SON AKŞAM YEMEĞİ


Lale Altunel
Akla ilk gelen Leonardo’nun Milano’daki Santa Maria Dele Grazie manastırının yemekhanesine yaptığı fresko. Her ne kadar, o dönemde bu tür mobilyalar üzerinde yemek yeme alışkanlığı edinilmemiş olsa da; bu hazine değerindeki eser Hazreti İsa’yı ve havarilerini büyük bir masada, sandalyelerine akşam yemeği yemek üzere yerleşmiş olarak tasvir eder. İncil’de bahsi geçtiği gibi hadise ekmek yiyip, şarap içerek gerçekleşir. İsa, yemek esnasında içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğini duyurur. Bu bilgi ona muhtelif zamanlarda olduğu gibi malum olmuştur. Onun mucizelerine her zaman tanıklık eden havarileri bunun da gerçekleşeceğini bildiklerinden, kendileri ile ilgili endişeye kapılırlar. İçlerinden Yahuda İşkaryot otuz gümüş karşılığında İsa’yı ele verir. Ertesi gün yani Perşembe günü -Hristiyanlar için Kutsal Perşembe’dir- Roma’lı askerlerce tutuklanan İsa’nın çilesi başlar. İsa’yı ele veren Yahuda da daha sonra duyduğu pişmanlıktan dolayı intihar eder.
 
Leonardo’nun, yapımı 1495’den 1498’e dek süren çalışması, simetriğe yakın kapalı kompozisyonu ile klasik Rönesans’ın etkileyici bir örneğidir. İnsana ilk bakışta; “Böyle büyük bir masada yemek yiyen on üç kişi neden yan yana dizilir?” sorusunu sorduran resimde, İsa ve havarileri yemekhanedeki rahiplerle karşılıklı oturmuş gibidir. Ve duvarı kaplayan resmin derinliği de mekânda devamlılık etkisi yaratır.
 
İncil’de anlatılan bu olayla ilgili, bizim ülkemiz de dahil pek çok ülkenin kiliselerinde farklı tasvirini görebileceğimiz sahne hakkında bilgilere pek çok yerde rastlamışızdır. Fakat “son akşam yemeği”ndeki bu üç kelime yan yana gelince, akla ilk gelenler bunlar olmayabilir. Bildiklerimizin gerisinde gizlenenler aklıma takılıyor. İsa’nın çilesi film haline bile getirildi. Ezberledik. Ama ya Yahuda vicdan azabıyla savaşırken nasıl geçirdi akşam yemeklerini?
 
O kadar eskilere gitmeden, yaşamın içinden, yakın geçmişteki son akşam yemeklerini düşünebiliriz. Biz ufak tefek kederlerimizle sıkılırken, parçası olduğumuz yap bozun gölgeli parçalarını oluşturan hayatlar nasıl bir tat alıyordu akşam yemeklerinde? Acı, ekşi ya da tatsız tuzsuz…
 
Her gün çıkan üçüncü sayfa haberlerinde yaşamdan silinen figürlerin son akşam yemeği, vicdanlarını yan sandalyeye oturtup boğazlarından geçen lokmaların tadını çıkaran katillerin son akşam yemeği… Nazilerin toplama kamplarında ölen milyonlarca insanın ailece yedikleri son yemekte neler konuşup nelere güldükleri…
 
Ne bileyim; insan kaybettiği sevdikleriyle yediği son yemeği düşünüyor. Dünyayı değiştirebilme gücündeki insanların son yemeklerini merak ediyor. Bizi korumak için siperde günlerce, gecelerce tüfeğini bırakmadan bekleyen askerlerimizin akşam yemeğinde ne yiyebildiklerini… Yıllarca yazılarıyla, filmleriyle, müzikleriyle hayata tutunduğumuz sanatçıların hastane yatağında yapayalnız yedikleri ya da yiyemedikleri son akşam yemeğini… apartmanda görülüp, mikrop taşıdığı gerekçesiyle, yeşil bir zehri akşam yemeği diye yutturdukları ve birazdan korkunç acılarla ölecek olan lağım faresini… kaçmaya mecali olmayan, açlıktan ölmek üzere bir çocuğun başında bekleyen akbabanın akşam yemeğini merak ediyor insan. Açlıktan, hastalıktan ölen Etiyopyalılar ölmeden en son kaç gün önce yemek yemiştir ya da çağdaşı insanlar gibi hiç masada sandalyede yemek yemiş midir acaba?
 
Açlıktan ölen ve hâlâ ölmeyi bekleyen milyonlarca insan var Somali ve Etiyopya’da. Kuraklık yüzünden tarımcılık yapılamıyor ve balık vermek yerine balık tutmayı öğreteceklerine, yardımlar hâlâ yiyecek, giysi, ilaç gibi şeylerle sınırlandırılıyor. Düşününce, akıl almaz silahları, uzay istasyonlarını geliştiren teknoloji ile o ülkelere su sağlanabilmesi çok da imkânsız gelmiyor. Güçleri olsa çıkartıp ihraç edebilecekleri madenleri de vardır eminim. Fakat dünyanın iktidarını elinde tutan ülkelerin korkusu, karınları doyup palazlanınca bağımsız ve güçlü birer ülke olup gelecekte onların başına dert açabilecekleridir herhalde.
 
Bizlerin beslenmek, doymak gibi ihtiyaçlarımızın dışına taşan hedonist alışkanlıklarımıza karşılık tüm bunlar aklıma geldiğinde iştahım kaçıyor. Utanıp bırakıyorum çatalı.
 
Oysa adabımuaşeret gereği çeşitli ve leziz yemekleri, çatal bıçak dizilişine uygun sunarken bunlar düşünülmez. Beğendirmenin, memnun etmenin yaşatacağı iç rahatlığını ararız. Yemek yapmak, güzel sofra kurmak beceri isteyen bir iştir (bir kanaldaki on bin YTL ödüllü yarışmada kanıtlandığı gibi!!!). Değer verilen insanlar için en güzel yemekler özenle hazırlanır. Yanakları pembe pembe oluncaya kadar sevgiyle yedirilir. Onların aldığı haz bizi de mutlu eder. Kral gibi kahvaltı, yoksul gibi akşam yemeği yiyiniz,” derler ama beslenme açısından olmasa da kültürel açıdan akşam yemekleri önemlidir.
 
Issız bir adaya düşsen yanına ne alırdın sorusu gibi şöyle bir soru sorulabilir; “Son akşam yemeğini nasıl isterdin?”
Kimi “Yemek yemesem de olur, ona vakit harcayacağıma gider yamaç paraşütü yaparım,” kimi de “Yemek yemek yerine düşmana birkaç kurşun daha sıkarım,” diyebilir. Kimi tüm sevdiklerini bir masada toplamak isteyebilir, kimi Lost’un kolpa yakışıklısı Sawyer ile birer dondurma çıtırdatmayı seçebilir. Şurası kesindir ki; seçme şansı sunulduğunda SON olacak olandan ya zevk alınmaya bakılacaktır ya da inanılan değerler uğruna savaşmaya devam edip akşam yemeği zevki feda edilecektir.
lale_altunel@hotmail.com