Kılavuzu Karga Olanın
MERCEK
KONJO – KONJO FEAT. ALPER MARAL // KONJO FEAT. SERDAR ATEŞER – A.K. MÜZIK / MÜZIK HAYVANISumru Ağıryürüyen, Orçun Baştürk ve Şevket Akıncı’nın birlikte serbest doğaçlama yapmak üzere kurdukları üçlü Konjo da albüm sahibi olanlar arasına katıldı. Hem de aslında iki albüm birden. 2013’te birlikte doğaçlamaya başlayan ve doğası gereği benzersiz performanslar gerçekleştiren üçlü, zaman zaman aralarına katılan mühim ekipler ya da müzisyenlerle de birlikte çalıyordu. Geçen yıl SALT Galata’da Alper Maral ve önceki yıl Roxy Club’da Serdar Ateşer ile gerçekleştirdikleri iki konserin canlı kayıtları aynı zamanda kaçıranlar için de büyük fırsat.
Alper Maral’ın bas trombon, bas pedal, bas kaydedici ve sesiyle dahil olduğu 70 dakikalık tek kayıttan oluşan ilk CD’de Şevket Akıncı elektro gitar ve elektronikler, Orçun Baştürk davul, vurmalılar, singing bowl ve ses, Sumru Ağıryürüyen ses, mandolin, singing bowl ve vurmalılar ile doğaçlıyorlar. Performansın genelinde daha düşük tempolu ve daha alışılmadık sesler duyulsa da yer yer vurmalılar ve insan sesleri ile topluca yükseliyor ekip. Serdar Ateşer’in bas ve elektro gitar ile dahil olduğu ve 5 kaydın yer aldığı ikinci CD’de ise Orçun Baştürk davul ve ses, Şevket Akıncı elektro gitar, elektronikler ve ses, Sumru Ağıryürüyen ses, mandolin ve vurmalı çalgıları kullanıyorlar. Bu performansda biraz da enstrüman karakterlerinden daha rock sound’una yakın, daha melodik ve vokallerin (aslında insan sesi demek daha doğru) öne çıktığı parçalar yer alıyor. Konjo’nun geçen yıl Huun-Hur-Tu ile birlikte çaldığı konserin kayıtlarına da sıra gelir umarız.
REPTILIANS FROM ANDROMEDA – DOOMSDAY – PROF SNY RECORDS
Aralık sayımızda onlardan uzun uzadıya bahsettik aslında ama Sürüngenler boş durmadıklarından, bu sefer de yeni çıkan 7” plaklarından bahsetme mecburiyeti hissetmekteyiz. Mastering’i Gorillaz ve Dandy Warhols gibi isimlerle de çalışan ve ‘70’lerde Monos! grubunda frontman’lik yapmış Fran Ashcroft tarafından yapılan 7” plak, Çek Cumhuriyeti’nde PROF SNY tarafından basıldı. Lakin memleketin nezih plakçılarına da dağıtılmış durumda.
4 şarkının yer aldığı plakta açılışta yer alan “Doomsday”de eski usül yeni dalga, sonrasında “Love Bait” ile bir punk aşkı, “We’re gonna fight tonight”ta pogo’ya davet ve kapanıştaki “Come on babe”de çamurlu garaj var. Kısa albümlerle
ilerleyen ve her albümünde bir ruh halinin ifadesi olan kayıtları toplayan ekip, bu sefer sizi kıyamet günlerinde aşk ve mücadeleye çağırıyor.
YAYIN
Yazarlarımızdan Zafer Yalçınpınar’ın beşinci şiir kitabı Tarihsancısı, Pasaj69 Yayın tarafından dijital olarak yayımlandı. Edebiyat odaklı ücretsiz e-kitaplar yayımlayan yeni sayılacak bir oluşum olan yayin.pasaj69.org; ilişki ağları ve sömürü enstrümanlarıyla kendilerine statü sağlayan, notercilik oynayan tüm otoritelere ve otorite heveslilerine, ödüllendirme ve yarıştırma odaklı tüm faaliyetlere, dağıtım şirketlerine, faturalara, barkodlara, müşteri-satıcı ilişkilerine ve tüm genelgeçer yayıncılık izinlerine karşı duruşuyla dikkat çekiyor. Zafer’in yeni kitabına gelince, güçlü imgelemiyle bu sefer iki bölüme ayırdığı kitabında, ilk bölümde efemera toplayıcısının detaylarda kalmış isimlerden, olaylardan güne uzanan çıkarımları ve şehrin sokaklarından topladıkları var. İkinci bölümde ise şairin aşina olduğumuz ada imgesiyle bir adada, birarada, arada kalma duyguları hâkim.
FİLM
73 yaşındaki Amerikalı yönetmen Terrence Malick’in hakikaten de ilginç bir kariyeri var. 1970’lerde 2 film yaptıktan sonra, ki bunlardan ilki Badlands, Amerikan sinema tarihinin en önemli işlerden biri olarak görülür halen, Paris’e kaçıp gözlerden kaybolmuştu. 20 yıllık bir aradan sonra 1998’de The Thin Red Line ile gayet güçlü bir geri dönüş yapmış ve bizim kuşağa da tanıtmıştı kendini. Sonra gene 7 yıllık bir ara ve kıtasının beyaz adamca keşfini anlatan A New World ile geri geldi. 2010’larda ise durmadan yeni filmler çekmeye başladı. Filmleri genelde sinematografik ve atmosferik olarak övülse de yanlış kasting ve hikâye sorunları nedeniyle beklenen seviyelere ulaşamadı. Bunu da sorun ediyormuş gibi gözükmüyor. Mart ayında prömiyerini yapacak yeni filmi Song to Song ise umut vaat ediyor. 2011’den beri parça parça çekilen yapım, Amerika’nın müzik başkentlerinden Austin, Texas’ta müzik dünyasına girme çabaları ve ilişkiler üzerinden bir hikâye anlatıyor. Bu sefer kasting özellikle Rooney Mara ve Frank’te müzik damarına şahit olduğumuz Michael Fassbender gibi isimlerle ümit veriyor. Ryan Gosling ve Natalie Portman’ı da unutmayalım. Ayrıca bolca müzisyen figürasyonu olacağını biliyoruz. (Fragmanda Flea ve Iggy Pop var) Malick’in sindirilmesi zor işleri var. Ama iş müzik olunca da heyecanlanabilir insan.DİZİ
Şubat’ın popüler işi Legion olunca ondan bahsetmeli. Bu sayfalarda Marvel/DC muhabbetlerine pek girmiyoruz. Ama Legion’ı ayrı bir yere koyabiliriz. Öncelikle Coen’lerin başyapıtı Fargo’yu televizyona çok başarılı 2 sezonla uyarlayan(ve 3. sezonu da gelecek) Noah Hawley işin başında olunca dikkatimizi celbetti. Downton Abbey ile adını duyuran İngiliz aktör Dan Stevens’ın başrolünde doğru seçim olduğunu daha ilk bölümden kanıtladığı yapım, X-Men evreniyle bağlantılı olsa da bildiğimiz süper kahraman yapımlarına benzemiyor. Wes Andersonvari dekor ve açılar, Terry Gilliam’ı hatırlatan şizofrenik sahneler, Hawley’nin Kubrick ve Lynch referansları ve Stevens’ın doğru tonu (Lindsay Anderson’un 1973 yapımı O Lucky Man!’indeki Malcolm McDowell’ı hatırlatıyor) ile daha ilk bölümlerden sizi sarıyor. Referanslar çok ağır belki ama merak etmeyin altından kalkabiliyor. Noah Hawley günümüzün en yetenekli televizyon yapımcılarından biri olduğunu kanıtladı. Siz de süper kahraman işlerine kendini kaptıramayanlardan biri olsanız bile Legion’a şans vermelisiniz.
ALBÜM
Aslında 10 yıldır albümler yayınlayan Duke Garwood’u ne yalan söyleyelim adamımız Mark Lanegan ile 2013’te yaptığı Black Pudding ile tanımıştık. Sesini ise 2015’te yayınladığı gayet başarılı Heavy Love ile duyduk. Lanegan’a yakın vokali modern blues sound’u ile has adamlarımızdan birine dönüşüverdi. Yeni albümü Garden of Ashes’da aynı kaliteyi sürdürüyor. Heavy Love’a göre daha da sakin ve ağır ilerleyen albüm, dinleyeni hipnotize edebilecek güçte.Elbow 2000 yılındaki harika debütleri Asleep in the Back’ten beri takip ettiğimiz bir grup. Verimli Manchester sahnesi tarihinin en önemli gruplarından biri olduklarını da söyleyebiliriz. Elbow 2008’deki Seldom Seen Kid ile zirve yapmıştı. Aynı albümün BBC Orkestrası’yla yaptıkları canlı versiyonu da övgüye değerdi. O albümden beri çıkardıkları iki çalışma da (2011’de Build a Rocket Boys!, 2014’te The Take Off and Landing of Everything) onların bu zirveye tekrar ulaşmalarının çok kolay olmadığını gösteriyordu. Yeni işleri Little Fictions, Seldom Seen Kid’den beri en iyi albümleri belki ama gene de onun seviyesine ulaşamayan bir çalışma. Ama iyi yanları da var. Öncelikle kariyerlerindeki herhangi bir anı tekrar etmeye çalışmıyorlar. İyi yaptıklarına inandıkları sound’larını devam ettiriyorlar. Bu kendine güven durumunu da hissedebiliyorsunuz albümde. Peter Gabriel’i bazen fazla
andırmaları ve Garvey’nin yer yer yorucu olabilen vokali ise eksi tarafları.Eksantrik abi Julian Cope aralıksız albüm yayınlamaya devam ediyor. 2013’teki güçlü Revolutionary Suicide’dan sonra bu sene alkole güzellemeler yapan Drunken Songs ile geri geldi. Şarkı adlarından bahsedersek “Don’t Drink and Drive (You Might Spill Some)” (İçerken araç kullanmayın, dökebilirsiniz), “Liver Big as Hartlepool” (Hartlepool kadar büyük karaciğer), “As the Beer Flows Over Me” (Bira üzerimden süzülürken) albümün havasını anlayabilirsiniz. Artık 60’ına merdiven dayayan Cope’un son 30 yılın İngiliz sound’larını karıştırdığı albümünü dinleyin ama siz gene de sorumluca için.Karga bize şöyle güzel bir ambient albüm önersin de kafamızı dinleyelim diyorduysanız, Vermont’tan başkasına bakmamıza gerek yok. Motor City Drum
Ensemble’dan Danilo Plessow ve Innervisions’dan Marcus Worgull’un oluşturduğu ikili 2014’te kendi isimlerini taşıyan debütlerinde özellikle ‘70’ler krautrock sound’una selam çakan müzikleriyle güzel sürprizdi. 2. albümleri de II adıyla yayınlandı. İlkine göre daha sakin bir çalışma var karşımızda. Gene Eno, Moebius, Roedelius, Cluster, Harmonia gibi referansları rahatlıkla verebiliriz. Synth’lerin artık her yerde olduğu şu zamanlarda hakkını vererek kullanmak önemli bir
özellik. Vermont’ta da bu var.