Sıradan Bir Kadıköy Gecesi


Tayfun Polat
90’ların sihri malum pek çoklarımız için. Pek çok mecrada da o on yılın müziklerine, yaşanmışlıklarına dair yazılıp çizilenler oldu. Keza bizim mecmuamızda da. ‘90’ların Taksim’i, Ortaköy’ü, Bakırköy’ü, Köprüaltı bir sürü hikâyeye kaynak olmuştur. Kadıköy’ün çocukları da ‘90’larda enva-i çeşit acayiplik yaşadı. Tabii hep güzelliklerini andık Kadıköy’ün. Anmaya da devam edeceğiz. Ama Kadıköy’ün gri sokaklarında sadece güzel anılar yaşanmadı o yıllarda. Geçen gece Karga’da gribimizi rakı ile sağaltırken; o en hızlı, en serseri günlerimizden kalma bir dost, hiç bilmediğim bir olay anlattı. Bana da hatırlatmış oldu Kadıköy’ün, o günlerin şiddetini bir yandan. Bu vesileyle ‘90’ları bir de bu açıdan hatırlayalım bakalım.
 
Tabii burada yazılacaklara benzer bir çok olay, İstanbul’un farklı farklı yerlerinde tekrar edip duruyordu o zamanlar. Kaldı ki hâlâ da tekrarlanıyordur. Ama dedik ya, biz Kadıköy’ün çocuğuyuz. Şimdi, malum olaya gelmeden önce manzarayı çizmeye çalışayım biraz.
 
Öncelikle Akmar Pasajı ve pasajın kapısı önünde toparlanmaya başlayan, -“rocker” demek istemiyorum, çünkü tırnağın dışına taşanlar da vardı o pasajın önünde- aykırı olan, olmaya çalışan ya da olduğunu sanan bir topluluk oluşmaya başladı. Doğal olarak hemen bir “ocak” açıldı 50 metre ileriye. Civarın –ilerleyen yıllarda “korsan” olayını patlatacak tezgahların bulunduğu sokakların- hakimiyeti büyük harflerle yazılan sol fraksiyonlara dağılmıştı. Bir de Kadıköy’de hâlâ güçlü olan “Balıkçı Mafyası” vardı. Moda, Cenk Taner’in dediği gibi Kuzey Kadıköy olduğu için bizi ilgilendirmiyor oranın mafyaları. Bütün bu güçler dengesinin ortasında, bir sürü genç, türlü ortak paydalarda birbirlerini bulmaya başladı. Dolayısıyla ’92-’93 gibi, bir plaka esrar parasına piyasaya sürülen eroin için bundan ideal bir pazar Taksim’de bile yoktu.
 
Bu ortama bodoslama dalmış bizler için şiddetin biçimleri farklıydı. Misal, ara sıra laz damarı kabardığı için sesini yükselttiğini duymamış olsak Gandhi’nin Kadıköy versiyonu olan Hamdi, “ocak”ın önünden geçerken tipini beğenmeyenler tarafından dövülebiliyordu. Benim bildiğim –doğrudur demiyorum- ilk piercing’li Kadıköylü Küpe Barış’ın kaşındaki piercing kemiğine geçirilmişti İskele Caddesi’nde. ’95 yılbaşı gecesi ortalığı terörize eden siyahlar giyinmiş, elleri sopalı bir kalabalığın kurbanları arasında Rıfat, Keçi Tolga ve Ufak Tolga’da vardı. Şimdi adını anmak bile istemediğim ve uzun süre direnmesine rağmen sonunda kapandığı için hiç de üzülmediğim bir café’de kafama silah dayandığından beri, ben de cebimde en azından bir falçata olmadan dolaşmıyordum, falan.
 
Polis ise kayalarda içerken bizi ekip otosuna toplayıp karakola götürmek dışında hiçbir şey yapmıyordu. Ekip otosu boşaltılıp karakola alınma fasıllarımızda “seçilip” salıverilenlerin sadece tescilli torbacılar olması, artık hiç ilginç gelmiyordu bize. İçeri girer, tek sıra halinde tokatlarımızı yer, salıverilirdik.
 
Lafı uzattım, çünkü biraz olsun ortamı anlatmak istedim. Bir de hikâyesini anlatacağım dostum, detaylara girmememi istedi, hikâye gereği. Bu nedenle de bu kısım kısa kesilecek. İşte bu kardeşimiz, yanında bir başka kafadar ve köpeğiyle bir gece Kadıköy’ün elit kesiminin çokça yerleştiği Moda sokaklarına parketmiş arabaların aynalarını kıra kıra ve ne akla hizmetse o aynaları toplaya toplaya yürümektedir. Punk olmak, nihilizm ve anarşizmle kol kola dolaşabilmeyi de içerir, yeri geldiğinde. Bu üçlü bir araya gelince “önümüze gelene bir tekme,” diyerek dolaşabilir. Onaylamak gerekmez ama yadırgamak da yersizdir. İşte hal böyleyken bizimkilerin karşısına bir ekip otosu çıkar.
 
Gerisi şöyle, önce bizim de girip girip çıktığımız karakola götürülürler. Üç beş marize karşı, “ya neyse cezası çekeriz, ne vuruyosunuz,” diyerek polisleri döverler (İnanmayanlara sözüm olsun, bu kabiliyette kişilerdir). Sonra sabaha kadar nezaret. Sabah ise Kadıköylülerin düşmek istemeyeceği karakola nakledilirler. Diğeri değil ama bizimkisi çenesini hiç tutamadığı için 3 gün boyunca memurların mesai eğlencesi olur. Bir temmuz cumartesisine gelen üçüncü gün, Kadıköy’deki o meşhur “1 Mayıs”dan içeri alınmış bir genç ölür yan hücrede. İşte bu kadar eğleniyordur polisler. Dolayısıyla, pazar sabahı 24 tane oto-teybini çalmak suçunu kabul ederek nöbetçi mahkemeye çıkmış bulurlar bizimkiler kendilerini. İyi hal, temiz sicil, derken affedilirler. Ancak hikâye burada bitmiyor. Beşinci gün, ılıman karakolda teypleri çalınmış vatandaşa teşhir edilirler. Teypler bulunamamıştır ama suçlular bulunmuştur işte. Dostumun buraya kadar gülerek anlattığı hikâyenin, bu noktasında canı sıkıldı. “En çok o insanlardan dayak yemek dokundu,” dedi. “Hele 23-24 yaşında bir kadın vardı, avukatmış…”
 
Ha, “köpek nooldu?” derseniz, o da beş gün, aç, susuz bir tuvalette yatmış, çıkmış. Kadıköy bir garip yerdir vesselam. Hele siz de garipseniz…
tayfunpolat@hotmail.com