Disequilibrium
Üniversitelerde verilen iktisat eğitiminin belkemiğini Neoklasik iktisat oluştur, onun merkezinde de genel denge kuramı yer alır. Fiyat-değer ilişkisi üzerinde temellenen kuram, gelişmiş matematiksel ve ekonometrik modellerle desteklenir. Son derece etkileyicidir ve okurda, öğrencide iktisadın ölçülebilir “pozitif bir bilim” olduğu yanılsamasını yaratır.
Neo-klasik iktisadın savunucuları tarafından ve çok da başarılı bir biçimde ardındaki ideoloji “mutlak, ebedi ve ezeli” olarak kutsanır. “Görülmez bir el” tarafından mal, para, sermaye ve emek piyasaları dengeye getirilir. Bu cennet vatanda denge ve uyum hüküm sürer, fazla ve artık oluşmaz, herkes akılcı davranır ve herkesin tatmini sağlanır.
Oysa ki genel denge modeli gerçek ekonomik ilişkileri, gerçek olgu ve olayları anlamamızda ve açıklanmasında hiç de başarılı değildir. İlişkiler son derece mekanik ele alınmaktadır. Kurulan dengeler sanaldır. Varsayımlar ütopiktir. Sonuçlar son derece rastlantısaldır.
Neo-klasik iktisatçılar arasında farklı görüşleri paylaşanlar olmakla birlikte, kuramın özünü oluşturan ana fikirler, tümü tarafından kabul görmektedir; toplum bağımsız, özgür ve eşit bireylerden oluşan bir bütündür ve piyasalar da bireylerin faaliyetleri arasında bir uyum, bir denge sağlama aracı olarak belirleyici bir konuma sahiptirler.
Asimetrik enformasyon denilen ve gerçek dünyayı anlatan, ekonomide etkinlikte bulunan aktörlerin birbirlerinden farklı bilgilere sahip olabileceklerini ve bu bilgileri kendi çıkarları için, kendi kârlarını arttırmak için kullanabilecekleri varsayımını göz ardı edilir.
Yeni teknolojiler, özellikle iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ve onların yarattığı canlılıkla, yerküre ölçeğinde mükemmel bir hareket kabiliyetine sahip olarak faaliyet gösteren piyasalar, mali kurum ve araçların çeşitliliği, bankacılık sektörüne dayalı bir ekonomik canlılığın yaşanması, son 25 yıla damgasını vuran değişimler olmuştur. Son 25 yıl aynı zamanda mali sektörün ve onun yürüttüğü finansal faaliyetlerin, reel sektörü destekleyici pasif bir katılımcı olmaktan çıktığı, özerkleştiği, dünya ölçeğinde parasal işlemlerle kendi için var olan, bağımsız bir güç konumuna geldiğini de göstermektedir.
Bu irdelemeler artık dünyanın, neo-klasik iktisatçıların tanımladıkları gibi basit, kusursuz ve istikrarlı olmadığını göstermektedir.
Neo-klasik iktisadın genel denge modellerinde insan, elindeki kaynakları en iyi şekilde kullanarak kişisel çıkarlarını maksimize etmeye çalışan “rasyonel ekonomik birey”dir. Oysaki insanlar böyle programlanmış robotlar değildirler. Tarih ve kültür içinde ortaya çıkan, gelişen ve çeşitlenen ihtiyaçları, davranışlarını belirleyen alışkanlıkları, ahlaki değerleri vardır. Etiyle kemiğiyle, kanlı canlı insandırlar.
Neo-klasik iktisat ve ardındaki ideoloji, politik bir tehlikeyi gizler; benim modelimin dengeye gelebilmesi için senin şuna ihtiyacın yok, buna ihtiyacın var öngörüsü. Bu ihtiyaçlar üzerine diktatörlük kurmanın başka bir anlatımıdır.
Her birey çeşitli ihtiyaçlarını giderebildiği ve çeşitli potansiyellerini gerçekleştirebildiği ölçüde gelişir ve daha eksiksiz bir insan haline gelir. O halde, her insanın nihai amacı kendini geliştirmek, tam bir insan olmaktır. İnsan ancak diğer insanlarla bir araya gelerek, etkileşimde bulunarak ve toplumsal yaşama katılarak ihtiyaçlarını giderebilir, potansiyellerini gerçekleştirebilir. İnsan, doğası gereği, toplumsal bir varlıktır.
Tek tek bireylerin davranışlarından, karar birimleri ya da hane halkı olarak, hareket eden kuram toplumu da bu bireylerden oluşan bir bütün olarak görür. Devlet aygıtı, kurumlar, yasalar, mülkiyet ilişkileri için toplum veri olarak alındığı bu toplumda yer alan bireylerin davranışları incelenir.
Ekonomi bir bütün halinde ele alındığında, karar birimlerinin arz toplamlarını, talep toplamlarına eşitleyen bir fiyat sisteminin var olması, rekabetçi bir dengeyi tanımlamaktadır. Arz ve talepleri tatmin edilen karar birimleri denge halindedirler. Ancak piyasaları bu dengelere getiren güçlerin var olması ve sistemde bir sapma olduğunda bu güçlerin kendiliğinden dengenin yeniden oluşmasını sağlamaları gerekir. Bu durum piyasaların istikrarlı olduğunu kabul etmek anlamına gelir ki finansal krizlerin yaşandığı günümüzde piyasaların durumu ve iktisatta tartışılan disequlibrium hali bu dengelerin çoğu zaman sağlanamadığını göstermektedir.
Genel denge modeli, mali piyasaların neden mükemmel işlemediğini, çok sayıda finansal aracının neden ortaya çıktığını, finansal piyasalarda bilgi edinmede neden yetersiz kalındığını, asimetrik enformasyon paradigmasının neden ortaya çıktığını, bankaların vermiş oldukları hizmetlerin bedellerinin neden göz ardı edildiğini, finansal ürünlerde neden farklılaşmalara gidildiğini açıklayamamakta, dolayısı ile yaşanılan gerçeklerle örtüşmemektedir.
2009 Krizi’nde bankalar, küreselleşmenin vardığı bu evrede, ulusal piyasalarda oluşabilecek risklerin uluslararası piyasalarda yarattığı ve domino etkisi gibi çoğalan riskler ve işleyiş sorunları nedeniyle, uluslararası krizlerin hem nedeni hem de sonucudur.
2009 Krizi, neo-klasik iktisadın, paradigmalarının, varsayımlarının, şık modellerinin iflasının ilanıdır.
ABD’de 24-25 Eylül 2009’da düzenlenen G20 liderler zirvesinde, daha dengeli bir küresel ekonomi için büyük reform çağrısı yapıldı, G20 Ülkeleri için ciddi bir politika değişikliğine işaret edildi. Küresel ekonomide çok fazla eşitsizlik olduğu ve bunun giderilmesi gerektiği söylendi. Eğer bu denge sağlanmazsa ekonomik büyüme oranının “kabul edilemeyecek derecede cılız kalacağı” belirtildi. Ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda bir öneri yer almadı. Çünkü genel denge kuramı, artık bu dünyayı açıklamada yetersiz kaldığını açıkladı.
Kapitalist ekonomilerin temel sorunu, kuramın varsaydıklarının çok dışında talep yetersizliği, yatırım harcamalarındaki dalgalanmalar, ekonomilerde yaşanan iniş-çıkışlar, tam istihdam, tam çalışma düzeyinin sağlanamaması, işsizlik oranlarının yüksekliğidir; ekonomide dengenin sağlanması, hele hele tam istihdam düzeyinde sağlanması söz konusu değildir. Talep yetersizliğini gidermenin çözüm yolu, kuramın kabul etmez göründüğü devler müdahalesi, kamu harcamalarının arttırılmasıdır.
ABD’de devlet harcamalarının önemli bir bölümünü askeri harcamalar oluşturur. 1945 yılından itibaren Soğuk Savaş döneminde sosyalist sisteme karşı körüklenen askeri harcamalar, sosyalist devletlerin çözülmesi ile diğer ülkelere demokrasi götürmek, kitle imha silahlarını yok etmek, terörle mücadele, yıldızlar savaşı, ABD’nin güvenliği gibi nedenlerle hız kesmemiştir.
Askeri harcamaların yüksekliği, kapitalist düzende efektif talep eksikliğinin doğuracağı bunalımların boyutunu ve süresini kısmaktadır. Özellikle ABD’nin 2008 – 2009 krizini daha az yıkıcı yaşamasında, askeri harcamaların yüksekliği, bütçe açığının trilyon USD’ye dayanmasının büyük rolü olmuştur. Askeri harcamalar, talep azlığının yaratacağı dengesizlikleri giderici, denge sağlayıcı bir rol oynamaktadır.
ABD yalnız egemenlik politikaları nedeniyle değil, ekonomik nedenlerle de askeri harcamaları yüksek düzeyde tutmak gereğini duymaktadır ve duyacaktır. Etkin, baskıcı, müdahaleci bir dış politika izleyebilmek için askeri güce, askeri harcamaların artmasına gereksinim vardır. Bu da soğuk savaş kadar sıcak savaşların yaşanacağı öngörüsünü de güçlendirmektedir.
Emperyalizmle, kapitalist düzenle barış bağdaşmaz; barış sağlanamaz. 2. Dünya Savaşı sonrası dünyada barışın gerçekleşmemesi bunun en iyi kanıtıdır.
Denge, uyum, rasyonel insan davranışı, insanın gereksinimlerinin karşılanması, potansiyelini gerçekleştirmesi, gelişmesi, toplumsallaşması, onun yerine karar veren genel denge modellerinin değil barışın hüküm sürdüğü ortamların, değerlerin, modellerin başarısıdır.