NE OLUYOR(DU)? – III
Tertip Kabal - Tayfun Polat
Geçen sayımızda 2009 yılında Putin ve Obama’nın hamleleriyle devletler koalisyonunun küresel sermayeye ve bu cenahın en önemli projelerinden Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) yönelik mesajlarına değinmiş ve “Peki ne oluyordu? BOP’un, ılımlı İslam’ın sonu mu geliyordu?” sorusuyla bitirmiştik. Obama’nın Türkiye’yi ziyaretinden birkaç ay önce, 13 Ocak 2009’da TBMM grup toplantısında kendisine yöneltilen BOP’un eşbaşkanı eleştirilerine karşı, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Bu, aslında şu anda zaten doğmadan ölen bir proje durumuna düştü. Bunun bizi bağlayıcı yanı yok,” dedi. Yaklaşık 15 gün sonra Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda Erdoğan, canlı yayında tüm dünya izlerken, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “One minute” çekip zirveyi terk etti.1 BOP’un bir taraftan da Büyük İsrail Projesi olduğunu burada bir kez daha hatırlayalım. Bu çıkışın ardından memlekette birtakım çevrelerin ve medyanın “İsrail’e nasıl kafa tutarız?”, “Aman Amerika’yla ilişkiler ne olacak şimdi?” benzeri feveranlarına karşı; geçen sayımızda da belirttiğimiz gibi Obama Türkiye’ye gelip mesajlarını verdi.Bu mesajdan bir hafta sonra, dönemin genel kurmay başkanı İlker Başbuğ’un Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmayı da hatırlamakta fayda var. Başbuğ, Obama’nın TBMM’de yaptığı konuşmadan bizim de geçen sayıda alıntıladığımız laik devlet vurgusunu aktarıp, Türkiye’nin laik ve üniter devlet yapısı ile dini faaliyetlerin ötesine geçen, ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatını belirlemeye çalışan cemaatlere dikkat çekmişti.2 İlker Başbuğ’un daha sonraki mükerrer konuşma ve beyanlarında bu vurguya devam etmesi, bugün cemaatin savcıları tarafından organize edildiği bilinen ve daha sonra Ergenekon Davası ile birleştirilen İnternet Andıcı davası kapsamında darbeye teşebbüs ve terör örgütü yöneticiliğinden 6 Ocak 2012’de hakkında soruşturma açılmasına ve 5 Ağustos 2013’te müebbet hapis cezasına çarptırılmasına sebep oldu. Bugünlerde kimilerinin 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları, kimilerinin 7 Şubat 2012 MİT Krizi’ni başlangıç olarak gösterdiği devlet – cemaat ayrışması / kavgasının başlangıcını 2009 tarihine taşımak gerekiyor. Çünkü devletler koalisyonu ile küresel sermaye arasındaki savaş kızışırken, Türkiye’de de cemaat – devlet arasındaki kırılma tam da bu tarihlerde başladı.
Başbuğ’un Harp Akademileri’nde konuşma yaptığı 14 Nisan 2009 günü, memleket gündeminin bir kısmını da aynı gün başlayan KCK Operasyonları kaplıyordu. Bugün KCK Operasyonları’nı yürüten polis ve savcıların büyük kısmı FETÖ kapsamında içeride, kalanları da kaçak. KCK Operasyonları’nı cemaat – AKP kavgasından ziyade, 2008 krizi sonrası ellerini güçlendirmeye başlayan ve BOP’a karşı bölgede yeni bir planı devreye sokan üniter devletlerle sermaye arasındaki mücadelede gerçekleştirilen hamleler olarak görmek gerekiyor. Konuyu biraz sonra açacağız.
Bu mücadelenin uluslararası boyutta en dikkat çeken hamlesi, 26 Temmuz 2010’da Wikileaks’in, Amerikan Ordusu’nun 2004-2009 yılları arasında Afganistan Savaşı’nda tutmuş olduğu 92.000 belgeyi The Guardian, The New York Times ve Der Spiegel gazeteleri aracılığıyla açıklaması. Wikileaks belgelerinin Türkiye yayın hakları da Taraf gazetesi verildi. Ardından belge açıklama silsilesi karşılıklı olarak geldi. Der Spigel Alman gizli istihbarat servisi BND’nin “Dönerci Cinayetleri”ni, Taraf MİT’in “kirli” işlerini açıklarken, Fransa Cumhurbaşkanı adayı Dominique Strauss-Kahn’ın tecavüz girişimi, medya patronu Rupert Murdoch’un telekulak skandalı gibi belgeler de teker teker servis edildi.
Biz bir süre Türkiye’ye odaklanalım. 2001 yılından itibaren Türkiye’de faaliyete başlayan George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün hem yönetim kurulu hem danışma kurulu başkanı olan, TESEV’in de başkanlığını yapmakta olan Can Paker, 2010 yılında Amerika’da Soros ile bir görüşme yapıyor. Görüşmenin teferruattları Geriye Bakmak Yok – Can Paker kitabında var. Özetle kendisine Balyoz Darbe Planı’ndaki tarafsız duruşunun ardından, “Sen Türkiye’de AK Parti’ye çok yakın birisi olarak gözüküyorsun. Halbuki biz AK Parti’ye muhalefet etmek istiyoruz. Onun için senin Açık Toplum Türkiye Yönetim Kurulu Başkanlığı’ndan da uzaklaşmanı istiyoruz,” deniliyor. Aynı tarihlerden itibaren, 2010 yılına kadar AKP ile Türkiye’de nasıl bir sessiz devrim gerçekleştiğini yazıp çizen, gazeteci, ekonomist, aydın, kanaat önderi vs zevatın nasıl muhalefete geçtiğini biz şimdi saymayalım.
DİKKATLİ BAKMAMIZ GEREKEN VE KONUYU ANLAMA REHBERİ NİTELİĞİNDEKİ BÖLÜM, ÇÖZÜM SÜRECİ.
Sonra Mayıs 2010’da Deniz Baykal’a, 2011 seçimleri öncesinde MHP’nin etkili isimlerine düzenlenen kaset komplolarıyla İlker Başbuğ’un belirttiği gibi siyasete dizayn hamleleri geliyor. Ağustos 2010’da Hanefi Avcı’nın Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabının çıkışı ve kitapta Gülen Cemaati’nin emniyet içindeki yapılanmasına yer verilmesi detayı var. Ve Avcı’nın bir ay sonra Devrimci Karargâh örgütüne yardım etmek suçlamasıyla tutuklanması. Esas hareketlenme ise 12 Eylül 2010 referandumuyla başlıyor. O tarihte kargamecmua’da Sezgi Davran mahlasıyla “Aması falan yok, YETMEZ!” başlıklı bir yazı kaleme alan bizler “Bütün kavga, her ikisi de darbe ürünü olan (Anayasa Mahkemesi – 27 Mayıs 1960, HSYK - 12 Eylül 1980) iki kurumun üye sayıları, seçimi ve yetkileri ile ilgili maddelerdeki değişiklikler için yapılıyor,” demiştik. Yazıyı hatırlamak isteyen buyursun.3 Biz bunları derken, “Yetmez Ama Evet” kampanyasının bildirisini de kaleme alan Baskın Oran, askeri vesayeti yendiklerini, yargı vesayetini de yeneceklerini ve ülkeye ileri demokrasi geleceğini iddia ediyordu. %58 evet oyu alan referandumdan bir ay sonra gerçekleşen HSYK seçimlerinde cemaat tam kadro HSYK’yı ele geçirdi. Ardından Danıştay ve Yargıtay’a çullandı. Yine “Yetmez Ama Evet” kampanyası destekçilerinden Demokratik Yargı Derneği Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin, bir yıl sonra yazdığı kitabı Yargı Meselesi Hallolundu’da, hata ettiklerini, HSYK seçimlerinin seçim değil, atananların oylanması olduğunu belirtiyordu.
Sonrası çorap söküğü. Mart 2011’de Zekeriya Öz ve Ali Fuat Yılmazer Ergenekon Davası’ndan alınıyorlar. Çözüm Süreci kapsamında 2009’dan itibaren MİT – PKK arasında başlayan gizli Oslo Görüşmeleri 13 Eylül 2011’de bir ses kaydıyla “sızdırılıyor”. Ses kaydını Vimeo video portalına koyan kimliği belirsiz kullanıcının mahlasının “Oneminute” olması keyifli bir detay. 28 Aralık 2011’de Roboski katliamı gerçekleşiyor. Olay dünya basınında (BBC, Le Monde, CBS, CNN, The Wall Street Journal...) geniş ilgi görürken, Taraf gazetesi ordu ve MİT’i sorumlu görenler olarak ikiye ayrılıyor. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski MİT Müsteşarı Emre Taner ile Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş KCK soruşturması kapsamında ifade vermeye çağırılıyorlar. Ama ifade vermeye gitmiyorlar. Yine Şubat 2012’de MİT, Başbakanlık ofisinde böcek tabir edilen dinleme cihazlarını buluyor. Mart 2012’den itibaren başbakan Erdoğan’ın dillendirmeye başladığı “dershaneler kapanacak” resti, ertesi yıl kanun tasarısı hazırlığına dönüşüyor. Üstüne 17-25 Aralık karşı hareketi, tapeler, neler neler diye devam eden kısmı daha iyi hatırlarsınız. Buraya döneriz sonra. Ama dikkatli bakmamız gereken ve konuyu anlama rehberi niteliğindeki bölüm, Çözüm Süreci.
2009 itibariyle başlayan sürecin ivmelendiği tarih 2013 başı. 29 Aralık 2012’de Erdoğan’ın, Kürt sorununa çözüm bulmak için MİT’in Öcalan’a ziyaretlerde bulunduğunu açıklamasının ardından 3 Ocakta Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’ya gidip Öcalan ile görüşüyor. 9 Ocakta PKK’nin kurucu üyelerinden Sakine Cansız ve iki Kürt aktivist Paris’te öldürülüyor. 21 Martta, Newruz günü, Diyarbakır’da Öcalan’ın mektubu Türkçe ve Kürtçe olarak okunuyor. 4 Nisan’da CHP ve MHP Çözüm Süreci için meclis komisyonuna üye vermeyeceklerini açıklıyorlar. 25 Nisan’da PKK Türkiye’deki bütün silahlı güçlerini geri çekeceğini açıklıyor ve Mayıs ayından itibaren çekilme başlıyor. 19 Haziranda KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan “devletin süreci sabote ettiğini, bu yüzden ciddi kaygılar oluştuğunu” söylüyor. 15 Temmuz’da “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanıyor. 25 Eylülde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Öcalan görüşmelerinin diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçmemesi durumunda süreci bitireceklerini açıklıyor. 1 Ekimde Başbakan Erdoğan demokratikleşme paketini açıklıyor. Pakette ana dilde eğitim, seçim barajında değişiklik, eski köy isimlerinin geri verilmesi, öğrenci andının kaldırılması, “x, q, w” harflerinin kullanılması gibi yenilikler yer alıyor. 2014 Haziranında KCK davası tutuklularının tahliyesine başlanıyor. 29 Ağustos 2014’te Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu yeni kabinede Çözüm Sürecinin mimarlarından ve baş aktör, Devlet Bakanı Beşir Atalay yer almıyor. 30 Ağustosta Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, “Çözüm Süreci’nde kırmızı çizgileri aşılırsa gerekli cevabı veririz” diyor. 2 Ekimde TSK’ya Suriye ve Irak’ta sınırötesi operasyon yetkisi veren tezkere TBMM’de kabul ediliyor. 6 Ekimde Öcalan süreçte yeni adımlar atılması için hükümete 15 Ekime kadar süre verdiğini açıklıyor. Yine aynı gün IŞİD’in Kobanê kuşatmasına karşı YPG güçlerinin Türkiye üzerinden silah nakli yapmasına izin verilmemesi üzerine HDP Yürütme Kurulu kararıyla “Halkımızı sokaklara çağırıyoruz,” duyurusu yapılıyor. YDG-H, HÜDA-PAR ve ülkücü grupların katıldığı çatışmalarda İnsan Hakları Derneği raporuna göre 7-12 Ekim tarihleri arasında ülke genelinde 46 ölü, 682 yaralı blinaçosu ortaya çıkıyor ve 323 kişi tutuklanıyor. Öcalan Kobanê ile sürecin ayrılmaz bir bütün olduğunu söylüyor. 11 Ekimde Cemil Bayık, Kobanê ve Türkiye’de yaşananlardan hükümeti sorumlu tutarak Meclis’ten geçen tezkerenin bir savaş ilanı olduğunu, bu nedenle de çektikleri bütün birlikleri Türkiye’ye geri gönderdiklerini söylüyor. Ekim sonunda PKK ve TSK çatışmaları yeniden başlıyor ve şehit haberleri gelmeye başlıyor. 27 Ekimde Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, “Çözüm Süreci’ne mecbur ve mahkûm değiliz,” açıklaması yapıyor. 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe açıklaması yapılıyor. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Öcalan’la görüşmeleri yürüten eski MİT başkan yardımcısı, Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu ve İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken’in yaptığı 10 maddelik açıklamada Öcalan’ın PKK’ya silahsızlanma kongresi toplama çağrısı Sırrı Süreyya Önder tarafından okunuyor. Açıklamaya ilk tepki HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’tan geliyor; “Hükümet bir yandan İç Güvenlik Paketi’nde ısrar edip bir yandan demokratikleşmede ilerleme sağlıyorum diyemez. Bu tasarı barış getirecek bir yasa tasarısı değildir. Hükümet yürüttüğü politikayla, zerre kadar umut vermiyor, barışa yaklaşmıyor.” Aynı gün PKK Yöneticisi Mustafa Karasu da “AKP Hükümeti Önderliğin ortaya koyduğu 10 başlıkta müzakere edip sorunu çözecek midir, çözmeyecek midir? Bu sorun çözülmeden PKK kongresini yapıp silah bırakma kararı alacak biçimindeki yaklaşımlar demagojidir, aldatmak ve sorunu çarpıtmaktır” açıklamasını yapıyor. 22 Martta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe açıklamasını doğru bulmadığını söylüyor. 7 Haziranda HDP %13 oy alarak 80 milletvekilini Meclis’e sokuyor. 26 Haziran 2015’te Erdoğan, PYD’nin Suriye Kürdistan’ında Rojava özerk kantonunu kurması üzerine, “Tüm dünyaya sesleniyorum. Bedeli ne olursa olsun, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz,” diyor. Bunun üzerine 29 Haziran 2015’te Karayılan, “Eğer onlar Rojava’ya müdahale ederlerse biz de onlara müdahale ederiz; o zaman Türkiye’nin tümü bir savaş sahasına dönüşür,” diyor. 14 Temmuzda KCK Eşbaşkanı Bese Hozat, Özgür Gündem gazetesinde “Yeni Süreç: Devrimci Halk Savaşıdır” başlıklı bir yazı yazarak “devrimci halk savaşı ve serhıldan” çağrısı yapıyor. 20 Temmuzda Kobanê’ye gitmek için toplanan SDGH’li gençlere Suruç’ta IŞİD tarafından canlı bomba saldırısı oluyor ve 32 kişi ölüyor. Aynı gün KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık halkı silahlanmaya, tünel ve siper hazırlamaya çağırıyor. 22 Temmuzda Ceylanpınar’da iki polis memuru yataklarında uyurken infaz ediliyor.
ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKASININ DİĞER BAŞAT AKTÖRLERİ TASFİYE EDİLİYOR. 1 ŞUBATTA DIŞİŞLERİ BAKANI HILLARY CLINTON, ARDINDAN 27 ŞUBATTA PANETTA GÖREVDEN ALINIYOR. PEKİ, SERMAYE DURUR MU? NİSAN AYINDA BÖLGEDE YENİ BİR PİYON ORTAYA ÇIKIYOR; IŞİD.
Sonrası malûm; Mart 2016’ya kadar 7 il ve 22 ilçede toplam 63 sokağa çıkma yasağı uygulandı. En az 310 sivil vatandaş (çoğunluğu çocuk ve kadın), 249 asker, polis veya korucu, 2399 militan öldü. 465 asker, polis veya korucu yaralandı. 145 militan yaralandı ya da tutuklandı. Evlerini kaybeden, göç etmek zorunda kalan, mağdur olan 451 bin kişi çatışmalardan etkilendi.
Uzunca bir paragrafta kritik dönemeçlerle Çözüm Süreci’ndeki karşılıklı hamleleri aktarmaya çalıştık. Ama bu süreci sadece yerel politikayla okuyamayız. Sürecin ilerleyişi ve geri dönüşünde uluslararası politikadaki Suriye düğümünü de anlamamız gerekiyor. O zaman Arap Baharı’ndan itibaren gelişmelere bir bakalım.
Aralık 2010’da Tunus’ta bir fitil ateşlendi. Şubat 2011’e kadar domino etkisiyle Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya teker teker hükümetler düşürecek, rejimleri değiştirecek ayaklanmalar başladı. İlk yazımızda Arap Baharı’na kapılan tüm ülkelerde Soros ve Gülen yapılanmaları olduğunu belirtmiştik. Tabii sadece bu yapılanmalar değildi fitilleri ateşleyen. BOP’un bölgeyi yeniden haritalandırma amacı ve Ilımlı İslam projesinin hayata geçirme eylemiydi bunlar. Tunus, Cezayir, Lübnan, Ürdün, Sudan, Yemen, Mısır, Fas, Irak, Libya, Kuveyt... Arada bir taş düşmedi, Suriye.
Akabinde, 26 Nisan 2011’de, sonradan ABD Savunma Bakanı olacak dönemin CIA Başkanı Leon Panetta, Ankara’ya “gizli” bir ziyaret yaptı. Görüşmede Libya ve Mısır’daki durum, Türkiye-İsrail ilişkileri konu başlıkları olsa da, esas mevzu Suriye’ydi. İşte Erdoğan’ın bu tarihe kadar “kardeş” kabul ettiği Esad’a, kısa süre sonra “terörist” diyecek hale gelmesi burada başlıyor ve Türkiye, Suriye düğümünü kendi ucundan çekerek pekiştirmeye başlıyor. Sürecin devamında Aralık 2011’de önce ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, sonra aynı ay -bu sefer Savunma Bakanı olarak- Panetta tekrar Türkiye’yi ziyaret ediyor. Bölgedeki son durum, Patriot füzelerinin konuşlandırılması gündemdeki konular. 2012 boyunca ABD ve Türkiye’nin bölgede Esad Rejimi’ne karşı faaliyetlerini sürdürüyor. Ta ki, 2012’deki başkanlık seçimlerine kadar.
6 Kasım 2012’de kaybetmesine kesin gözüyle bakılan Obama, 2. kez ABD Başkanı seçiliyor. Ve o en uzun, en mühim 2013 yılına giriş yapıyoruz. Başkanın konumuzla ilgili ilk icraatleri durumların değişmeye başladığının somut işaretleri. İkinci başkanlık döneminin 3. gününde, evlilik dışı ilişkisi “ortaya çıkan”, ülkemizde Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçiren general olarak tanınan, dönemin CIA Başkanı David Patreus’un istifasını kabul ediyor Obama. Ardından, ABD’nin Orta Doğu politikasının diğer başat aktörleri tasfiye ediliyor. 1 Şubatta Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, ardından 27 Şubatta Panetta görevden alınıyor. Peki, sermaye durur mu? Nisan ayında bölgede yeni bir piyon ortaya çıkıyor; IŞİD. Bunun üstüne, Mayıs ayında Obama, Erdoğan’ı üst düzey bir protokolle Beyaz Saray’da ağırlıyor ve Erdoğan, “Obama ile Suriye konusunda düşüncelerimiz örtüşüyor,” diyor. Uluslararası ve yerel medya coşmuş vaziyette. Yorumlar, yorumlar, yorumlar... Ama kimse BOP bitti, yeni dönem başlıyor yazmıyor. Bu yeni dönemde Erdoğan artık küresel sermayenin Putin ile birlikte, en önemli düşmanı. Erdoğan ve Putin’in ne fena olduğunu sermayenin bütün kalemleri yazmak zorunda artık.

- Haziran 2013, Gezi Olayları
- 17-25 Aralık 2013, Yolsuzluk Operasyonları
- Ocak 2014, MİT Tırları
- Şubat 2014, Telekulak skandalı
- Şubat 2014, Emniyet Müdürlüğü ve HSYK’da değişiklikler
- Şubat 2014, Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması, Ergenekon ve Balyoz davalarından beraatler
- Şubat 2014, yeni internet ve MİT yasaları
- Mart 2014 Yerel Seçimleri, AKP’nin %44 oy alması ve ardından Erdoğan’ın “Devletin içinde devlet olmaz. Bizler de iyi niyetimizin kurbanı olduk. Ama artık bunları ayıklama zamanı gelmiştir” açıklaması
- 14 Nisan 2014, Balyoz davası sanığı emekli hâkim Ahmet Zeki Üçok’un paralel yapının Rahip Santaro, Hrant Dink, Zirve Yayınevi, Danıştay cinayetleri ve Gezi eylemlerinde Ötüken adlı gizli örgütü kullandığı iddiası
- 14 Aralık 2014, 13 ilde, eşzamanlı operasyonlarla medya ve emniyet mensuplarına tutuklamalar
- 6 Ocak 2015, IŞİD Sultanahmet saldırısı
- 12 Mayıs 2015’te Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün de aralarında olduğu dört savcı ve bir yargıcın, 12 Haziran 2015’te 37 yargıç ve savcının meslekten ihraç edilmesi
- 4 Haziran 2015, IŞİD HDP Diyarbakır mitingi saldırısı
- 14 Temmuz 2015, Anayasa Mahkemesi’nin dershanelerin kapatılması yasasını reddi
- 10 Ekim 2015, IŞİD Ankara Garı saldırısı
- 24 Kasım 2015, Rus savaş uçağının düşürülmesi
- 12 Ocak 2016, IŞİD Sultanahmet saldırısı
- 19 Mart 2016, IŞİD İstiklal Caddesi saldırısı
- 24 Mayıs 2016, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun görevden alınması
- 28 Haziran 2016, IŞİD Atatürk Havaalanı saldırısı
Şimdilik son söz; bu yazı dizisinde ne devletler koalisyonunun, ne de küresel sermayenin tarafındayız. Sadece bu yazıda bile hem TC’nin hem ABD’nin birkaç yıl içerisinde kaç kez taraf değiştirdiğini ya da daha doğru bir ifadeyle savaşan tarafların müdahale alanlarının ne boyutta olduğunu, uluslar, hükümetler, yönetimler üzerinde / içinde ne derece etkili olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Daha çok uzun yıllar sürecek bu karşılıklı savaşta yeni bir yol, yeni bir dil, yeni bir yaşam kurabilmek için önce olan biteni anlama derdindeyiz. Bildiğimiz her şeyi sorgulamak, sorgulatmak istiyoruz. Devam edeceğiz...