Hormonlara Geldik!
Yılmaz Başar Babür, Bahar Kümbetli
Oyun Atölyesi’nin yeni sezondaki ilk prodüksiyonu “Testosteron”u mecmuanın iki yeni yazarı Yılmaz Başar Babür ve Bahar Kümbetli izledi. Böyle bir oyunu bir erkek bir kadın izleyince daha mı iyi oldu ne?
Çirkin kadın yok az vodka var... Testosteron yoksa hiç kadın yok...
Andrzej Saramonowicz’in kaleme aldığı Tarantino kokan oyun, Kemal Aydoğan yönetiminde bu sezonun açılış programıyla Oyun Atölyesinde izleyicilerle buluştu. Halen devam eden oyun, yedi testosteronlu ve başarılı oyuncunun (Metin Coşkun, Fırat Tanış, Emre Karayel, Mert Fırat, Timur Acar, İnan Ulaş Torun ve Tuna Kırlı) bir araya gelmesiyle ismine layık bir anlatım bulmuş. Ayrıca yıllardır halk arasında “testesteron” olarak bilinen erkeklik hormonun, “testosteron” olduğunu bize öğretmiş olması oyunun topluma katkısı sayılabilir. Özellikle müziklerinin iç hoplattığı 2 perdelik oyuna, her miktarda testosteron sahibinin izleyici olarak katılabilmesi oyunun avantajlarından. Yıllardır süre gelen kadın-erkek ilişkilerindeki farklılıklara delikanlı bir duruşla göndermeler yapan oyunda zaman zaman ipin ucu kaçmış erkek maceraları olsa da izlenmeye değer. Oyunun girişinde sergilenen monolog biraz yorucu ama genel olarak oldukça eğlenceli.
Oyunun dikkat çekici bir diğer özelliği, tema olarak bütün vurgusunu Quentin Tarantino’nun Rezervuar Köpekleri filminden almış olması. Oyunun başından sonuna dek iki monitörde filmden alıntılar görmek mümkün. Karakterlerin oyunculuklarına kadar yansımış olan Rezervuar Köpekleri tiplemeleri sayesinde hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Oyunun kostümleri de filmdekiyle tamamen aynı. Kan ve küfürlerin havada uçuşması yine aynı filmin ambiyansınca çok rahatsız edici durmuyor. Sonuç olarak filmde ve oyunda bambaşka iki konu işlendiğinden herhangi bir kavram kargaşası yaratmıyor.
Bütün erkekleri kapsayan bir özeleştiriye bilimsel bakış getiren oyun, erkek oyunu gibi gözükse de kadınların gücünü anlatıyor. Varoluşumuzdan bu yana erkekleri erkek yapan bütün değerlerin kadınlar sayesinde oluştuğunu görmek etkileyici ama bu derece manipüle edilmiş olmak kolayca hazmedilir durmuyor. Oyunculukla ilgili en dikkat çekici noktalardan biri, oyuncuların yaşanan olaylarla yükselen testosteron oranlarına göre oluşan karakter değişimleri. Özgün bir hikâye kurgusunun eşlik ettiği oyun sürekli değişebilen dengeleriyle oldukça sürükleyici. Her haliyle izlenebilir bir oyun, hatta sadece Fırat Tanış’ın anlattığı muhteşem hikâye için bile gitmeye değer. İzleyeceklere iyi seyirler. İzleyemeyeceklere daha normlarda testosteron diliyorum.
Yılmaz Başar Babür
Ne seninle, ne sensiz!
Bir nikâh düşünün ki tam da mutlu sonla biteceği yerde gelinin öne çıkıp “Kalbim başkasına ait,” dediği! Bu da yetmiyormuş gibi, bir adım öne çıkıp söz konusu kişiyi öptüğü!!! Tolkien hikayelerindeki şövalyaler, elfler ve kendini o tayfadan sanan insanlar dışında, dünya üzerindeki hiçbir yerde bu hikâyenin sonunun bir kaç mor gözle sonlanmayacağını iddia edemezsiniz sanırım. Ancak bunun ötesinde neler olabileceğini ve bu olayların nerede “erkeklik”e dair belli noktalara dokundurabileceğini merak ediyorsanız, size, önümüzdeki ay, Oyun Atölyesi’nde sahnelenen Testosteron adlı oyunu izlemenizi öneririm. Önümüzdeki ay diyorum çünkü siz bu satırları okuduğunuz sırada muhtemelen biletler çoktan tükenmiş olacak. Hiçbir ödeneğin desteği olmaksızın kurulan Oyun Atölyesi’nde Testosteron’un “Kapalı Gişe” oynanan ne ilk, ne de son oyun olmacağını söylemek de yanlış olmaz sanırım.
Oyun Atölyesi’nde 2008- 2009 sezonunda sahnelenmeye başlanan Testosteron’u izlemeye giderken üzerimde bir gerginlik vardı. Düşünsenize bu ülkeVajina Monologları’nın da sahnelendiği bir ülkeydi ancak bırakın oyunu izlemeyi, ismini duyar duymaz rahatsız olan kişi sayısı kim bilir kaç tane idi? Hem metnin de bu rahatsızlığa içtenlikli bir destek verdiği ve kadın meselelerinin oldukça can sıkıcı biçimde ele alındığı da bir gerçekti. Ancak oldukça zeki bir adam olduğuna kanaat getirdiğim oyun yazarı Andrzej Saramonowicz’in, temellerini Hollywood senaristlerinin attığını düşündüğüm kendini ispiyonlama geleneğinden de yararlanarak, daraltmadan düşündüren bir oyuna imza atmış.
Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinde oyunculuk eğitimi almış bedenlerde can bulan oyunun farklı milletlerden karakterlerine, hiçbir yabancılık çekmeyişimiz zannediyorum ki hem yazarın insanlığa ve erkekliğe dair ortak noktalar üzerinde başarı ile durmuş olmasından, hem de Oyun Atölyesi ekibinin oyunu sahneye koymadaki başarısından kaynaklanıyordu. (Bu savımı kanıtlayabilmek için oyunun başka bir kumpanya tarafından sahnelenişini izlemeyi ne çok isterdim!) Oyunculuk, çeviri, yönetim ve ışık kullanımının ötesinde sahne tasarımını gerçekleştiren Bengi Günay’a ait olduğunu düşündüğüm, oyundaki tüm kargaşaya sebep olan gelinin, bir erotik ikon olan Mae West ile simgelenmesi fikri de, takdire şayandı!
Bahsi geçen mevzu erkekler ve onların oldukça basit kurallara dayanan yaşayış biçimleri olunca sahnede hem Salvador Dali sergisini ziyaret eden “nitelikli” azınlığın, hem de sinema salonlarına koşar adım giderek Recep İvedik’i seyretmelere doyamayan sınıflanamaz kalabalığın yan yana oturup, güle eğlene izleyeceği bir oyun ortaya çıkmış. Kişisel dileğim, her ne kadar Oyun Atölyesi’nin buna ihtiyacı olmasa da, “tamamen duygusal” sebeplerle, İvedik tayfasının Moda’ya kısa bir ziyaret yapmasıdır. Onları tahmin edemeyecekleri bir şekilde zihin jimnastiği yapmaya yönelteceğini düşündüğüm oyunun, aynı zamanda kahkahalara boğmak konusunda da aşağı kalır yanı olmadığını söylemekte yarar var.
“Depresyondayım, unutuldum, aldatıldım” sözleri bir erkek tarafından yazılmış olsaydı sanırım ona ilk sormamız gereken “Hormonal dengesizliğin olmasın?” sorusu olmalıymış. Çünkü yapılan araştırmalar, testosteron eksikliğinin yaygın kanının aksine, seksüel fonksiyon ve istek azalması değil; entelektüel kapasitede azalma, konsantrasyon kaybı, yorgunluk, kızgınlık ve sonucunda da depresyona yol açtığını göstermiş. (Obezite de cabası!!) Sanırım araştırmaların doğruluk payını da, tiyatro salonunu dolduran kalabalıktan yükselen şen kahkahalar kanıtlıyordu.
Uzun lafın kısası, bana kan, revan ve bol bol küfre rağmen erkeklerin olmadığı bir dünyada ne kadar çok sıkılacağımızı ve varlıklarından ne kadar çok keyif aldığımızı bir kez daha hatırlatan bu oyun, ne tuhaftır ki biz kadınlar olmasak onların ne yapacaklarını bilemez varlıklar olup çıkacaklarını anlatıyordu.
Bahar Kümbetli
baharkumbetli@gmail.com, baykush_bbr@msn.com
Bahar Kümbetli