1984
Nazlı Kalkan
“İyi biliyorum ki aradığım şey bu insanların kendileri değildir; ne de yaşadıkları devre hasret çekiyorum. Hayır, muhakkak ki bu eski şeyleri kendileri için sevmiyoruz. Bizi onlara doğru çeken bıraktıkları boşluğun kendisidir.” (*)
Tavanından taşlı avizelerin sarktığı, büyük ihtişamlı salonda Nostalji Sosyete Birliği açılış valslerini yapıyorlardı. NSB kadim zamanlardan bu yana, kışın başladığı gün kabul edilen 21 Aralık gecesi toplanır, bütün güzelliklerin geçmişte kaldığı o masum zamanları yâd eder ve böylece acıdan arındırılmış bir geçmiş illüzyonu ile dünyada cennetin bir zamanlar var olduğu yanılsamasına kapılır, mutlu olurlardı. Hatta içlerinden bazıları bir zaman yolculuğunun fiziki veya fizikötesi yollarını araştırarak geçmişteki cennete gerçekten dönmenin çarelerini arardı. Nostalji baloları ile geçmişe dönmenin gerçek bir yolunu bulana kadar, gerçekte dış ortamı görmeyen beyinlerine eski zamanlardan şarkılar, kokular, danslar ve tatlar vesilesiyle gönderdikleri sinyaller sayesinde koca balo salonu şeklindeki zaman makineleriyle eskilerin o mükellef, saf ve güzel duraklarına doğru yolculuğa çıkarlardı.Bu kadim sosyeteye kişiler veraset sistemiyle dahil olabilirlerdi. NSB’ye dahil olmanın en önemli kuralı, dünyadaki cennetin geçmiş zamanda olduğuna kanaat getirmek ve bunu hasretle hissetmekti. Veraset sistemi birliğin üyelerinin bu samimi hissinden emin olmanın en garanti yoluydu. En fazla 40-50 yılda bir çıkan ve dünyada bir cennetin olmadığını ya da cennetin geçmişte değil, gelecek zamanlarda olduğunu haykıran bir-iki nadir vakadan başka sosyetenin asabını bozan kimse çıkmamıştı. Burası geçmişi hasretle ananların yeriydi, sekizinci göbek anneannesinden kalma yüzüğü saklayanlar buradaydı. Dedesinin sarındığı bebeklik battaniyesine sarılırken kendi bebekliğinin kokusunu içine çeken ebeveynler elbette kurdukları ailenin içinde (eskinin kıymetini anlamayan ve sosyeteye katılmak istemeyen bir-iki hain dışında tabii ki; her aileden bir-iki hain nasılsa çıkardı) naftalin kokulu saflığın kıymetini bilen çocuklar yetiştirirdi.
Sosyetenin en önemli ikinci kuralı da kimsenin şimdiki zamandaki kimliğinin bir kıymetinin olmamasıydı. Hatta sosyetenin üyeleri birbirinin gerçek adlarını dahi katiyyen bilmezlerdi. Herkes sosyetenin onay verdiği ve kendilerine belirledikleri geçmiş bir zamana ait olması şartıyla takma bir isimle Sosyete Mensupları Defteri’ne kaydedilmişti. “Çalıkuşu, Yumiyum, Bill Cozby, Doktor Jekyll, Estarabim, Led Zeplin, Ne Bakıyorsun Ayı mı Oynuyor?, Cin Ali, Nene Hatun...”
Başkan, her açılışta geçen zamanı temsil eden ayaklı duvar saatinin önündeki kürsünün ardından şık smokiniyle sosyetenin tüm üyelerinin isimlerini tek tek okur, selamlaşır, yeni katılan bir kişi varsa da bu kişiyi birliğin üyelerine ayrıca tanıtır ve takdim ederdi.
“Kıymetli Nostalji Sosyetesi, hiç kimsenin toplandığımızı bilmediği bu yerde, hepimizi birbirimize demirden halatlarla bağlayan geçmişimizdeki cenneti anımsayıp şimdiki zamanın hoyratlığı ve gelecek olan nesillerin kendini bilmezliğinden bir nefes olsun uzaklaşabilmek için yine, yeni, yeniden buradayken ailemiz sakin ve emin bir şekilde çoğalmaya devam ediyor, şimdi alkışlarınız eşliğinde aramıza yeni katılan 1984 beyefendiyi sizlere gururla takdim ederim.”
1984 Başkan’ın anonsu üzerine, alkışlara asil bir kafa selamıyla nazik ve hoşnutsuz bir cevap verdi. Sosyetenin, durumundan hoşnut olsa da memnuniyetsiz görünen yüz ifadesi geleneği sayesinde 1984’ün, buraya ölen babasının vasiyetini yerine getirmek için zoraki gelmiş olmasına bağlı ruh halinin dayandığı sıkıntılı selamlaması hiç göze batmamıştı. Buradaki 8 saati onun için çok zor geçeceğe benziyordu, zira kendisinin zamanın geçmesiyle ilgili henüz keşfedilmemiş psikolojik bir hastalığı vardı. Bu illetten mütevellit zamanın devamlı akıyor olması onu çıkamadığı bir cehennemin içinde tutuyor, geçen her saniye bir ok gibi 1984’ün kalbine saplanıyordu. Tüm bunların üzerine bir de salonun baş köşesinde, Başkan’ın açılış konuşmasını yaptığı kürsünün arkasındaki devasa antika saatin orda durması, burada geçecek zamanını kendisi için büyük bir imtihana çeviriyordu. 1984’ünkü gibi bir hastalığa sahip olan bir kişi için böylesi bir saat, alerjik rinit rahatsızlığı olan birisini toz ve polenin içine atmak gibi bir tesire sahipti. 1984’ün de zamanın geçmesine karşı elim bir alerjisi vardı. Dev saatten çıkan her “tik-tak” sesiyle sıkıntıdan sanki bütün iç organları büzüşüyor, içini bir ateş kaplıyor, gözleri kızarıyordu. Öyle ki, içinde yükselen ateş, ancak ter vasıtasıyla bedeninden kendini dışarıya atmaya çalışıyordu. Biraz daha böyle devam ederse sosyete sıkıntısını fark edecek, babasının vasiyeti üzerine yaptığı bu faydalı iş hezimete dönüşecek, kuşaklardan beri büyük bir sadakatle bağlı oldukları ailelerinin bu sosyete ile bağlarının kopmasına neden olacaktı. Faydalı bir niyetle harcadığı zamanın böylesi bir hezimete sebep olacağını görmek, zamanını beyhude harcadığı için onu günlerce kurtulamayacağı elim bir pişmanlık takıntısının içine sokacaktı. 1984 işte bu yüzden geçmişle bu salondakilerin ve ailesinin kurduğu bağı hiç kuramamıştı, zira geçmiş olan zaman yığınına bakmak ve onu hatırlamak dahi kalbini acı içinde çırpındırmaya yetiyordu. Bunların hepsini mümkün olduğunca boşvermenin, dev saati görmemeye çalışmanın, burada kalarak harcayacağı 8 saati büyük bir bütün şeklinde düşünmemenin ve geçen zamanı küçük parçalara bölmenin, hatta hayatının bu bölümünde kendisini kendisinden ayrıştırarak başka biriymiş gibi bu geceyi yaşamaya çalışmanın sonradan gelebilecek olan bütün kötü ihtimallerden onu koruyacağını düşünerek orada sakince durabilmek için büyük bir mücadele verdi.
1984’ün başka biri gibi davranmaya ve saatle hiç göz göze gelmemeye çalıştığı birkaç saat böylece sıkıntılı bir şekilde geçti. Saatler geçtikçe, sosyete üyeleri beşinci valslerinden sonra, rock and roll, ça-ça-ça yaptılar. Artık herkes istenilen kıvama gelmiş, geçmişin yâdıyla bütünüyle sarhoş olmuşlardı. Davetlilerin bir kısmı mezdeke eşliğinde kendinden geçerken sosyetenin emektar mahdumu Yumiyum, davetlilere plastik vampir dişleri dağıtıyordu. Gecenin başlangıcında romantik ve mesafeli olan kalabalık, yılların verdiği ortak değerlerini hatırlayarak birbirlerine olan aidiyetlerini güçlendirmişler, samimiyetle kahkahalar atıyorlardı.
Yumiyum 1984’e vampir dişi vermek için yaklaştığında takım elbisesi terden sırılsıklam olmuş, sıkıntıdan patlamak üzere olan bir adam gördü. Gördüğü manzaranın dehşetiyle, “1984 sıkılmış!” diye feryad etti. Yumiyum’un feryadı ile salona salgılanan keyif ve kahkahaların gürültüsü bir anda bıçak gibi kesildi. Son gelen nesil şimdiye değin hiç böyle bir sıkılma vakası duymamıştı. Böylesi bir durumda ne yapacaklarını bilemediklerinden donmakla yetindiler, hatta uzun bir müddet donakaldılar. 1984 de donmuştu. Enterasan bir şekilde, bu donma sayesinde sanki ilk defa gerçekten zamanın durduğunu, hatta zaman diye bir şeyin olmadığını hissetti. Dev saatin “tik-tak”ları dahi kesilmişti. Terlemesi de bir anda kesildi, sanki nefesi normale dönmüştü. Fırsattan istifade ederek hayatında ilk defa yavaş, rahat ve derin bir nefes çekebildi. Galiba birkaç saniyeliğine olsa da insanların hiçbir şey yapmadan donup kalmaları kendisini iyi hissettirmişti. Beyni bu rahatlama hissine alışkın olmadığından şok geçiriyordu. Şokun etkisinden olsa gerek çocukken oynadığı bir oyunu ilk defa anımsadı. Kıçını kalabalığa doğru dönüp geriye doğru sayar ve tekrar yüzünü kalabalığa dönerek “Ebe!” diye bağırdığında kalabalık donar kalırdı. Tabii oyunun kurallarına göre sorumluluk sahibi bir ebe olarak donan çocukları kıpırdatması gerekirdi fakat 1984 o kıpırtısız çocukların etrafında dakilarca sarhoş olmuş gibi dolaşırdı. Ta ki; birisi isyan edip onu oyundan atıncaya dek.
Bu olay yaşanmadan ve beyni bu tuhaf şoka girmeden önce, yani Yumiyum salona haykırmadan hemen önce, 1984 hiçbir işe yaramadan harcanmış olan 7 saatinin acısı ile kalabalığa bir yanılsama yaşadıklarını haykırmak, geçmişin hiç de matah olmadığını ve saçma sapan duygularla kendilerini avuttuklarını söylemek, daha da ileri giderek her yıl yaptıkları bu toplantıyı herkese ifşa edip gizliliklerini ve sosyetenin birliğini sarsmak niyetindeyken, bu şok vesilesiyle onların donan gözlerinde zamanın durmadan akıp gitmesinden dolayı çektikleri ıstırapı gördü. Bu kendisininkine çok benzeyen bir acıydı. Bu acıdan sıyrılabilmek için kendilerince kurdukları dünyayı onların elinden alacak kadar zalim olamazdı. Onların gözünde de aynı acıyı gördüğü andan sonra hastalığına hiçbir çare bulunamayacak olmasının kabullenişiyle bir rahatlama yaşadı. Kalabalığa onların da hasta olduklarını söylemek yersizdi. Geçmişin güzel olduğunu varsayarak kendilerini geçici olsa da iyileştirmeye çalışan bu topluluğu naftalin kokulu romantizmleriyle başbaşa bırakmak ve daha fazla vukuata sebep olmadan gitmek en doğrusu olurdu.
Arkasını dönüp kapıya doğru yöneldiğinde sosyete defterine henüz kaydedilmiş isminin hemen silineceğini ve buradaki insanların bu elim olayı hemen unutmak için kısa bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi davranacaklarını bilerek sessizce kapıya doğru yürüdü. Son kez dönerek hâlâ donmuş duran kalabalığın kıpırtısız manzarasından tatlı bir içkiymiş gibi son yudumunu alarak son bakışının tadını çıkarttı. Kürsünün arkasındaki koca ayaklı saatten bile hâlâ ses gelmiyordu. Herkes bir balo fotoğrafı kahramanıymış gibi duruyordu.
1984 bir müddet zihnine kaydedeceği bu fotoğrafla hiç bilinmeyen hayatına geri döndü.