Kehanette bulunmak çok zor bir iştir - özellikle geleceğe dönükse*
Gelecek Bilimci Alvin Toffler toplumsal değişimleri ve geleceği tartıştığı eserlerinde*, değişimin giderek daha da hızlanacağını vurgulayarak, “değişimin ‘içeriğini’ anlamaya yönelik her çaba, içeriğin bir bölümü olarak, hızın sonuçlarını da göz almak zorundadır,” der. Eserlerinde, “sözü edilen bazı gerçekler (veriler) şimdiden eskimiş, işlevini yitirmiştir… Verilerin eskimesinin burada özel bir önemi vardır, çünkü bu veriler, hızlı bir değişim içinde olduğumuz savını doğrular niteliktedir.”
Değişim hızı / Zaman algısı / Yaşam hızı
1970’lerin başında, A.Toffler, Future Shock (ŞOK, Gelecek Korkusu) adlı kitabında, “tam on bin yılını” tarım toplumu olarak geçiren insanlığın, sanayi (endüstri) toplumuna geçişinden “sadece iki yüz yıl sonra”, yeni bir sosyo-ekonomik dönüşüm noktasına geldiğini ve sürecin 1950’nin sonlarından itibaren başladığını belirtir. Bilgisayarın, yeni teknolojik gelişmelerin, bilişim ve bilgi akımının baş döndürücü hızının, toplumsal ihtiyaçları ve değerleri, hızla değiştirmeye devam ettiğini belirtir. Değişim hızıyla, “geleceğin zamanından önce gelişi”nden söz ederek, çarpıcı örneklerle, dönüşümün yönünden çok sürece odaklanır, paradigmalarını irdeler.
Zaman mı hızlanıyor yoksa zaman algımızı değiştiren insanlığın ulaştığı değişimin hızı mı? İnsanlığın son yüz yılda deneyimlediği değişim, tüm insanlık tarihinden daha fazla. Daha da ötesi, ulaştığı ve giderek hızlanan değişim hızını, insanlık, tarihinde ilk defa deneyimliyor. Bu değişim hızı, özel yaşamları dağıtıyor, bilincimizi altüst ediyor, mevcut sosyal düzenin temelini sarsıyor ve insanlığına henüz idrak edilememiş bir yaşam tarzı (yeni bir insan tipi), yeni bir sosyal yapı gerekliğini dayatıyor. Öyle ki; son yüzyıla kadar bir insanın yaşam süresi boyunca fark edemediği sosyal değişim yönelimlerine, günümüzde hayal gücümüz bile yetişemiyor.
Her değişim ortaya yeni bir “durum” çıkarır. “Durumlar arasındaki sınırlar her ne denli belirsizse de, her durumun belirgin bir bütünlüğü” ve durumun oluştuğu zaman parçası, “süre” boyutu söz konusudur. “Değişimin hızı, yeni ve bildik durumlar arasındaki dengeyi kökten değiştirmekte”, durumların oluş süresini kısaltmaktadır. “Bu olgu yalnızca durumun yapısını etkilememekte”, ayrıca “yaşam üzerine edindiğimiz deneyimlerimizi” de değiştirip, hızlandırmaktadır. “Dıştaki hız, içteki hız biçimine dönüşmekte”, “belirli bir zaman içinde daha fazla durum” deneyimlemek zorunda kalan insanın, “durumların hızlı akımı sonucu, oynaması gereken roller artmakta, yapmaya zorlandığı seçimler çoğalmakta, kısacası yaşamının tüm yapısı karmaşık bir hal almaktadır.”
Daha az süreyle daha fazla, daha kısa aralıklarla, daha da hızlı değişen durumlar algımızı zorlamakta, sosyal ve bireysel yaşamımızın değerlerini yeniden yapılandırmaya doğru yönlendirmektedir. “Söz konusu hız dürtüsü, artık olağan karşılanamayacak bir düzeye erişmiştir. Sanayi toplumunun olağan kurumlarının hiçbiri bu oluşumu içermemekte ve hızın etkisi sosyal kurumlarımızı sarsmaktadır”.
Toffler, bu sürecin paradigmalarını (değerler dizisini); geçicilik (süreksizlik), yenilik ve çeşitlilik başlıkları altında inceler.
Genel değişim hızı artınca, “kalıcılık” ideali ve “kalıcılığa dayalı ekonomi –gerekli olarak- yerini geçiciliğe dayalı ekonomiye” bıraktı. Ortaya, sadece, şu an tanımlayabildiğimiz “Kullan-At” toplumu çıkmakla kalmadı; geçicilik, bireysel ve toplumsal hayatımızın tüm ilişkilerini belirler hale geldi. Değişim hızının kaçınılmaz sonucu; geçicilik olgusu, bireysel ve toplumsal hayatın her alanında, her şeyin –ürünlerin, örgütlerin, ilişkilerin, kurumların vs- ömrünü azalttı. “Gerçekte hepimiz Geçicilik Çağı’nın vatandaşları” haline geldik.
İnsanlık hiç bir döneminde, son elli yıldır yaşadığı ‘yenilik’ ve ‘çeşitliliğe’ şahit olmamıştır. “Tekdüzeliğe doğru yönelişlerin, teknolojik gelişmenin yalnızca bir aşamasını temsil ettiği artık açığa çıkmıştır. Diyalektik bir süreç yürürlüktedir. Kültürel türlendirmeye doğru yapacağımız bir sıçramanın eşiğinde bulunuyoruz.” 1970’lerde, henüz internet olmadığı halde bilgisayar gazeteciliğini öngören Toffler, iki kişinin bile aynı (eş) sayıyı okuyamayacağı ya da göremeyeceği, geleceğin gazete çeşitliliğinden söz eder.
“Gelecekte yönetim standartlaşmamadan yana olacaktır. İnsanlar tekdüze mallardan, aynılığı yansıtan sanattan, kitle üretimi eğitimden ve ‘kitle’ kültüründen uzaklaşacaktır.” Toffler, çeşitliliğin ortaya çıkaracağı seçme özgürlüğünün (seçme olanağı), “aşırı seçenek bolluğuna dönüştüğünde”, özgürlüğün de tutsaklığa dönüşebileceğine dikkat çeker.
“Geçmişte kişi, bir toplumda yaşarken, yaşamı boyunca değer yargılarının değişmeyeceğini bekleyebilirdi. Oysa günümüzde sanayileşmemiş toplumlar dışında bu varsayım geçerli değildir. [ki artık o bile zor] … Bu durum, halkın ve kişinin değerler sistemlerinin yapısında geçiciliğin egemen olduğunu gösterir. Sanayi çağının koyduğu değerlerin yerini alacak olanlar [yeni değerler], geçmiştekilere oranla daha kısa ömürlü olacaktır… Çünkü gelecek, daha hızlı değer değişimlerine gebedir. …. Seçim olanaklarının sınırlı olduğu çağların insanları olağan ürünleri nasıl tükettiyse, geleceğin insanları da yaşam tarzlarını tüketeceklerdir.”
Bu değişim hızının insanlarda yarattığı şokun sonucu, ortaya çıkan “gelecek korkusuna” karşı, Toffler; “Sorun, değişimi önlemek değil (ki bunu başarabilmemiz olanaksızdır), onu yönetebilmektir”, “ Ne kör bir kabulleniş, ne de kör bir direniş… Toplum da yeni kurumlar ve örgüt biçimleri istemektedir,” der. “Yarının cahili, okumasını yazmasını bilmeyen değil, nasıl öğrenmesi gerektiğini öğrenmeyen kişi olacaktır." Analitik düşünme yetisinin yanında sentezleyebilen insanlara daha çok ihtiyaç duyulacak. “Hiçbir bilginin tam olamayacağını, hiçbir metaforun bütünü kapsayamayacağını anlamak, tamamen insani bir aydınlanmadır.” “Bu olasılık, büyük ölçekli sentezlerde özellikle önemlidir.”
Üçüncü Dalga
1980’de A.Toffler, The Third Wave (Üçüncü Dalga) kitabında, bu sefer, hem süreci Üçüncü Dalga olarak tanımlar hem de değişimin; süreci ve hızından çok yönüne, yapısına odaklanır, sosyal ve ekonomik analizini yapar. İnsanlığın avcı-toplayıcı topluluklardan Tarım Toplumu’na geçişini Birinci Dalga, kapitalist olsun sosyalist olsun, endüstri toplumunu da İkinci Dalga olarak tanımlar.
“Üçüncü Dalga, yeni bir yaşam tarzını da beraberinde getiriyor. Bu yaşam tarzı, çeşitli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına, eski fabrika düzenini etkisiz hale getiren üretim süreçlerine, yeni aile yapısına, ‘elektronik ev’ denebilecek yeni bir kuruma ve gelecekteki –eskisinden tepeden tırnağa farklı- okul ve kurum yapılarına dayanıyor. Ortaya çıkan yeni uygarlık, bizim için yeni davranış kalıplarını belirliyor ve bizi standartlaşmadan, senkronizasyondan, merkezi birimlerden ve yönetim şekillerinden, enerji, para ve gücün tek elde toplanması durumundan uzaklaştırıyor.”
“İnsanlık ileri doğru bir sıçramayla karşı karşıyadır. Tüm zamanların en derin sosyal çalkantıları ve yaratıcı yeniden yapılandırma süreci gerçekleşiyor. Daha farkına bile varmadan, etkileyici ve yepyeni bir uygarlığın temelden yaratma sürecine girdik bile. İşte Üçüncü Dalga’nın anlamı budur…”, “Ortaya çıkmakta olan bu yeni uygarlığın birçok yönü, geleneksel endüstri toplumunun değerleriyle çatışma yaşıyor. Dahası, Üçüncü Dalga, hem önceki dalgadan daha teknolojik hem de endüstri karşıtıdır.”
“Bu kitap, benim adına ‘devrimci oluşum’ dediğim bir kavrama dayanıyor. Bu anlayışa göre, önümüzde uzanan ilk onyıllar çalkantılarla, ayaklanmalarla, kargaşayla ve hatta yaygın çapta şiddet olaylarıyla dolu olsa bile, kendimizi tamamen yok etmeyi başaramayacağız. Şu anda deneyimlediğimiz sarsıcı değişiklikler rastgele gelişmeler değil, aslında, tam aksine son derece net ve kolayca seçilebilir bir oluşumun biçimlendirici unsurlarıdır. …Diğer bir ifadeyle bu kitap eski bir uygarlığın son kuşağı ve yeni bir uygarlığın ilk kuşağı olduğumuz, kişisel şaşkınlığımızın, acılarımızın ve yönsüzlüğümüzün doğrudan kendi içimizdeki, politik kurumlarımızın içindeki, ölmekte olan İkinci Dalga uygarlığıyla yeni doğan Üçüncü Dalga uygarlığı arasındaki çatışmalara dayandırılabileceği varsayımını temel almaktadır.”
“Birinci Dalga’dan İkinci Dalga uygarlığa geçiş, savaşlar, isyanlar, kıtlıklar, göç zorlamaları, darbeler ve felaketlerle doluydu. Bugün risk çok daha yüksek, zaman çok daha kısa, hız çok daha yüksek ve tehlikeler çok daha büyük.”
Toffler, bize bir ütopya vaat etmiyor. Şimdi baş döndürücü bir hızla gerçekleşmekte olan bu değişimin ortaya çıkaracağı “uygarlık” içinde “yeni suçlular kadar yeni azizlerimiz de olacak”. “Bu yeni dünyanın ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olacağını söylemek bize değil, bu terimlerin değişmiş yeni tanımlarıyla ve kendi değerleriyle çocuklarımıza ve onların çocuklarına düşecek”.
*Çin Atasözü