Hamam Sokak’da Bir Oda…

'new media theory group'

William S. Burroughs’a
 
Sadece bir gecelik…
 
Gecenin nerde başladığına mı bağlı bu…
 
Nerval ve elbet… “orospu şafak”
 
Ve “orospu su,” dediydi adamın biri yıllar evvel.
 
Hep böyle mi yazacaksın”
 
evet”
 
Bazıları kaçırılmış bir rakı masasına özlem duydu Ahırkapı açıklarındaki…
 
3.dünya özlemleri
 
Sikik romantikler…
 
Buraya neden geldim bilmiyorum” bu cümle ona ait, “ve buraya neden geldi gerçekten bilmiyorum” bu cümle bana ait.
 
Geçişkenliklerden bahsetmişmiydik, ve şahidlerinden (burada bile bile d, t değil). Küçük, küflü ve rutubet kokulu Junk odaları, geri çekilmelerin ve arkadan takmaların yuvaları. Ucuz otellerde bir odayı erkeklerle paylaştığınızda sorun olmaz, ama bir dişi ile asla; bu, ülkenin ve pulp caddelerinin, ara sokaklarının ve alt-kültürünün ibneliğe verdiği ruhsattır, ruhsatlı ibnelik söz konusudur bu ülkede ama illegal, suskun, gizil bir ruhsattır bu, ne ibnelik be.
 
Galata köprüsüne doğru yürürken –mısır çarşısına doğru- yanında pek de iyi geçindiği söylenemez sevgilisi vardı, aslında uzun bir yolculuktu bu çıkılan ve yanında olması gereken sevgili bu olmamalıydı ama değişebilirdi sevgililer, acı çekmenin ululuğu arasında harcanabilirdi, bir başka ülkede bir başka oğlanla, oğlanlarla…
 
Bu toprakları sevmediğini bana açık açık yazdı-n zaten, nedenini de, bildiğim şu ki; o “doğuya yolculuk”-lar-‘a duyulan sikilmiş istem bir liman şehri izlenimini de veren bu topraklara getirmişti seni. Ama ne yanılsama. Burada hiçbir şey bulamadın: bu ülkenin oğlanlarını düzemedin, bu ülkenin o persiyan havasının aklında yarattığı imajlara sebep olan uyuşturucuları da bulamadın, tömbekideki esrar zaten senin için bir bok ifade etmedi… buna sanırım –aslında- hayal kırıklığı deniyor, ama bu senin erken dönemin, şimdiden bakıldığında böyle adlandırabilmenin derin rahatlığı. Amerika takısıyla biten o kimsenin ayak basmadığı topraklara yaptığın yolculukları düşündüğümüzde bu küçük ve adı anılmaz-bilinmez otel odası hiçbir anlam taşımıyor, oysa Panama’dakileri tek tek sayabiliyorum hala ben…
 
Başağrısına rağmen istemsizce sigara yakıyorum, kültürün orospu nesnesi, az sonra yağmur yağacak, uzun sıska vücudun, elinde bir fotograf makinesiyle Tanca'daki çatıda düşlüyorum seni, bu da istemsizce, bilincin diplerine kazınmış bozuk kareler, rengi yok, tadı yok, anlamı yok. Aslında bocaladım. Kısa adımlar dar bir zaman, bastonunun tıkırtısı bile yok. Ama yazmalıydım. Kokunun arkasından giden her insanın bir ten kölesi olduğu yadsınamazlığıyla. Sanırım şimdi insanların sorunu bu, sorun… yanlış kelime seçmek suç değil tercihse evet…
 
Şimdi varolmayan bir yapının, bir binanın –ki bir fotografı bile yok- imajlarına boğuyorum zihnimi, imajı gene koku harekete geçiriyor, bir erkek bedeninin pis ter kokusu, metal bir kül tablasındaki Junk artıkları, hastalıklı kaşıkların ve şafakların izbe kokusu. Yeşilimsi… ve ezan sesi, o zamanlar sana pek bir şey ifade etmeyen, ve hep içten içe alttan alta cybera boğduğun mutasyon uhreviyet…
 
Şehri gemiyle terk ettiğini biliyorum, basılmamış notlarını incelerken ya da yayınlanmamış mektuplarını, cımbızla bir şeyler çıkarmaya çabalarken vardığım vasat sonuçlar.
 
Tarihi eskimiş bir kış günü, yanımdaki kadın Karaköy'de bir banka sağanak altında oturup katotonik bir şekilde gözlerimi karşı kıyının minarelerine dikip onu unuttuğumu anladığı anda “sen bir ruh hastasısın” diyip uzaklaştığında kalıyorum senle, kendimle, diğer çocuklarla, tanrım yalnızlık, kutsalın yeryüzündeki en büyük varlığı, susku ve teklik. Düalizmin yıkılışı dahası varolmayışının kavrandığı nokta.
 
Bir ibnenin yaşlılığından daha kötü ne olabilir diye sormuştu dostum bir keresinde, sanırım bir ibnenin anılarıyla yaşamaktan daha zor olmamalı demişti diğer dostum. Kaçınılmaz olarak sözcüklere dönüşen anılarla kat ediyorum şimdi mesafeyi.
 
İnsanın yanlış zaman diye adlandırdığı oysa içten içe zamanın yanlışı diye bir şeyin mümkün olmadığını bildiği anın içinde kalıyorum, şüphesiz ki gene olması gereken olmuştu, ya da dediklerince: senin bu topraklarda bir nasibin yoktu. Uzun, gerçekten uzun yolculuğunun küçücük bir adımıydı bu işte. Ve onlarca sene sonra bana kalan kırıntıları bu kağıt parçası üzerine düşmekten başka bir işe yaramamıştı belki de.
 
Yolum her o adımladığın caddelere düştüğünde ayaklarım bağımsız olarak şimdi esamesi okunmayan yapıların sokaklarına götürüyor beni. Ne budalalık. Belki de hiç yazmadığın metinlerini okuyorum orda kendi kendime, yage yolculuklarından sana kalan sen dışı kimselerin bilmediği o meditatif haberleşme silsilesi gibi. Ya da –belki de Jim’in Taco’su gibi –yanı başıma esrik bir Kızılderili gelip oturmasa da varlığı havada dolaşan bir ruhun çekim gücü.
 
Şimdi bu anlamsızlığın içinden çekip gidiyorum, senin gelişin, lanet edişin ve siktirolup gidişin gibi anlamsız-dı bu deneme. Senin sevdiğini ben de seviyorum elbette, işte ondan çıkıyor bu sözde anlamsızlık zaten.
 
Az sonra küçük, dar kanepeye uzanıp, yeşil battaniyeyi üzerime çekeceğim ve az çok kestirebiliyorum göreceğim düşü, kolumdaki serum izinin sızını. Az çok…
 
Hep senle.
 
 
 
Bu metin “new media theory grup” adı altında “ş.e” ve “k.k”nin 1+1 otomatik yazın şekliyle orta çıkmıştır.

newmediatheory@rocketmail.com