ENTELSİN ÖYLEYSE FUCK OFF
Böyle güncel yazılar yazmayı sevmez mecmua. Popüler kültür yazıları. Bence Can Kozanoğlu’nun Pop Çağı Ateşi ve Rıfat Bali’nin Tarz-ı Hayat’tan Life Style’a… isimli kitaplarını işaret edip konuyu da kapatabiliriz ama bir deneyelim bakalım.
Sorun memleketin şu yeni komedi filmleri ve onlara verilen tepkilerden çıktı. Cem Yılmaz ve de Şahan Gökbakar’ın her yıl aynı zamanlarda vizyona giren ve gişe rekorları konusunda birbirleriyle yarışan filmleri. En sonuncuları da Yahşi Batı ve Recep İvedik 3 isimlerini taşıyorlar. İşin aslı her ikisini de izlemedim. “İzlemedim ama çok kötüymüş” tavrına girmeyeceğim haliyle. Bu tavrı biliyorsunuz değil mi? Modern dünyada sadece Türkiye’de olduğunu düşündüğüm bir hal ki Can Dündar’ın Mustafa filmi ile tavan yapmıştı (“Atatürk’ün insani yönü mü olur lan” kafası ): “İzlemedim ama, dinlemedim ama, görmedim ama…” O ne demek? “İzlersem fikrim değişebilir oysa ki ben bu önyargımla çok mutluyum. Fazla düşünmeden, taşınmadan kendimi toplum içinde bir yere koyuyorum. Aman beni beynimi çalıştırmak zorunda bırakmayın.”
Öncelikle halkın entellektüele düşmanlığını körükleyen şu entel-dantel meselesi nasıl çıktı ona bakalım. Yine 80 sonrasını lafını söylemek lazım. Ben ufakken okumak, araştırmak saygınlık için gerekirdi. Hayatı anlamak için. Ben de öyle yaptım. Sonra bir tipleme çıkarıldı. Kulağında küpe, ağzında pipo. Konformist, burjuva bir adam. Entel bu işte dediler. Leonard Cohen dinler, şarap içer vs… (Sarı Tebessüm filmini bilir misiniz? Hani Mahir Günşıray, Şahika Tekand oynar. Aslında üzerine tartışılması gereken bir filmdir.) Devlet politikalarının etkisiyle gerçek “entellektüel” pıstırıldı. Ha yok muydu kralı? Var ayrı ama sürekli dayak yediler. Orta sınıfın entari gibi giyindiği entellik ile gerçek entellektüellik arasında büyük fark oluştu. Çalışan sınıf ise ikisine de düşman. Ortada düşman olunacak bir şey olamamasına rağmen. (İşte belki böylece İvedik’i kimler seviyor, kimler nefret ediyor hususunu aydınlatıyor olabiliriz.)
Konuyla hiç bir alakası yok ama Cem Yılmaz’ın ilk filmi Her Şey Güzel Olacak‘ın Türkiye Sinema Tarihinin en başarılı komedilerinden biri olduğunu düşünüyorum. Gora başlayan serisinin ise beklentileri karşılayamadığını düşünüyorum. Kendisi de zaten son çıkardığı stand-up şovu DVD’sinde yaklaşık 45 dakika filmimi beğenmediler diye dert yanıyor. Hani eskiden gülmek için geldik diye bahsettiği yerde. Arada itibarını toparlamak için Hokkabaz ismiyle Her şey Güzel Olacak’ın neredeyse aynı reçetesiyle bir film yapmaya kalkışsa da asıl amaç iyi bir film yapmak olmadığı için senaryo girdabında boğulan, gene çok akıllarda kalmayan bir film çıkmıştı ortaya. Tabii Cem Yılmaz’ın ayrıca parayla da ilgili sorunları var. Hani aralıksız reklama çıkmasını bir yana bırakalım (yeter be abi); hiç bir toplumsal konuyla alakadar olmamasını bir yana bırakalım, sürekli parasından bahsetmesini bir yana bırakmayalım. Hani eleştirilince “Benim param var lan, top benim,” diyip sinirleniyor gibi. Ki GORA ve AROG isimli filmleri de kanımca parayla oluşturulmuş Uzay ve İlk Çağ atmosferlerine ağzı bozuk sözümona “Türk” karakteri yerleştirmekten başka bir iş olmadığını düşünüyorum. Güldüyseniz eyvallah tabii.
Gelelim İvedik meselesine. Bu filmleri izlememi sağlayan aslında şu burjuva tandanslı konformist orta sınıf kitlenin bu filmlere tepkisiyle oldu. Sanki tek dertleri buymuş gibi saydırıyorladı filme. Hatta halen bu halk bu filmi izliyorsa şerefsizdir (tabii halkın da filmlere tek tepkisi “çok güzel İstanbul görüntüleri vardı” veya “ağla ağla öldük” olunca insan kıllanmıyor değil), bu filme gülen benim arkadaşım olmasın, seyretmedim ama sinemasal olarak da kötüymüş gibi laflar duymaktayız. Ulan dedim bu filme böyle tepki gösterilir mi yahu? Sana ne? Bir komedi filmi seversin, sevmezsin niye kendini ona göre konumlandırıyorsun? Şimdi çok saygı duyduğun İnek Şaban veyahut Cilalı İbo gibi karakterlerin farkı ne? Mesela Yeşim Ustaoğlu veya Reha Erdem’in filmlerini izlemekte midirler? Onlara da “çok sıkıcı yauv!” dan başka bir eleştiri getirebiliyorlar mıdır? İşte tam bu noktada ben Recep İvedik 2’yi çok sevdim. Bir başka eleştiri ki çok yakınımdan gelmişti, İvedik’in entellektüelliği aşağılayan ve entel-dantel çerçevesine sokan bir film olduğu idi. Bu film kesinlikle entellektüel olmayan, herhangi bir şeyi kesinlikle sorgulama zahmetine girmeyen, işte filmden örnek alırsak; “reklamcı, Starbucks’a ve yogaya giden, sosyal ağlarda vakit geçiren, statükocu, gamsız, sıkıcı Cihangir tayfasıyla” dalgasını geçiyordu. Buna alınan camiaysa Recep İvedik’in seviyesizliğini ileri sürüyordu. Valla aga ben onu bilmem de bu adam laptopla sinek yakalıyordu.
Mizah deyince aklıma Woody Allen gelir benim. Luis Bunuel hatta. Allen’ın muhalifliği Amerikan elitine ve statükosuna yönelttiği namlusundan gelmektedir. Kaba saba modernliği ayaklar altına alır. Fikirleri vardır. Bunuel ise komünist ve dinsizdir. Dindarların ve burjuvanın üzerinde tepinir. Bizim popüler komedi filmlerimizin işi yoktur bunlarla. Cahil, kaba, kadın peşinde koşan, bencil karakterlerdir. Kendilerini zor durumlara sokarlar. Son anda da aslında sevimliyiz mesajıyla olayı kapatırlar. İşte tam burada, ben İvedik’in yukarıda bahsettiğim tavrıyla (sonradan görme çakma entellere) ucundan acık da olsa bir şeyler söylemeyi başardığını düşünüyorum.
Şimdi gelelim asıl konuya. Bu filmlerin yapılması sorun değil. Hem de hiç. Sinema sektörünün işlediği her ülkede böyle filmler yapılır. Senin de tek yapabileceğin sevip sevmemektir. Çünkü başka filmler de yapılmaktadır. Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem gibi çok yetenekli yönetmenler düzenli olarak film yapabilmekte, hem yurtiçinde hem de yurtdışında oldukça itibar görmektedirler. Ha evet filmlerine çok az insan gitmektedir. Ama İngiltere’de de gişe rekorlarını Mr. Bean kırmaktadır Ken Loach değil. Burada sorun bu filmlere yeterli sayıda sinemada gösterilme şansı verilmemesidir. Bir İklimler Amerika veya Fransa’da daha fazla sinemada gösterilmektedir. Sinema sahipleri, yapımcılar ve şirketler sadece ve sadece gişe parasını düşünmektedir. Bu medeni bir ülkede olmaması gerekendir.
Ayrıca Yılmaz ve Gökbakar başka işler de denemelidir; itibarlarını arttırmak için çaba göstermelilerdir. (Jim Carrey örneği verilebilir mesela. Büyük ününü ve parasını Ace Ventura ve Dumb and Dumber gibi filmlerle yapmış ama sonra Truman Show, Eternal Sunshine… gibi işler de yapmıştır.) Film şirketleri kurmalı genç sinemacılara destek vermeli ve yapımcılığa soyunmalılardır. Hep bana mantığını bırakıp, onlara çok kazandıran sinemaya bir şeyler geri vemelilerdir. Dünyada ne olup bittiğiyle ilgilenmeyen gamsız zenginler izlenimi vermemelilerdir dışarıya.
Son olarak. Bizden bahsedeceğim. Sizden. Sürekli gergin, kavga halindeyiz. Sanat ortamında olsun, politik ortamda olsun. Herkes o.ç., herkes satılmış. Kendimizi karşı olduğumuza bakarak, bir şeyin anti-‘si olarak tanımlamamalıyız. Gözünüzü seveyim zaten yaşadığımız devlet yıllarca eğitimde olsun, sosyal hayatta olsun bize etmediğini bırakmamış. Yaşanacak ufak bir ortam kurmuşuz. Kör topal idare etmeye çalışıyoruz. Hâlâ herkesi kaynayan kazanın içine çekmek zorunda mıyız? Nefret etmek sevmekten ya da sevmiyorsan empati göstermekten çok daha mı kolay? Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa bu yüzden mutlu olamıyoruz, bu yüzden bu kadar potansiyel alevler içinde kül olup gidiyor, manik alkolikler olarak solmaya yüz tutuyoruz.