BİR YANILGI BİÇİMİ OLARAK NOSTALJİ
Murat Mrt Seçkin
Tayfun sağ olsun, gittiği her evde notlar tutar, arada da oyunlar oynar. Bizim evin rutini genelde işlerimiz nedeni ile geç vakitte başladığından ve ben de mekânlarda tüm gün bir nevi müzik tecavüzüne uğradığımdan, genelde televizyon açar ve beynim akana kadar dizi, film, belgesel ne varsa seyrederim. Şanslı olanlar konuyu bir şekilde YouTube’a çevirerek durumu kurtarır ve bayılana kadar müzik felsefelerini bizim eve de yayarlar. Özellikle bir diğer iş arkadaşım olan Rammy Roo, eğer dizi/film kapatılıp müzik dinlenmeye başlıyorsa ayrı bir neşe yaşar bizim evde, çünkü normal şartlarda her an kalkacakmış gibi oturur.Her neyse işte, yine böyle bir ortamda Tayfun Bey dedi ki “Hep dinlediğimiz ama ortamlarda söylemeye utandığımız şarkıları çalalım.” Aman ne güzel, hepimizin bir utancı vardır illa ki, utanmadan hayat geçer mi? Hele ki günahsız. Tüm o endüstriyel veya punk ses âlemimizden gizli, evimizde ya da çalışırken, ofiste kimse yokken, illa ki ne idüğü belirsiz bir şeyler çevirmişizdir müzik çalan cihazlarımızda. Hemencecik başladık, başladık başlamasına da hiçbirimiz aslında utanılacak şarkılar dinlemiyormuşuz. Zamanla müzik ya da ses zevkimiz öyle bir noktaya gelmiş ki zaten iyi müzik, kötü müzik ayrımlarını genellemeler yerine bireysel bakış açılarımız ile ördüğümüzden, neredeyse kötü müzik diye bir şey bırakmamışız.
Aslında olay sadece bizim müzik zevkimiz ile ilgili değil. Ne zaman bu oyuna girsek ya da ne zaman yine bu mecmuanın sayfalarında eski bir albümü veya filmi yazsam hep aynı şeyi düşünüyorum. Bu eser acaba gerçekten güzel mi yoksa ben nostalji hastalığının ciddi etkilerinden mi muzdaribim? Bir işi beğenme sebebim onunla ilgili sanatsal kriterlerim mi, yoksa bende bıraktığı izler mi?
Mesela A-Ha’nın Scoundrel Days albümü benim için kutsal emanet değerindedir. Birilerine bu albümü dinlettiğimde ise genel olarak pek olumlu tepkiler almam. Hayır albüm zaten iyi, benim bakış açımla alakası yok, ama bunca senedir içimde ateşinin sönmemesi aslında başka bir şeylerin işareti. Nostalji en yakın katalizörü anı ile birleştiğinde, belki de anı zaten doğal olarak nostaljiyi yarattığında işler değişiyor. O albümü sevmemin sebeplerinde, ilk dinlediğimde (sanırım orta okulda falandım) yağan kar, eve gittiğimizde annemin acilen çıkarttığı ıslak çoraplarımız ve lojmanlardaki aşırı sıcak kalorifer peteklerinin üzerindeyken çıkarttığı koku ile başlayan bir duygu zinciri saklı. Anı ile başlayan ve aslında şu anki halimden memnun olmama rağmen geçmişe özleme dönüşen bu hisler ile dinlediğim ya da izlediğim şey gittikçe daha cennetimsi bir hava yakalıyor. Bir daha asla ulaşamayacağım bir hissin illüzyonu olarak kulaklarımdan ya da gözlerimden içeriye giriyor.
Nostalji bir yandan bağımlılığa kucak açarken diğer yandan da önünüzü görmeyi engelleyebilir. Bazı zamanlar dostlarla aramızda yaptığımız “doksanlardan sonra hiç bişicikler yapılmadı” ya da “sanat bitti, yeni bir şey yok, her şey tekrar” savunmalarımız da bazen bu nostalji hastalığı kabında takılıp kendini eritiyor. Geleceğe bakmamızı engelliyor ve hep daha yeni bir şey gelsin hissiyatı ile aslında güzel bir şey olan ve yaratıcılığın temelini oluşturan öykünme, kopya etme kültürünü aşağılayarak, burnu kalkık bir bakış açısına sebep oluyor.
Nostalji kelimesinin kökeninde yatan vatan hasreti, eve dönme isteği aslında cevabı da içinde saklıyor. Geri dönmek bazen güzeldir ama kimi zaman da umduğunu bulamayabilir, berbat bir hayal kırıklığı ile yıllardır keyif aldığın şeyleri onarılmayacak şekilde zedeleyebilirsin. Kendi başına geçmişi aramak, onun arkeolojisini yapmak için en güzel yöntem olsa da nostalji, doz aşımında çoğu zaman acıtır, hayal kırıklığına uğratır ve uzaklaştırır. Çünkü geçmiş biraz da orada kaldığı için güzeldir. Durduğu ve hiç değişmeyeceği için. muratmrtseckin@gmail.com