ÇOK GÜLDÜK, LÜTFEN BAŞIMIZA BİR ŞEY GELMESİN


Müge Ersan
Birbirine pek benzer gibi ya günler. Benzer sabah mahmurluğu, benzer öğlen havası, benzer akşam koşturması, benzer adaletsizlikler, benzer çırpınışlar, benzer batışlar, benzer umutlar, benzer mücadeleler. Her günün güneşi farklı değil gibi ya hani, her yağmurun düşüşü. Bu hep aynı bakışın aynı görüşün altında, alışılanı alışılan yerde görme isteği yatıyor gibi sanki. Kendini bilinmeyen yeniliğe değil de bilindik geçmişe tutundurarak güvene alma çabası. “Aynısını yıllar önce de yaşamıştım,” demenin verdiği bilgelik, “Bu böyle devam etmeyecek,” demenin verdiği şüpheyi alt ediyor. Birçok gerçek de bize bunu ispat etmeye devam ediyor.

Yaşanan tüm acıların bir nebze de olsa gülümseyerek hatırlanması ya nostalji, ondandır kıymeti her daim yüksek tutuluyor, yoksa biz ne katharsis’ler gördük, aslında yoktular. Geçmiş gölgesini hep hissettirerek geleceğe yol alırken her daim umudu kaybetmekten imtina ederek öğretilmişe boğun eğip, elimiz mahkûm, yoğurdu üfleyerek yiyoruz. Çünkü kim bilir benzer hangi yakın gelecekte yapılacaklar yüzünden hangi uzak gelecekte neler kalacak, neler harap olacak yeryüzünde.
Her şeyin her an yerle bir olma ihtimali yüksek olan bu dönemlerde de yıllar öncesinden kalan bir şeylerin hâlâ kalıyor olmasının verdiği umuda ise paha biçilemiyor. Sanatın çeşitli dallarıyla hayata sarılan bazı insanlar ürettikleri şeylerle geleceğe kalma fırsatı yakalayanlar arasında.

Bunu adeta bir aile geleneği haline getirenlerden biri ise; ismi tüm dünyada nam salmış Lübnanlı besteci Fairuz ve onun oğulları. Onlardan biri olan Ziad Rahbani hem müzisyen hem de yazar. Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta 1978 yılında sekiz ay sahnede kalarak halka o dönem yeni başlayan iç savaşı unutturan oyunun, Bennesbeh Labokra Chou?/What about tomorrow? isimli oyunun yazarı. Bugünlerde Lübnan’da müthiş bir nostalji coşkusuna neden olan ise sinemalarda gösterime giren oyunun 8 mm kaydı. Filmi tiyatro oyunu olarak da canlı izlemiş olan 70 yaşlarındaki izleyicilerin genel kanaati filmin kendilerine o günlerdeki mutlu hayatı hatırlatmış olması ve yine mutlu olunabileceğine dair umudu yeşertmesi.

21 Ocak’ta Lübnan’da gösterime giren filmin, ülkedeki en büyük izleyici kitlesine ulaşan film olma ihtimali çok yüksek; ilk gününde 28,000 izleyici ile buluşması da bunu ispatlıyor. Rahbani’nin kız kardeşi tarafından filme alınan kaydın bu kadar izleyiciyle sinemada buluşmasının önemli bir nedeni de daha önce herhangi bir yerde paylaşılan bir kayıt olmaması. Çünkü kayıt; oyunun provaları sırasında sadece oyuncuların ve yönetmenin izlemeleri için çekilmiş. Yönetmenin arada verdiği direktiflerin, kimi oyuncuların sahne devamlarında farklı kostüm giymiş olmalarının nedeni de bu. O yüzden, dönemin oyuncuları için de nostaljik bir gösterim olma özelliği var. Görüntü kalitesinin bugünün teknolojisiyle asla karşılaştırılamayacak kadar kötü olmasını kimsenin umursamaması ise geçmişi yâd etmenin bir parçası sayılabilir. Kaliteyi görüntüde değil içerikte arayan eski usul yaklaşım da anılmadan geçilmiyor böylece.

Oyun; Rahbani’nin kendisi tarafından canlandırılan Zekeriya karakteri ve eşi Süreyya’nın kırsaldaki hayatlarını bırakıp sosyal statülerini yükseltmek amacıyla Beyrut’a göç ederek, şehrin seçkin semti Hamra Caddesi’nde yabancılar ve ülkenin farklı kesimlerinden karakterlerin uğradığı bir barda çalışmaya başlamasını konu alıyor. Garsonla olan ara oyunlarda mizah yönünün, kötü yönetim ve hatta yönetimsizlikle mücadele etmeye çalışan halkın sosyal eşitliğe olan ihtiyacının altının çizildiği yerlerde monologların ağır basması ise Rahbani’nin kaleminin özelliği. Oyunun kaydının Lübnan’ın yaşamı, sınıf çatışmaları, işçi sınıfının savaşlarına dair anlattıklarıyla önemli bir belgesel değeri de var.
Oyunun, adından belli olacağı gibi, yarına dair bir iddiası var. Açılıştaki bu monolog da tam olarak bunu gösteriyor. “Bundan sonra da birçok yarınlar olacak ama ne değişiyor? Pek azımızın farkında olduğu işin aslı şu ki; her şey bugünden daha kötü olacak.”

Birkaç yıl değil, birkaç saat öncesine bile nostaljik bir sarılmayla bağlanılmasını sağlıyor artık günümüz teknolojisi. #tbt gibi icatlar da bunun için. İşin tuhafı nostalji; eskiden, çok eskiden olan bir şeyi anmanın gülümsemesiyken, artık birkaç saniye öncesini bile kapsayabiliyor. Modern çağda zaman daha mı hızlı akıyor ne, yok canım! Ya da geleceğe ulaşma inancımız gün geçtikçe o kadar azalıyor da, yaşadığımızı anında melankolik filtrelerle ispatlama ve ona sarılma ihtiyacı hissediyoruz yaşamaya devam edebilmek için. O hep gülünen fotoğraflara baktıkça umutlanacağız, aşikâr. E, daha ne olsun! En azından bir işe yarıyorlar. Zamanında çok güldük ama, buna devam da edeceğiz üstelik, lütfen başımıza bir şey gelmesin!

OYUN ve Rahbani’nin albümü ile ilgili linkler
https://www.youtube.com/watch?v=8T2wmw84LBM
(Fairuz and Rahbani Brothers-Mais El Reem-1972)
https://www.youtube.com/watch?v=v7IGgMSCiKQ
(Ziad Rahbani - “Bennesbeh Labokra Chou?” Official Trailer )
https://www.youtube.com/watch?v=evQqrsHDWW8
(Bel Nesbeh La Bokra Shu Ziad Rahbani - Aboudi el kabbout)
https://www.youtube.com/watch?v=Pz09n0tqWLo
(Bennesbeh Labokra, Chou? A Ziad Rahbani play from 1978 on film)

muge.ersan@gmail.com