralanmıştı. Bombayı Erhan Tuncel yapmıştı. Polis onu da, İstanbul’a kaçan Yasin’i de yakaladı. Ama Erhan Tuncel’i dosyadan çekip çıkardı ve onu kendine muhbir yaptı. Yasin Hayal cezaevine girdi.
• Hrant hakkında birbiri ardına suç duyuruları yapılıyor, bunlar hemen değerlendirilip davalar açılıyordu. Artık ortada belirgin bir kampanya vardı. Ve bu kampanya Hrant’ın etrafına bir “suç ve ceza” duvarı örmekle sınırlı değildi. Çünkü her mahkemesinde hep aynı kişilerin başını çektiği saldırgan bir grup hazır bulunuyor, Hrant’a ve ona destek olmak için mahkemeye gelen dostlarına, avukatlarına sataşıyor, saldırıyorlardı. Basın ise organize saldırılardan başka bir şey olmayan bu eylemleri, “Gazilerden Hrant’a tepki”, “Protestoculardan polis kurtardı” gibi başlıklarla veriyordu
• Aynı günlerde Yasin Hayal cezaevinden çıktı. İçeride İBDA-C’li arkadaşlar edindiğini, onlardan etkilendiğini anlatıp duruyordu. Trabzon Emniyeti onun aracılığıyla birtakım örgüt üyelerine ulaşabileceğini düşünmüş ve onu ciddiye almış olmalı ki, Yasin Hayal’in telefonunu dinlemeye başladı. Erhan Tuncel sonradan, Yasin’in cezaevinden çıktığında Ermenilere kin beslediğini anlatacaktı. Hayal ayrıca İstanbul’da bir eylem yapmayı da kafasına koymuştu, Tuncel’in söylediğine göre. Polis Yasin Hayal’in sadece telefonunu dinlemiyor, onu izliyordu da. Trabzon Emniyeti istihbarat görevlilerinin ifadelerine göre Yasin Hayal’i “son ana kadar” takip etmişlerdi. Çünkü Hayal, muhtemelen 2006 başlarından itibaren, Hrant Dink’i öldüreceğini açıkça söylemeye başlayacaktı. Jandarmanın gözündeyse başka bir Yasin Hayal vardı. Trabzon Jandarma İstihbarat Şube Müdürü “Feridun Yüzbaşı” onu pek seviyordu. Yasin’den “sağlam, temiz çocuk, görüştüğümüz bir çocuk, ileride iyi işler yapacak,” diye sözediyordu.
• Ekim 2005’te Hrant, “temiz kan”la ilgili yazısından ötürü altı ay hapse mahkûm edildi. Bizzat mahkemenin atadığı bilirkişi heyetinin “bu sözlerden bu anlam çıkmaz” raporuna rağmen! Hrant, üstüne atılan suçun “ırkçılık” olduğunu, bunu asla kabul edemeyeceğini, “alnına bu kara lekeyi” sürerlerse ülkesini terk edeceğini, “çekip gideceğini” açıkladı.
• Kemal Kerinçsiz’in öncülük ettiği Büyük Hukukçular Derneği yeni bir şikâyet kampanyası organize etti. Tek tip dilekçelerle yine savcılığa başvurdular. Hrant hakkında, kesinleşmemiş mahkeme kararı üstüne yorum yaptığı gerekçesiyle, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçlamasıyla 14 Ekim 2005’te bir dava daha açıldı. Bu davanın duruşmasında saldırganlar mahkeme koridorunda Hrant’a vurmaya kalktılar, ona “hain!” diye bağırdılar. Savcı, ortada herhangi bir suç olmadığını bile bile dava açmış, yargıçlar, ilk duruşmada beraat kararı verip davayı bitirebilecekken süreci uzatmışlardı. Böylece her biri yeni linç girişimlerine sahne olan duruşmalar yapılabiliyordu.
• Mahkeme önü gösterilerinde açılan bir pankart, Malatya katliamı ve Hrant Dink suikastları arasında bağ kurmayı sağlayabilecek, yürütülen plana ışık tutabilecek bir ifade içeriyordu. Bu pankartta Hrant’a, hep yaptıkları gibi “hain” vs. demiyor, onu “misyoner çocuğu” diye adlandırıyorlardı. Bugün, 2010’un ilk günlerinden dönüp bakınca, gayrımüslimlere yönelik terör eylemleri öngören “Kafes Planı”nı akla getirmemek zor. (Ya da 2001’in Aralık ayındaki MGK toplantısında “azınlık faaliyetleri” ve “misyonerlik”in “iç tehdit” başlığı altında sayıldığını hatırlamamak.)
• Bu defa savcılığa Hrant başvurdu. Bursa/Nilüfer’den Ahmet Demir adlı bir kişi Hrant’a “Gestapo Türk” imzalı tehdit mektubu yollamış, “oğlunu, seni ve Sarkis Seropyan’ı öldüreceğiz,” demişti. Suç duyurusunda Hrant, Şişli Adliyesi savcılarının bunu araştırmasını istiyordu. Tehditçi mektuba açık adresini de yazmıştı! Hrant öldürüldükten sonra, İstanbul Valisi Muammer Güler, “Dink’in korunma talebi yoktur. Sadece Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na başvuruyor, sonuç çıkmıyor,” diye sözedecekti bu olaydan. Sonuç elbette çıkmamıştı, çünkü geçen 11 ay içinde, Bursa Başsavcılığı ya da Bursa Emniyeti’ne yollanmış tek bir yazı yoktu!
• Tehdit Bursa’da değil Trabzon’daydı. Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü hem İstanbul’a hem de Emniyet’in tepesine, İstihbarat Daire Başkanlığı’na 17 Şubat 2006 günü şu yazıyı gönderdi: “Yardımcı İstihbarat Elemanından (Erhan Tuncel) alınan bilgilerden ‘bahse konu şahsın (Yasin Hayal) çevresinde bulunan arkadaşlarına Ermenilere karşı büyük bir kin beslediğini ve önümüzdeki günlerde İstanbul ilinde ses getirecek bir eylem yapmayı planladığını, hedef olarak da, Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’ni karalayıcı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle, AGOS Gazetesi genel yayın yönetmeni Fırat (Hrant) Dink isimli şahsı seçtiğini, maddi imkân sağladığı takdirde bahse konu eylemi gerçekleştirmek için İstanbul iline gideceğini ve Sarıgazi ilçesinde bir fırında çalıştığı bilinen abisi Osman Hayal’in yanında kalacağını söylediği’ öğrenilmiştir. Ayrıca bahse konu şahsın McDonald’s isimli işyerine yapmış olduğu eylem öncesinde de benzer söylemlerde bulunduğu göz önüne alınarak şahsın sözkonusu eylemi yapabilecek bir yapıya sahip olduğu değerlendirilmekte olup 0538 7193181 numaralı telefonu kullanan şahsa yönelik çalışmalarımız devam etmektedir.” Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç, yazıyla yetinmemiş, İstanbul’daki mevkidaşı Ahmet İlhan Güler’i telefonla arayıp ayrıca görüşmüştü. Cinayetten sonra bunu açıklayacaktı.
• Hrant her gittiği yerde izlenir, söylediği her şey yeni düşmanlık vesileleri yaratmak üzere haberleştirilir olmuştu. Hrant’ın adının geçtiği yerde mutlaka “Türklüğe hakaretten yargılanan Ermeni gazeteci” ibaresi yeralıyordu.
• Şimdi Ergenekon davasının sanıkları arasında yeralan çeşitli kişiler, Hrant’a karşı sürdürülen kampanyada hep ön saflardaydı. Ardarda suç duyuruları yaparak Hrant’ı mahkeme mahkeme sürüklenmek zorunda bırakan, duruşmaları da saldırgan gösteriler düzenlemek için fırsat haline getiren avukat Kemal Kerinçsiz hep ortadaydı. Meşhur Veli Küçük bu gösterilerden birine bizzat gelmişti. Oktay Yıldırım değişmez simalardandı. Sevgi Erenerol oradaydı.
• Propaganda, duruşmaları fırsat bilip düzenlenen eylemlerin ideolojik geri planını besliyordu. 16 Mayıs 2006 günü Hrant doğrudan saldırıya uğradı. Önce ona “şerefsiz, hain” diye bağıran yaklaşık 50 kişilik grup, mahkeme salonunda Hrant’ın avukatlarına bozuk para ve çakmaklar attılar, Hrant duruşmada söz aldığında Kerinçsiz kalkıp, “Sus, yeter artık!” diye haykırdı, çıkışta Hrant’a tükürmeye, vurmaya çalıştılar. “Gel de temiz Türk kanını gör, bakalım kimin kanı daha temiz”, “Seni şimdi hükümet koruyor, sonra kim koruyacak?” diye bağırdılar. Polis Hrant’ı ekip arabasıyla adliye garajından çıkartabildi.
• Zaman gazetesi, 17 Mayıs’ta bu haberi “Hrant Dink’e hain tepkisi” başlığıyla verdi. “Bazı kişiler”, “tepki göstermiş”ti. Sabah’ın başlığı da şuydu: “Arbede dava erteletti”.
• 2006 Mayıs’ında Yargıtay, Hrant’a yönelik operasyonun gelip geçici bir sindirme eyleminden ibaret olmadığını ortaya koydu. Yargıtay 9. Ceza Dairesi Hrant’ın altı ay mahkûmiyet kararını “usul” yönünden bozarken “suç işlenmiştir” dedi. Hrant’ın sözlerinin “Türklüğü tahkir ve tezyif edici nitelikte” olduğuna “kuşku bulunmamakta”ydı.
• Ancak Yargıtay başsavcısı, bu karara itiraz etti. Hrant’ın aynı konuda sekiz ayrı yazı yazdığını, kastının Ermenilerdeki Türk takıntısını eleştirmek olduğunu belirtti. “Ermeni kökenli Türk vatandaşları açısından da Dink’in sözleri eleştiri niteliğindedir (...) Ermeni kimliğinin korunmasını savunmak suç olmayacağı gibi, sanık mensubu olduğu cemaati/diyasporayı da eleştirmektedir,” diye uzun uzun anlattı.
• Erhan Tuncel’i muhbir (“yardımcı istihbarat elemanı” - YİE) olarak işe alan Trabzon Emniyeti’nin başındaki müdür, Ramazan Akyürek, bu sıralarda terfi etti, Ankara’ya, Emniyet’in tepe görevlerinden birine gitti: İstihbarat Daire Başkanı oldu.
• Hrant 14 Temmuz’da Reuters ajansına verdiği bir demeçte 1915 için “soykırımdır” dedi. Üç-dört gün geçmeden yeni soruşturma açıldı.
• Jandarmaya muhbirlik yapan Coşkun İğci, aşağı yukarı bu sıralarda, bağlantıda olduğu jandarma istihbarat görevlileri Okan Şimşek ile Veysel Şahin’e, Yasin’in Hrant’a suikast planlarından sözetti. İğci, Hayal’in eniştesiydi. Yasin’in elinde Hrant’ın evine, işyerine ait krokiler görmüştü. Hrant’ın internetten indirilmiş fotoğrafları da vardı. Ayrıca Yasin ona para vermiş, silah bulmasını istemişti. Görevliler İğci’ye, jandarma bölgesinde bulunduklarını hatırlattılar, “Yasin sürekli gözetimimiz altında,” dediler. Yine de aldıkları bilgiyi üstleri Yüzbaşı Metin Yıldız’a ilettiler, o da komutanı Albay Ali Öz’e aktardı. Ali Öz konuyu kapattırdı. Yasin Hayal’in eniştesinin jandarmaya ilettiği cep telefonu numaralarının dinlemeye alınmadığı da sonradan anlaşılacaktı.
• Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Hrant’ın “temiz kan” yazısında Türklüğü tahkir-tezyif ettiğine hükmetti. 16 Eylül günü Sabah gazetesi, Yargıtay’ın “ders gibi bir gerekçe” açıklayışına sevinirken, Akşam, “Hrant Dink ifade özgürlüğünü aştı” başlığını uygun görmüştü. Hürriyet ise, kurul başkanı ile bir üyenin karşı oy kullanmış oluşuna anlamlı bir yaklaşım getirdi. Hrant’ın fotoğrafını koyup yanına “Yargıtay’ı böldü” diye başlık attı. Bu da yetmedi. Hrant için 301’den yeni bir dava açıldı. Agos’ta, Reuters’e demecinin alıntılandığı haber gerekçe gösterilerek. “Türklüğü aşağılamış”tı, üç yıla kadar hapsi isteniyordu.
• 2006 Ekim’inde, Fransa parlamentosunun Ermeni soykırımını reddetmeyi suç sayan yasayı görüşmesi Türkiye’de özel bir gerilim yarattı. Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan, 11 Ekim günü valiliğe başvurdu ve ortamın gerginliğinden ötürü Türkiye Ermenilerine ait kurum ve kuruluşların güvenliğinin sağlanmasını talep etti. Anlaşılan Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı da patriğin endişesini paylaşıyordu ki, ertesi gün bütün illerin istihbarat şube müdürlüklerine yazı gönderdi, Ermeni vatandaşlara karşı girişilebilecek provokatif eylemlere karşı dikkatli olun, diye polisleri uyardı.
• Emniyet ayrıca özel olarak Hrant’ın hedef seçilebileceğinin de farkındaydı. İstanbul’un istihbarattan sorumlu emniyet müdür yardımcısı Şammaz Demirtaş, cinayetten sonra, başbakanlık müfettişlerine, “oluşabilecek sansasyonel durumlar nedeniyle” Hrant’ın “ilgi alanlarında” olduğunu söyleyecekti.
• Ocak 2007’de Yasin Hayal mermi arıyordu. Attığı SMS mesajı (“7.65 mermi lazım”) polisin elindeydi. Trabzon Emniyeti daha sonra bu mesajı tahrif edecek, savcılardan gizlemeye çalışacaktı. (Bu, tek örnek de değildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Trabzon polislerinin delil kararttığı veya gizlediği durumlara dair 11 maddelik bir tesbitle Trabzon savcılığına başvuracak, ama savcılık Trabzon polislerinin “memuriyet görevlerini gereği gibi yerine getirdikleri, üzerlerine atılacak herhangi bir kusur bulunmadığı” sonucuna varacaktı.
• Mermi aranıyordu, çünkü katil adayı belirlenmişti. Erhan Tuncel polise önce Yasin’in cinayeti bizzat işleyeceğini söylemiş, sonra başka bir tetikçi bulduğunu bildirmişti: Zeynel Abidin Yavuz. Fakat Yavuz Trabzon’dan (belki de bu işe bulaşmamak için) uzaklaşacak, Yasin Hayal onun yerine bir başkasını ayarlayacaktı. Erhan Tuncel polise bunu da bildirmişti. O sırada Ogün’ün (Samast) adını henüz bilmediğinden, “Pelitlispor’da sol açık oynayan, hızlı koşan bir çocuk buldu,” demişti.
• 15 Ocak 2007’de Hrant’ın, aldığı haksız mahkûmiyet kararıyla ilgili başvurusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ulaştı. Hrant uzun başvuru yazısında “AİHM’in kararından çok Türkiye toplumunun vicdani kararını önemsediğini”, “ısrarla bu ülkenin herkesle eşit bir yurttaşı olmak istediğini” belirtti. Uluslararası mahkemede bu başvurunun kayıt işlemleri tamamlandığında Hrant artık hayatta değildi.
• Sabah gazetesinde Erdal Şafak, Hrant öldürüldükten birkaç ay sonra (2 Temmuz 2007’de) şunları yazdı: “Geçen yılın sonbahar aylarıydı. Hrant Dink davalarına bakan yargıçlardan biriyle tesadüfen bir araya geldik. Sohbet sırasında Dink’in ‘Mahkûm olursam Türkiye’yi terk ederim’ sözünü hatırlattık. Yargıç bıyık altından güldü ve başımızı döndüren bir yanıt verdi: ‘Ya sevecek ya terk edecek. Başka seçeneği yok!” Yargıcın fikriyatı buydu.
• Hrant öldürüldükten sonra da fikriyat değişmemiş olmalı ki, cinayet davasının ikinci duruşmasında, 2007 Ekim’inde, sanıkları getiren cezaevi jandarma araçlarından birinin önüne “Ya sev ya terk et” etiketi yapıştırılmıştı. Katiller ve onları mahkemeye getiren jandarmalar, hep birlikte, söylemediği sözlerden ötürü Hrant’ı mahkûm eden yargıçlara selam gönderiyor gibiydi.
• Hrant’ın katilini Samsun otogarında yakalayıp Emniyet’e götüren görevliler, katille birlikte pozlar verip fotoğraflar, videolar çektirdiler. Ona “aslanım benim,” diye hitap ettiler. Katili Türk bayrağının ve “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez” yazılı takvimin önüne dikip görüntülediler, bu görüntüleri yaymaktan, dağıtmaktan çekinmediler. Samsun Başsavcılığı, “kamu görevlilerinin katil zanlısına sempati duyduğu intibaının oluştuğuna, bunun suç teşkil etmediğine” karar verdi. Emniyet Sözcüsü İsmail Çalışkan, video skandalına ilişkin görüşü sorulduğunda şöyle dedi: “Polisin profesyonel olması lazım. Duygu ve düşüncesini yaptığı işe yansıtmaması gerekir.” Ne yaparsınız ki, “kamu görevlilerinin” hissiyatı buydu.
Hrant, üç yıl süren; provakatörlerin, basının ve resmi görevlilerin de aktif rol aldığı bir kampanyanın sonucu olarak öldürüldü. Bugün davanın geldiği süreçte bu suçun 3-5 kişinin üzerine kalacağı ve onlarında cezalarını yatıp çıktıktan sonra kahramanlar gibi yollarına devam edecekleri açık. Hrant Dink Cinayeti 3. Yıl Raporu’nda belirtildiği gibi; “Ortaya çıkan deliller ışığında, Hrant Dink’in öldürülmesine giden yoldaki taşların, Hrant Dink’i açık hedef konumuna getirenler ile cinayeti önlemekle görevli güvenlik güçleri tarafından döşendiği, tetikçi sanıkların da bu yolda ilerlemek suretiyle Hrant Dink’i katlettiklerini söylemek hiç de yanlış ve abartılmış bir ifade olmayacaktır.” Ancak mahkeme davaya ilişkin tüm dava ve soruşturmaların birleştirilmesi talebini defalarca reddetti. Artık net olarak biliyoruz ki, izlenen bu yöntem ile bu cinayetin aydınlanması çok zor. Ama tüm bunlar karşısında hâlâ yapabileceğimiz bir şeyler var; unutmamak ve bıkmadan adaleti talep etmek.
tayfunpolat@hotmail.com