Tırmalayan Avuntu


Emre Eryılmaz
İnsanların dürtülmeler doğrultusunda çözümler üreten varlıklar olduğunu varsayarsak; her bir dürtülmenin peşi sıra düşmemiz ve çözümlemeye varmamız gerekiyor. Bu noktada, belirlenmesi gereken sorunlardan biri, kılavuz olarak hangi tekniğe başvuracağımız.
 
Nostalji kavramına, örneğin; Freud kılavuzluğunda eğilirsek, karanlığa kaçışmaları kovalayacak ve elde kalacak buruk bedenimize yabancı hissedeceğiz. Hatta hafızamıza gönül koyacak, sahipliğimizin boşlukta emanetsiz sallanmakta oluşuna varacağız. Bu belki doğru bir tespit. Lakin yabancılaştığımız bedenle nasıl olur da barışırız? Dramatize edecek olursak; bedenimiz ve içinde taşıdığı hafıza yorgun ve bitap, heyecan ve tutku anlamlarını kaybetmiş olacak. Soğuk bir çift göz ve donuk algıyla hayatı idame ettirmeye çalışmak, insan ömrünün uzunluğu göz önüne alındığında çekilesi bir durum sunuyor.
 
Fakat göğsümüzün iç kısmında yerleşik eti tırmalayan nahif ötelenmeyi nasıl özgürleştireceğiz?
 
Bir başka teknik uygulama örneği vermeden, mevcut kılavuzun yoldaşlığında nostalji kavramıyla ilgili görünen “nahif ötelenme”nin tam olarak neyi işaret ettiğine dair kanaat birliği gerekir.
 
Öncelikle nerede ve ne sebeple doğduğuna ve hangi isimle kavramlaştığına bakmaya çalışalım.
 
Dürtülmeler, doğru ve de daha doğru kararlar vermemizi bildirir. Bu iki kıskaç arasında bilgeliğimizde vahşileşme, (kibar bir söylemle sertleşme) sürekliliği yerleşir. Dışımızda var olanlara karşı tüketiş ivmelenerek yükselirken, geçmişimizi gün be gün karanlığa terk ederiz. Tüketiş ve terk eylemi devamlılığımıza engel olmasa da, ürün getirisi; tırmalayıcı nahif ötelenmedir ve yerleşmiştir artık.
 
Her bir tırmalama geçmişin (bir gün, bir hafta…) terk edilmiş anları olarak zihin yönünde akar. Aslı “uyarı” olan tırmalama/savunma mekanizmamızın güvensiz akyuvarları ve titrek ellerinde değerlendirilir ve sert kabuğumuza katman dönüşümüyle eklenir.
 
Zihnimiz durumu tebessüm narinliği olarak özelleştirir. Nostalji ya da özlem hatıratına bir bakıma zihnimizin gölge oyunu diyebiliriz. Vurgulanan dönem, travmaların ayıklandığı, komedi kurgusu ağır basan 16 mm aşk filmine dönüşür. Zihnin bize sunduğu avuntudur film.
 
Peki, neyin uyarısıdır nahif ötelenme tırmalayışı, önceki söyleme dönersek, tırmalayıcı nahif ötelenme?
 
Temeli mecburiyet algısına dayalı eylemlerimizden oluşan ve özelleştirmeye giden süreçte kendimizden uzaklaşıyoruzdur. Tırmalama uyarısı, kendimizi hatırlatmaya çalışan vicdan kavramının karanlıktan uzanan eylemlere karşı son çabasıdır. Nahif bir çabadır çünkü dönüştürülebilir. Dönüşümün ötelenmeye gebe olduğu da muhakkaktır.
 
Bir doz Freud ve depresif hal içinde ulaştığımız vicdan kavramı, paradoks girdabında dönendiğimizi gösteriyor. Öyle ya, uyaran vicdan zihnin duyumlarından sertleşme, katılaşma, vahşileşme (ne dersek diyelim önemi yok) ve avuntu olarak çıkıyor.
 
Doktorumuzun işi zorlayarak girdaba müdahale etmesi serotonin kapaklarımızı açmayacak. Başta belirtili küs halleri yaşantımıza ortaklık edecek. Postmodernizm içinde ergiyen varoluşçu bakışın sorumlu eylem anlayışı, bir dozluk etkisiyle, uzun insan ömrünü tamamlama olanağı sağlayabilir. Pratikte vicdan dönüşümünün atıştırmalık avuntu haline geldiğini bir kez daha netleyelim. İstemediğimizden değil, hem de çok istediğimiz ama dönüşüm sebebiyle ne içe ne de dışta kalanlara uygulayamadığımız kavram. İnsan; doğa ve medeniyet kurallarının veyahut döngülerinin, çoğunca ayrı düşen açıklamaları arasında acınası ve bitap haldedir. Bonsai ağaçlarını var eden üzücü, sınırlayıcı baskılama, insan için de geçerlidir.
 
Konudan daha fazla uzaklaşmamak için açılımlar eşiğinde nostaljiye dönecek olursak; belirttiğimiz gölge örneği, kavramı bildiriyor gibi görünüyor. Ek olarak denilebilir ki; geçmiş, şimdi ve gelecek, aynı korku hissiyle davranacak insan yığınlarının değişmezliği, gölgenin devamlılığının garantisi olacaktır. Yazılanın umut vaadinden muaf bir yazı olmasını yolumuzun illa umuda bağımlı olmadığına yormak gerekir. (Hatta derinliğine inmeden söylemek gerekir ki; umut, boş veren yaşam sunar.)
 
Gene de; hayatımıza, içimize, dışımıza sirayet eden tüm kavramların, amaç uğruna, insan yaratımından geldiğini unutmamalıyız. Ve fark etmeliyiz ki; bonsai ağaçlarını oluşturan baskılama, kavramlar için de geçerlidir. İnsan kavramlar bütünlüğüdür ve amaç dünden gelen ve yarına akan insanı, bugün bağımsız kılmaktır.
 
Kalın sağlıcakla… sefahat@hotmail.com