Biten
Serkan Sanç
Sabahın erken saatlerine dek uyku girmeyen gözler... Daha henüz uyumuşken, bunalarak uyanan bir adam... Odanın içi sıcak ve nemli... Bu sabah böyle başlamalıydı zaten, başka türlüsü düşünülemezdi. Kasvetli ve yapışkan...
Erkenden cenaze evine gidecekti adam. Duşunu aldı ve tıraş oldu özenle. Beyaz gömleğini giydi, düz siyah takımının içine. Yine düz, siyah bir kravat bağladı. Aynada son bir kez kontrol edip kendisini, güneş gözlüklerini ve anahtarlarını alarak çıktı kapıdan. Sokağın yeni başlayan koşturmacası ile birlikte yol almaya başladı cenaze evine...
Yol boyunca; duyduğu üzüntünün yanına bir de gülümseten anılar eklenmişti. Birlikte geçirilen zamanlar, yaşamın içinde verdikleri kavgalar, tattıkları hüzünler ve birlikte öğrenerek geçirdikleri ortak zamanlar… Kimi zaman yıpranmışlar, kimi zaman dağılmışlar ve birilerinin toplamasını dilemişlerdi. Kimi zaman birbirlerine fısıldadıkları yardım çağrılarını duymamışlar ya da duysalar da o an için yardım edecek durumda olamamışlardı. Şimdi biten, belki de artık -mecburen- eskide kalan, dönüp düzeltilmesi mümkün olmayan zamanlara bakıyordu yürürken…
Gideceği evin yakınlarına yaklaştıkça, anılar daha da bastırıyordu gözlerinin yanlarına… İçten gelen sıcaklık, gözyaşı olup çıkmaya çabalıyor ama o ağlamak istemiyordu inatla… Bir dizi dükkânın “Günaydın”, “Hayırlı işler” resmi geçidi ile uzadıkça uzayan yol; zaten gidilmesi istenmeyen bir yeri daha da uzaklaştırıyordu. Ne söylenecekti gidince? Tesellisi olacak tek bir cümle kurabilecek miydi? Bugüne dek kurabilen olmuş muydu?
Apartmanın önüne geldiğinde durdu bir süre. Zili çalmak, bugüne dek hiç bu kadar zor olmamıştı. Kapıyı açan genç kadının üzerinde düz, siyah bir elbise vardı. Kolsuz olmasına karşın, dekoltesi olmayan, uzun ve bol bir elbise... Saçları dağılmıştı biraz. Gözlerindeki kızarıklık o anın tek rengiydi. Kapıyı daha da açarak yol verdi adama, geçmesi için. Adam içeri adımını atar atmaz ölümün kokusunu almaya başlamıştı. Perdeler kapalı... Işıklar da... Köşede bir masa... Üzerinde boş iki fincan... Az sonra kahve ile dolacaklar.
Kanepeye oturdu adam. Gözlüğünü ve anahtarlarını sehpanın üzerine bıraktı. Kadın da karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Bir süre, dokunulacak kadar somut ve ağır sessizliğe teslim oldular. Adamın dudakları aralandı. Konuştuğunu sanıyordu ama sesinin çıkmadığını fark etti. Hafifçe öksürerek, toparladı kendini...
Sonra sessizliği yırtan, kendisine bile yabancı sesiyle "Başımız sağolsun," dedi. Parmağındaki yüzüğü çıkarıp sehpaya bırakırken, gözlüğünü ve anahtarlarını alıp ayağa kalktı. Kadın oturuyordu hâlâ. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Adam ağır ağır yürüyerek çıktı salondan. Ve evden… Ve apartmandan... Ve kadının hayatından…
ssanc@hotmail.com