Yugo-nostaljisi; HEP MI ESKI GÜZEL GÜNLER?
Hazal Sipahi
Melankolinin yakın arkadaşı nostalji, ilkin tıp literatüründe “yurt özlemi hastalığı” olarak tanımlanırken, yıllar içerisinde “geçmişe duyulan özlem” duygusunu anlatmak için kullanılmaya başlıyor. Özlenen geçmişi hatırlamak tatlıyken, hatırlanan anın kaybı ve geçmişin geri gelmeyeceğini bilmek acıtıyor. Nostaljinin kendisi, hissedildiği şu anın ipoteğinden kaynaklı bir kısır döngüye dönüşüyor. Savunma mekanizmalarımız sağ olsun, eski zamana ait iyi anıları hatırlama ve hatta yaşanmışlıkları daha iyiye yönelik yeniden kurgulama eğilimindeyiz. Yaşanırken yeterince olumlu hissedilmemiş anların, ancak bir arkadaşa anlatırken “aslında ne kadar da güzel zamanlarmış” hissiyatını uyandırdığı anılarla doludur hafızamız. Hal böyle olunca, geçmişe yönelik eleştirel yaklaşım terk edilip, artık var olmayan veya hiçbir zaman var olmamış hayali bir geçmiş ideali yaratılıyor. Çalkantılı şu an ve tekinsiz geleceğin yarattığı korku, hayali bir yurt/ev özlemini beraberinde getiriyor. Modern insanın yurtsuzluğu ve çaresi bulunamayan hastalık nostaljinin birleşimi ise, bu hayali evin muhafazakârlaşmasına neden oluyor. Yitirilene duyulan özlem ve yerine var edilenden duyulan memnuniyetsizliğin ışığında nostaljinin anaçlığına sığınılıyor.Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kosova ve Makedonya: Eskiden buralar hep Yugoslavya’ydı. İkinci Dünya Savaşı sonrası kuruluşundan 1991’deki dağılışına dek geçen sürede Balkan coğrafyasının en önemli devletlerinden olan; ancak artık var olmayan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ne ve 1980 yılındaki ölümüne dek 35 yıl devlet başkanlığı yapan Josip Broz Tito dönemindeki istikrar ve refah günlerine duyulan özlem, Yugo ve Tito nostaljisi kavramlarında kendini buluyor. ‘90’lı yıllardan itibaren doğanlar Yugoslavya ve Tito’yu hatırlamasalar da, büyüklerinden o eski güzel günleri dinleyerek büyüyorlar. Tito dönemi ilerleyici zamanlar olarak görülüyor ve bu döneme ait imgelem hiçbir zaman solmuyor, aksine günümüzde yolsuzluğun ve yoksulluğun hüküm sürdüğü dağılmış eski Yugoslav ülkelerinde giderek renkleniyor.
“Yugoslavya ve Tito dendiğinde akla sosyalizm, barış, kardeşlik ve birlik geliyor. Hayat daha ucuz ve ülke daha güvenliydi. İşsizlik yoktu ve fabrikalar çalışıyordu. Artık her şey ithal.”
“O zamanlar maaşınla geçinebiliyor, üstüne seyahat edip, kenara para da atabiliyordun. Şimdi sefalet içindeyiz.”
“O günlerde bir beyefendi gibi yaşardım, şimdiyse bir dilenci.”
Yugolasvya ve Tito günlerine duyulan nostaljiye yönelik söylemlerden bazıları bunlar. Peki konuşan korku mu? Konuşan, ailenin aşinalığında güven duygusunu buluş, koruyup kollayan bir babaya ve anne şefkatine özlem ve bunun arayışında devlet baba figürü üzerinden Tito’yu baba bellemek. Önce Tito’nun ölümü, ardından ülkenin çöküşü, ailenin yitirilişini simgeliyor ve eski Yugoslavya halkını nostaljinin kollarına bırakıyor. Tito’nun “6 cumhuriyetli, 5 uluslu, 3 dinli, 2 alfabeli ve tek partili bir devlet” olarak tanımladığı Yugoslavya 1991’de ilk Slovenya’nın bağımsızlığını ilan etmesiyle dağılmaya başladığında, o zamanki devlet başkanı Slobodan Miloseviç Yugoslavya imgesini kana bulayacak kararlar alıyor. ‘90’lar boyunca birbirini izleyen savaşların yaşandığı coğrafyada nostalji kelimesi Eski Yugoslavya ile özdeşleşiyor, Miloseviç yönetiminde olmayan Yugoslavya. Yugo-nostaljik kavramı aynı zamanda dağılma dönemi yöneticilerince, güçlü Yugoslavya imgesinden vazgeçmeyip güçlü Sırbistan hayaline tutunmayan kimseleri vatan haini olarak tanımlamak için kullanılıyor.
Ancak Miloseviç yönetiminin ve bölgedeki savaşların ardından, Eski Yugoslavya’nın dağılmış ülkelerinde eski güzel günlere duyulan özlem popüler kültür öğelerinde kendini bulabiliyor. Yugo ve Tito nostaljisi günümüzde yeniden kurgulanıyor, t-shirtlere basılıyor, müzelere konuyor. Yitirilmiş zamanın izinde anılar, eşyalar, evler ve kentler müzeye dönüştürülüyor. Günümüz Yugo ve Tito nostaljisinin huşusunda Tito ve yönetiminin mükemmel olmaktan uzak oluşu unutuluyor. Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin sancısında hâlâ Eski Yugoslavya’nın dağılışının ceremesini çeken halkların hafızası Tito’nun karşıtlarını hapsettiği Çıplak Ada’yı, gerekli reformları reddedişini ve özellikle entelektüel kesimin üzerindeki baskıyı geri çağırmayı reddediyor. Yugo-nostaljisi ile hiç var olmamış bir Yugoslavya mı yaratılıyor?
Kişinin dünyası sallanmaya başladığında ve gelecek belirsizleştiğinde kesinliği sağlayan tek sabit nokta geçmiştir. Ancak yine aynı geçmiş, Bosna ve Kosova Savaşları’nın tohumlarını atan geçmiştir. Bu nedenledir ki ancak eleştirel bir nostaljik bakışla anın geri döndürülemez kaybı telafi edilip geleceğe elenebilir. Nostalji üzerine yazılmış en sağlam kitaplardan Geleceğin Nostaljisi'nde Svetlana Boym iki tür nostaljiden bahseder: yeniden kurucu ve düşünsel nostalji. Yeniden kurucu nostalji, yitirilmiş eve, hakikate ve geleneğe sıkıca bağlı bir biçimde geri dönüşün vurgusunu yaparken, düşünsel nostalji geçmişe duyulan özlemi kucaklarken sorgulamayı da ihmal etmiyor. Bu bağlamda Boym nostaljinin hem zehir hem de ilaç olabileceğini söylüyor ve nostaljiyi derde derman edebilmek adına yeniden kurucu nostaljinin yarattığı aldatmadan sıyrılmaya ve düşünsel nostaljiden yararlanmaya işaret ediyor.
Yugo ve Tito nostaljisinin de günümüzde Boym’un önerdiği tipolojide sentezlenmesi ve gelecekle en iyi şekilde buluşabilmesi, belki de Eski Yugoslavya nostaljikleri için en büyük çare. Tito dirilmeyecek, ufukta sosyalizm de gözükmediğine göre eski güzel günlerin aydınlatıcı ve birleştirici değerlerini günümüzle buluşturabilmek gerekiyor. Ancak bu şekilde nostaljinin girdabından kurtulmak mümkün gözüküyor. Değişmeyen tek şey olan değişimden korkmamak ve geleceği yaşananların ışığında oluşmuş ideallerle kurgulamak. Cem Karaca’nın da zamanında dediği gibi, yarını önce “insan olmanın verdiği onurla” kurmak. hzlsph@gmail.com