Müzik Konuşsun: 6 ALBÜM İLE AHVAL VE ŞERAİT


Tayfun Polat
Yeni bir tartışma var. Ülkenin güvenlik problemleri ve döviz artışı nedeniyle yurtdışından müzisyenlerin ülkeye gelmesi bir hayli zorlaşınca, majör konser mekânları ve hatta sayıları gittikçe azalan müzik festivallerimiz ister istemez yerli müzisyenlere yöneldiler, programlarını sıklıkla buralarda müzik üreten isimlerden oluşturmaya başladılar ve hatta bağımsız müzik sahnesinden isimleri yaldızlı metinlerle tanıtmaya başladılar. Hal böyle olunca anaakım medya da mevzuya uyandı. Pek çok genç, bağımsız müzisyenimiz anaakım medyada kendine yer bulmaya başladı. Bu duruma kızan müzisyenler var; iki sebeple, ilki müzisyenleri davayı satmakla ya da popülizme alet olmakla suçlayarak, ikincisi anaakım medyaya ve majör konser mekânı/müzik festivali yöneticilerine “Ülkenin hali bu olmasaydı yeni dalga müzisyenleri hâlâ görmezden gelecektiniz,” diyerek ve ikiyüzlü bularak. Bu duruma sevinen müzisyenler var; nihayet iyi sahnelerde yer bulma kapıları açıldı diyerek, belki daha fazla insana ulaşacağını ve belki de konser kaşesini arttıracağını umarak. Farklı taraflardaki her düşüncenin haklılığı ya da haksızlığından bağımsız olarak, kimse müzikten bahsetmiyor aslında bu tartışmada. Pazar payı ve paylaşımı üzerine, pay almak ya da almamak tavrı üzerine taraflar oluşuyor.

Bu tartışmayı dönemsel bir kırılma noktası olarak görüyor ve anlamlı buluyorum. Ama bu tartışmaya müziği de dahil etmek istiyorum. Mevcut durum bazı müzisyenler için süslü cümleler kurulmasını ve anaakım medya vasıtasıyla yeni kitlelere ulaşılmasını sağlıyor olabilir. Ancak senelerdir gelişimlerini takip ettiğim bir sürü müzisyen öyle iyi işler çıkartmaya başladı ki, zaten o sahnelerin çoktan ele geçirilmesi gerekiyordu ve zaten bu durumdan önce de ele geçirilmeye başlanmıştı. Bu anaakım desteği olmaksızın gerçekleşiyordu. Çünkü bu müzisyenler kendi kitlelerini oluşturdular zaman içerisinde. Ve evet, artık bağımsız müzik para kazandırabiliyor. Hatta artık bağımsız müzik pop müzik ile yer değiştirmeye başladı. Yine paradan, pazardan bahsediyorum ama majör mekânların ve müzik festivallerinin her geçen yıl daha fazla yerli ve bağımsız müzisyene yer verdiğini rakamlar da gösteriyor. Bu tartışmayla giriş yaptım ama aslında bu yazının konusu bu değil. Biraz önce belirttiğim gibi senelerdir takip ettiğim altı müzisyen/grup, sadece son bir ay içerisinde öyle albümler çıkarttılar ki; vaziyetten istifade edenleri ya da vaziyetle derdi olup laf söylenenleri bir tarafa bırakıp, müzik dinlemek, dinletmek ve konuşmak istiyorum.Ceyl’an Ertem ile başlayalım. Sıklıkla belirttiğim gibi, Ceyl’an’ın memleketin en iyi kadın vokalistlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Ancak ne yalan söyleyeyim, yeni albümüyle ilgili bir merak gelişmemişti bende. Bunu albüm aralarının sıklaşmasıyla ya da beni zamanlama olarak daha heyecanlandıran albümler olması ile açıklayabilirim sanırım. Yine de Amin’i çıktığı gün dinledim yine de. İlk tepkim şaşkınlık oldu. Ceyl’an’ın sesini pek duymadım bile, düzenlemeler şaşırttı beni. Başta caz, sonra rock ile hasbıhal eden bir şarkıcı-şarkısözü yazarı müziğiydi önceki albümlerin genel yapısı. Dolayısıyla da sazlar aşağı yukarı belliydi. Bu albümde ise yaylılar ve üflemelilerle zenginleşmiş bir orkestra çalmış. 25 kişilik bir orkestra. Dolayısıyla albüm ilk olarak orkestrasyonla vurdu beni. 7 şarkıyı Cenk Erdoğan, 3 şarkıyı Can Güngör, 1 şarkıyı Steven Kamperman, 1 şarkıyı da Cihan Mürtezaoğlu düzenlemiş. Bir de Tunç Çakır remiksi var. Biri diğerinden aşağı kalmıyor. Ama doğal olarak Cenk Erdoğan’ın ağırlığı var. Kuşağının en yetenekli gitaristlerinden biri olan Cenk akla belli bir gitar sound’u getirebilir. Ancak bu albümdeki düzenlemeleri bambaşka. Enstrümanların çeşitliliği ve dengesi aranjör olarak daha önce rastlamadığımız seviyede bir Cenk Erdoğan gösteriyor bize.

Albümün hikâyesini bilmiyordum, öğrenince ayrıca şaşırdım. Çünkü canlı kaydedilmiş (Baran Göksu, Can Aykal ve Berk Kula’ya da saygılar). Gaziantep Üniversitesi Mavera Kongre ve Sanat Merkezi konser salonunda 5 gün süreyle sabah akşam birlikte çalan 25 usta müzisyen. Yazınca bile fantastik ve cüretkâr. Ve ortaya çıkan sonuç Ceyl’an Ertem’in şimdilik en iyi albümü. Canlı izleme şansını da buldum. Yaylı orkestrası yoktu malum sebeplerle. Ama bir perküsyoncu vardı ki, orkestranın saat gibi sekmeden çalışına harika bir gruv ekliyor. Albümün haletiruhiyesi ise adından anlaşılıyor. Zaten çok iyi şarkı söyleyen bir kadın, o kadının yazdığı ya da başka kadınların (Yıldız Tilbe bir, Sıla iki şarkı armağan etmiş) onu düşünerek yazdığı şarkılar. Bize Ceyl’an gibi kadınlar gerek. Cesur, ne istediğini bilen, söyleyen, yapan.

Gelelim Gevende’ye. 2015’te çıkarttıkları konser albümünü saymazsak, yaklaşık 6 yıl yıl süren bir sessizlik dönemi sonrasında gelen yeni albüm Kırınardı hakkında kısa bir değerlendirme yazmak zor. “Gitmek ve kalmak arasındaki ikilemden, yaşadığımız mekânda üretmeye ve aslında mücadele etmeye odaklanarak bir çıkış arama hali” cümlesiyle sunulan allbümdeki tüm parçaları dinlerken kendi ruh hallerinize defalarca denk gelebilir, her defasında da kendi kurgularınızı hayata geçirmek için esinler bulabilirsiniz. Her parçada. Dolayısıyla her parçayı uzun uzun etüt etmek, her seferinde bir ayrıntı keşfetmenin keyfini yaşamak gerek bu albümde. Yanlış da anlaşılmasın, dinlemesi, anlaması zor, emek isteyen bir albüm değil Kırınardı. Aksine, baştan sona akıp gidiyor. Ancak yıllarca düşünülmüş, geliştirilmiş düşünceler, biriktirilmiş sesler söz konusu. Ve çok detaylı bir ses bütünü ile karşımızdalar. Hemen yakalayabilen ama hemen tüketilebilecek bir müzik değil.Ruhani bir albüm Kırınardı. Le Guin’in Omelas’ındaki gibi (“Omelas” albümün açılış parçası aynı zamanda) “dine evet, din adamlarına hayır” manasında ruhani. Dinimiz müzik ve bu doğrudan ruha hitap eden, ruha iyi gelen bir albüm. Endişe, gerilim, sinir harbi günlerinde, çıkışı en iyi bildiği işe sarılarak, en iyi bildiği işi daha iyi yapmaya çalışarak, kendini ve temas ettiği insanları sağaltmakta, umuda yer açmakta gören Gevende’nin, gitmek ya da kalmak dışında bir seçenek daha oluşturma çabası. Müzikle insanlara temas ederek mücadele etmek. Aslında bu yazıda bahsi geçen tüm müzisyenlerin yaptığı bu. Ancak Gevende şu sıralar tüm dinlediklerimiz arasında en tesirli olanı. Uzun zamandır eğer bir çare varsa bizim için, bu da temas ve tesir ile olacaktır diye düşünmekteyim. Ve müzik hem temas etmek hem de tesir etmek için en doğrudan yollardan biri. Kırınardı, bu düşüncelerime tercüman oluyor.

Sırada Bubituzak var. İlk albüm Uzay Yolları Taşlı dolgun sound’uyla 2014’ün mühim albümlerindendi ve barındırdığı çok iyi fikirler ile güncel müzik âlemimiz için dönüştürücü etkisi olduğunu düşünüyorum. İkinci albüm Boyutlar sürprizli geldi. Yaylılar ve üflemelilerin de taş gibi bas, davul, gitar üçlüsüne dahil olduğu albüm, coğrafyalar dolaşıp dolaşıp yuvaya dönen sesleri ile memleketin alaturkası ve Anadolu psikodeliyasına surf, punk, rock ‘n roll, hatta Latin soslar katılarak yapılan bir güveç gibi. Fazlasıyla lezzetli, dinamik ve oyunbaz.Albümü şöyle anlatmak daha iyi geliyor bana. Bubi, mahallenin bitirim abilerinden biridir. Yazlık sinemada teşrifatçı olarak çalışmaktadır. Kışları çalışmaz, haytalık yapar. Haytalık dediğimiz de, yurt dışına kaçıp hâlâ dönemeyen abisinden devraldığı plak koleksiyonunu ve kitaplığı genişletmek için mezatlara katılmak, sahafları dolaşmak falan. Öyle ciddi bir koleksiyoner değildir. Çulsuzdur sonuçta. Ama müzikten anlar, başucunda bir iki kitap eksik olmaz. Ve çok film seyreder. Akşamları eski filmlerin sevdiği sahnelerini kesip yapıştırarak kendine kısa filmler hazırlar. Kimse bilmez. Mahalledeki çocuklar onu bakkala bira şişesi vermeye gittiğinde kaçan topa her seferinde gelişine çaktığı voleden bilir. Bir de arada maçlara hakemlik yapıp, kazanana kaybedene ısmarladığı gazozlardan. Bakkalın veresiye defterinin yaprakları boyunca tarih yazar. Günün birinde bir kıza tutulur. Kıza bir film yapmaya karar verir. Kız hiç bilmez. Keser yapıştırır şeritleri. Yetmez, keser yapıştırır makaraları, müziğini de kendi yapar filmin. Replik uymayınca da söyler kendi jargonundan. Kıza bildiği her şeyi anlatır. Boyutlar işte bu filmin müzikleri.

Gelelim Lara Di Lara’ya. İki yıl önce gelen albümü Oraya Doğru ile resmen Dilara Sakpınar ile yeniden tanıştım. Grup müziği yapıyorken bazen yetenekler ayrışmıyor, birlikte üretimin arasında kaynıyor. Dilara’yı 123’ün solisti ve söz yazarı olarak bilen biriydim ilk albüme kadar. Benim eksikliğimmiş yeteneğinin boyutunu fark etmemek. Tamamen kendi yazıp bestelediği ve düzenlediği şarkılarıyla tanışınca tanıdım aslında Dilara’yı. Oraya Doğru, öncelikle söz yazımı konusunda dikkat çekse de müzikal olarak da doyurucuydu. Kısa süresiyle de tadı damakta bırakmıştı.İkinci albüm Hazineler İçindesin ile Lara Di Lara çıtayı bir hayli yükseltmiş durumda. Gevende’nin albümü için yazdıklarım bu albüm için de geçerli. Tabii ki ifade farklılıkları var. Dilara da çaresini en iyi bildiği işi daha iyi yapmakta bulmuş. “Toprak, hava ve suda olan bitenler hakkında bir albüm” Hazineler İçindesin. Şehrin gürültüsünde, kapitalizm kıskacında, gündelik yaşamın koşturmasında, elini yıkarken, yürüyüş yaparken, şöyle bir göğe bakarken, aslında dönüp dönüp içine bakan ve orada doğasını bulan bir kadının anlattıkları. Çok iyi söze dökülen duygular, şu sıralar hemen hepimize iyi gelecek ve farkındalığımızı arttıracak yaşanmışlıkları paylaşıyor. Müzikal olarak genellikle sakin ve minimal ama yeri geldiğinde tüm coşkusunu aktaran düzenlemeler, albümün haletiruhiyesini çok iyi yansıtıyor. Albümün prodüktörlüğünü de Burak Irmak ile birlikte üstlenmiş Dilara. Etrafınızı saran hazinelerin farkında değilseniz, Lara Di Lara’yı bir dinleyin.Şubatın son günlerine yetişen yeni eskiz albümü Beterin Beteri Var’a geldi sıra. 7 yıl önce Roxy Müzik Günleri’nde 1.’lik ödülü aldıklarında büyük bir potansiyel vaat ediyorlardı. Ardından gelen Yoksa Bir Rakı Masası mı Görüyorum? maxi single’ında biraz motoru boğmuş gibilerdi. Gezi’den sonra kendilerini bulmaya başladılar. 2014’teki Kimsenin Ruhu Duymaz ile vitesi yükselttiler. Ertesi yıl gelen Türkçe Sözlü Ağır Müzik EP’si ile adından da anlaşılacağı üzere yokuş aşağı boşa aldılar. Geçen yıl yayınlanan Sallan Yuvarlan LP’sindeki iki yeni parça ile ara gaz verdiler. Ve nihayet Beterin Beteri Var geldi. Her geçen gün kendini aşan gençlerin şimdilik zirvesi.

Gümbür gümbür çalan bir gitar, bas, davul üçlüsü eskiz. Psikodelik rock ‘n roll diyorlar türlerine. Ama volüm ve enerjisi çok yüksek bir müzik onlarınki. Akranları arasındaki en yetenekli gitarist Deniz Ağan daha önceleri rol çalıyordu. Basta Can Tunaboylu görev adamıydı bu albüme kadar. Davulcu taburesine geçen yıl oturan Uygar Çetiner de adaptasyonu tamamlamış. Üçü de çok formda. Dert belli, çare müzik. Bu sefer biraz gürültülü. Sesi yükseltmek de lazım zaten. Beterin beteri var, tanrılar şaşkın, akıyoruz, deliriyoruz, başçavuşun eşeği gibi bıçak kemikte. Öyleyse durdurma kendini. Albümü dinledikçe gaza gelip “Yıkın lan ortalığı!” deyip duruyorum. Sanki bana soracaklar, yıkıyorlar zaten.

Son olarak da The Away Days’den bahsedeyim biraz. Türkiye’den bir dream pop grubu çıkması bizden çok dünyayı ilgilendirdi şimdiye kadar. Grubun seri halinde yayınladıkları tekliler hakkında dünya ölçeğinde mühim müzik yayınlarında önemli kritikler çıktı. Şarkıları BBC, KEXP gibi radyolarda dönüyor. Fender’in resmi sanatçılarından oldular. Yurt dışında önemli sahnelerde yer aldılar. Buradalarda mevzuya uyananların sayısı bir hayli eksik olsa da, The Away Days zaten müziğiyle sınırları ortadan kaldırdığından çok da bir şey değişmiyor onlar için. Buraya ait, buraya dair bir müzik yapmıyorlar. Ama buradalar işte.Çok uzun süre bekledik ilk uzunçalarları Dreamed at Dawn’ı. Açıkçası şimdiye kadar o kadar çok şarkı yayınladılar ki, albümün bunların biraraya getirilmiş hali olacağını düşünüyordum. Yanıldım. Albüm için sakladıkları başka şarkıları varmış. Hatta şimdiye kadar yaptıkları ettikleri hep bu albüme hazırlıkmış. Bu kadar beklememizin bir sebebi varmış. Artık The Away Days’in öyküsü yeni bir merhaleye girmiş durumda. Can Özen’in kafa sesiyle yaptığı vokal de grubun sahnedeki duruşu araya bir mesafe koyuyor önce. Ama müziğe kayıtsız kalamayıp sallanma ihtiyacına kaptırınca uzam kayboluyor. Basın tonu, davulun kararı, gitar melodilerinin yakalayıcılığı ile daldıkça genişliyor müzik. Ama burası yüzmek isteyeceğin bir yer. Derin, duru. Şimdi kendini suyun üstüne bırakıp dilediğini düşleyebilirsin.

Lafın özü; yerli müzik şu sıralar revaçta olabilir, bağımsız müzisyenlerimiz teker teker majör firmalarla anlaşmalar imzalayıp, kendilerine çok iyi sahnelerde yer açmayı başarabilir, Türkçe pop rezilliğinin yerine bağımsız müzik ikame ediliyor olabilir birileri tarafından. N’olmuş yani? Durumu fırsata çevirmek isteyenler var diye, müziğin kalitesi mi düşüyor? Bu yazıdaki herhangi bir albümü dinlemek yeterli cevap vermek için. Bırakalım pazarın manevralarını. Müzik konuşsun sadece. O kadar çok, çok iyi albüm çıkmaya başladı ki, hangi birini yazacağımı, çalacağımı şaşırıyorum. Beni çok eleştirdiler “Her şeyi de beğeniyorsun,” diye. E mal ortada. 1 ayda 6 harika albüm. Türlerden tür seç. Birini mutlaka sen de beğeneceksin. Bu zamanı şans olarak görmek gerek. Bu müzikler size iyi gelecek. Müzik sağaltır. Şifa niyetine dinleyin en azından. Ve dinletin birilerine. Çoğaltalım, çoğalalım birlikte. Temas ve tesir etsin müzik bugünlere. tayfunpolat@hotmail.com