Biz Tütün Çiğnerdik…


Burak Bayülgen

İLK SÖZ:
 
Dalganın biri, ikisi, üçü hangisi ama kesin bunun sonunda dört yol ağzı var ve ben Mississippi’de doğdum. Dalga dalga mı geçiyor benle, bizle ne? Burada hastalık çıktı. Bu topraklarda bir şeyler… ve evet, artık herkes manyadı… İlk dalgada tütün her derda deva. Tarım?.. Sonra devrim ve Jack The Ripper şehre adımını attı. Endüstri? Jack The Ripper kesti, biçti ve psikanaliz, belden aşağısı her şey (beni, seni, herkesi çükümüz öldürüyormuş). Ve sonra üçüncü dalgada herkese kapsüller: dinozor adı gibi hepsi… Brontozorus: ama o dinozor adıydı. İşte onun gibi şeyler… Brontozorus… Pöhhhh. Dinozorlar yeniden canlanıyor. Mississippi’ye giremezler zannediyordum. Ama girdiler ve şu an ben dört yol ağzındayım ve dalga dalga bu tarlayı satmamak için birisini örnek alacağım şimdi:
 
DALGA 1: VERANDANIN ÖNÜNDEKİ SOHBET 
 
“Bu tarlanın işi bitti artık,” diyor. “Tütün tarlasının…”. “Niye?” diye soruyorum. “Hastalıkların tesiri uzadı çünkü,” diyor. “İlaç gibiydi ama,” diyorum. Tütünlerin depresyona iyi geldiğini mi söyledi ne… Ama duydum ki bir zamanlar tütünü her derde deva diye verirlermiş. E, tabi çok uzun zaman önce… “İlaç gibiydi…” diyorum gene. “Ama kapsüller daha iyi eder,” diyor… Tütün çiğnerdik beraber, sonra endüstri coştu ve sigara bir teknoloji ürünü kabul edildi. “Ama kapsüller daha iyi eder,” diyor gene. “İyi de buralar eski toprak,” diyorum. Mesela benim babam enfiye atardı ağzına… “Yok yok. Ben bu tarlayı satmam,” diyorum. Hayal kırıklığına uğrayıp terk ediyor verandayı. Ben de başımı yan verandaya çeviriyorum. Ben de hayal kırıklığına uğrayacağım…
 
DALGA 2: KIZIN İNDİRGEMECİLİĞİ
 
Bitişik verandada güzel bir kız var. Hayaller görüyor. Bir gece tütünler tek bir ses olmuşlar ve ona şöyle demişler: “Eski toprak ve tarım her derde deva…” O gündür bu gündür kızın elleri tütün kokuyor. Tütün topluyor, kendi işliyor, sarıyor ve içiyor. Şimdi ben değil ama herkes ona hasta diyor. Kız depresyonda olmadığını iddia ediyor. Israrla tütün tarlasına koşuyor yaz, kış, yağmur, çamur demeden… “O kızı göreceğim şimdi,” diyorum kendi kendime.
 
Elvis Presley de burada doğmuş. Ben delta blues’unu daha çok severim. Pamuk kokar. Slide gitar falan çalarlar. Robert Johnson öldürülmüş. O kıza bu akşam “you better come on in my kitchen* desem,  o da “Blues eskidi,” dese,  ben de “İyi de ben eski toprağım dostum,” desem. Blues bile endüstri değil mi?.. Nedendir bilemem ama şu an canım William Faulkner okumak istiyor.
“Yine de Jung uyguluyorlar bana,” diyor kız… “Freud indirgemeciliğine de bayılıyorum…”
“Ya ben neyim?” diye soruyorum.
“Meğerse benim derdim kukummuş… Seninki de çükünmüş…” diyor efkarlı efkarlı. Güzel de bir kızdı ama benim için kaybolacak bir süre sonra. Çünkü ben…
               
DALGA 3: GENÇ ÇOCUĞUN VERANDAYA GELİŞİ
 
Ve sonra bir adam geliyor. Genç ve elinde sarılmış tütün. O da kendi kendine konuşuyor. Ne oldu buralara? Ne oldu? Eliyle boş verandayı işaret ediyor. Sesleniyor. Cevap yok. Cevabı ben veriyorum:
“Gel buraya… Yok orada hiç kimse…”
Gitar çalmayı öğrenmiş. Bir türkü tutturuyor. Leadbelly çalmaya çalışıyor. Oh, rahat bir nefes alıyorum ama o da ne? E, demin Leadbelly çalmaya çalışan adamın ağzında ne arıyor bu tını? Çok bet…
“Sana çalmıyorum ki,” diyor. “Şuradaki güzel kıza çalıyorum”.
Burada tek bir güzel kız var, o da şu an benim yanımda. Ama bu genç çocuğun gözleri hâlâ verandaya bakıyor.
“Yok orada hiç kimse dedim sana… Sen buraya bak,” diyorum.
“S.ktir git…” diyor bana.  “Grimm Masalları beni çok korkutuyor,” diyor… “Hani hiçbir şeyden korkmayan çocuk vardı ya, ben çok korkuyorum. Fabllardan da korkuyorum. Bak…” Eliyle işaret ediyor. “Şu horoz konuşsa ne çok korkardım,” diyor.
“Orada horoz yok ki…” diyorum. “Peki ya şu tütünler,” diyor…
“Ha işte onlar gerçek…”
Güzel kız biraz irkiliyor. Sonra gözleri takılı kalıyor. Elini yumruk yapıp ağzına götürüyor. Sanki dişlerini kıracak. Hasta çocuk ellerini birbirine çırpıyor. Benim duymadığım bir melodiye eşlik ediyor. Hatta söylüyor: Ne söylüyor? Roy Brown mı?
“Şu pikabı hayatta satmam,” diyor. “Pikap mı dedin?” diye soruyorum.
Ben duymuyorum hâlâ ama sormadan duramıyorum: “Ne çalıyor?”… “Madem duymuyorsun, söylemeyiz bizde…” diyor körolasıca. Ama esas kör benim. Benmişim. Öyle söylediler… Hem sağır mışım da… Roy Brown’ı duyamıyorum diye. Sonra çocuk bir avuç hap yutuyor. Güzel kıza da uzatıyor.
“Ben hasta değilim. Sen yut kapsülleri. Benim derdim kukummuş,” diye tersliyor çocuğu kız.
 
Ve FİNAL: MISSISSIPPI DE FITTIRDI…
 
Ama başka şeyler de duymuyorum. Tütünlerin canlandığını rüyamda bile göremem ben. Ama ikisi de şu an görüyorlar. Verandadan içeri koşuyorlar. Ben dışarıda kalıyorum. Kapıyı kapıyorlar. Ben dışarıda kalıyorum. Ben dışarıda… Sanki ev yıkılıyor ama ben tütün mütün göremiyorum. Hani tütünler canlanmıştı. E nerdeler?
 
Sonra sanki birisi ağzıma tıkmış gibi tütünleri tükürüyorum. Geviş getirsem hayat boyu yeter… Ne güzel… Ben deveyim. Artık Leadbelly var, tütün ve enfiye var çünkü ben dört yol ağzına gidiyorum… Robert Johnson gibi… Ben bu tarlayı hayatta satmam.
 
SON
 
*Robert Johnson’ın “Come On In My Kitchen” isimli şarkısından. 

burakbayulgen@yahoo.com