KARANLIK ODA
Nazlı Kalkan
Aylardan Haziran, sabah olmak üzere, gelmeme 82 sene var. Dört erkek çocuk ve dört kız çocuğu dünyaya gelecek ve kendilerini neyin beklediğini bilmeden büyüyecekler.
Birbirlerinden habersiz bu bebekler, genç erkek ve genç kadınlar olacak. Oğlan çocuklarından biri yıllar sonra Antep’ten babaannesinin cenazesi sebebiyle Cidde’ye gidecek ve buradaki küçük kız çocuğunun artık genç bir kadın olmuş halini görecek ve onunla evlenmek isteyecek. Diğer kız çocuk halasının düğünü için İstanbul’dan Erzurum’a gittiğinde diğer oğlan çocuğunun annesi tarafından gelin alınacak. Bir diğer kız çocuğu, Roma’da, çocukluğundan beri aşkını sakladığı yavuklusunu askerden dönünceye kadar bekleyecek, sonra da evlenecekler. Bir çiftin sekiz çocuğu olacak içlerinden biri kız; diğer çiftin dört çocuğundan biri oğlan; sonraki kuşağın geriye kalan iki erkek ve iki kız çocuğu da çiftleştirilecek ve doğan torunlardan birisi kız çocuğu diğeri de erkek çocuğu olacak.
Aylardan Şubat, sabah olmak üzere, gelmeme 61 sene var. Dört çiftten çıkan iki çiftin kız ve oğlan çocukları birbirlerinden habersiz büyüyecek; kız çocuklarından bir tanesi ile diğer çiftin oğlan çocuklarından bir tanesi birbirleriyle tanıştırılarak çiftleştirilecek.
Aylardan Eylül, gelmeme 42 sene var.
206 kemik, 6 litre kan, 47 litre su, 640 kas, 100.000 kilometre damar ağından oluşan annemin vücudunun içine milyonlarca sperm zerk olacak bunlardan sadece bir tanesi yumurtayla buluşacak. Rekabet, hırs, kazanç, düşmanlık, kayıp, doğum, doğmadan ölüm gerçekleşecek. Kendilerim ile çıktığım bu yarışta diğer kendilerim yarışı kaybedecek. Bir kendim yumurtaya ulaşmanın gururu ile yarışı kaybeden öteki kendilerimle alay edecek.
“Aslında kibar biriyimdir,” diyen bir ses işitti. Ya bensem O? Düşünen adam, karnı şişmiş kadının cesedini masaya yatırdı, neşterle yeryüzü katmanını kesti, sonra mantoyu ve sonra dış çekirdeği… Dış çekirdeğin içinde yatan kundağa sarılmış cenini icat etti. Sonra ceninin kundağını makasla kesti. Kundağın altından bir göbek çıkmadı. Karaciğer çıktı. Böylece suratına kusan karaciğeri icat etti. Düşünen adam icatlarını anlatmak üzere toplantılara çağrıldı ve fakat hiçbir şey anlatamadı, zira hep soru sormak istiyordu. Buluşları saçma bulundu, sevilmedi, itelendi, yasaklandı. Toplantılara çağrılmaz oldu. Sonra unutuldu. Melankoli illetine tutuldu.
Aylardan Kasım, sabah olmak üzere, gelmek üzereyim. Kulak kemiğimden kollarım ve bacaklarım çıkıyor. Dışarı çıkınca bir sürü işim olacak. Yürümeyi ve konuşmayı öğreneceğim. İki kelimeli cümlelerden paragraflara geçeceğim. Durmadan konuşacak, durmadan yürüyeceğim. Defalarca kalkıp oturacağım. Tonlarca su içecek, kazanlar dolusu ekmek yiyeceğim.
İyileştikten sonra itibarını yeniden kazanmak için ceninin resmini çizdi. Cenin resminin tepesine bir balta çizdi cenin kıpırdadığı esnada, balta cenini gövdesinden ikiye ayırıyor böylece cenin hiç doğmamış oluyordu. Bu çizim krallar tarafından büyük bir beğeni ile karşılandı. Araştırmaları için önüne istemediği kadar ceset yığıldı. Cesetlerin etlerini kemiklerini birbirinden ayırdı. Karınlarını, sırtlarını, bacaklarını deşti. Köprücük kemiğine çıplak elleriyle dokundu, kuyruk sokumunda bulduğu üç kemik asrın buluşu oldu. Paylaşılamayan bir adam oldu. Krallar onu himayesine almak için savaşlar ilan etti.
Aylardan Temmuz, parmaklarımdaki kıkırdaklar yok oluyor. Ellerim gerçek bir insan eli oluyor. Yapacak çok işim var. Sayfalarca kitap okuyacak, yeni fikirler üreteceğim. Bu fikirleri yazmak için 12 milyon kilometre çizgi çizecek, insanların hayranlığını kazanacağım. Tıp, felsefe, mekanik ve matematik alanlarında yeni şeyler bulup insanları hayrete düşüreceğim. Çizimlerim elden ele dolaşıp herkes tarafından bilinirken, yılda 4.2 milyon kez gözlerimi kırpıştıracak, günde 23 bin kere nefes alacak, dakikada 3 milyon hücre üreteceğim. Bu hücrelerimden biri delirecek ve durmadan çoğalacak şekil değiştirecek, kendine yabancılaşacak ve dokularımı çürüterek, nefesimi tıkayacak ve beni yok edecek.
Böylece savaş devam ederken, vücudunun yarısı felç oldu, kestiği her ceset onu daha da üzgün ve hareketsiz bir adam haline getirdi. Yeni bir şey öğrendikçe hakikat ondan daha da uzaklaştı. Kafasındaki sorular kontrolsüz biçimde bölündü, burun deliklerine kadar indi, genzini tıkadı. Nefes almayı unuttu. Nefes almayı unutunca nihayet hakikati bulduğu için gülümsediği rivayet edildi. Ve fakat tam bu esnada kendisini toprağa, resimlerini sergi salonuna koydular. Sergi salonunda üzerine yığıldığı ceset resimlerinin önünde insanlar kırmızı şarap içti, binlerce kez nefes aldı, iki kez işedi, seksen üç kez yutkundu, birkaç kez hapşırdı, birkaç kez kalbi durdu, ürperdi, ne için ürperdiğini anımsayamadı.
Ve böylece savaş devam etti. nazlikalkan8@gmail.com