SORUMLULUK VE SUÇLULUK
Nazlı Kalkan
“Ben yapmadım, Miki yaptı.” (*)
“Dört ya da beş yaşlarındaydım. O zamanlar evin en küçük çocuğuydum. Annem büyük avluda çamaşır yıkıyordu. Öğleden sonraydı. Buzdolabında yiyecek bir şeyler ararken reçel kavanozu ‘pat’ diye yere düştü, haliyle parçalandı. O yaşta öyle bir işin altından kalkmak zor gelmiş olacaktı ki; kavonuzu öylece bırakıp ordan uzaklaştım. Halbuki evde yalnızca ben ve annem vardık. Annem avluda çamaşır yıkıyorduysa; o kavanozu ancak ben kırmış olabilirdim. Fakat o zamanlar bence öyle değildi. Buzdolabını açan ve kavonuzu kıran ben değildim. Annem bana kızmıştı, ama bana göre kavanozu kıran ben olmadığım için konunun ve kızgınlığın muhatabı ben değildim. Annem böyle etrafa, dünyaya falan kızıyor olmalıydı.”İnkâr (yadsıma), egonun savunma mekanizmalarından birisidir. Savunma mekanizmaları, kişinin bireysel bütünlüğü tehlikeye girdiği zaman devreye girer. Burada anlatılan örnekte, çocukta gerçeği değerlendirme yetisi ile ilgili doğal bir eksiklik söz konusudur. Yani çocuk kavanozu öylece bırakıp gittiğinde, artık orada olmadığı için davranışın sorumluluğu ile yüzleşmeyeceğini varsayar.
Zira 4-5 yaşlarında bir çocuğun bu düzeydeki mantıksal gerçeği değerlendirme yetisi henüz tam olarak gelişmemiştir. Altına işeyenin Miki olduğunu gerçekten düşünür veya buzdolabındaki reçel kavanozunu kendisinin kırmadığını... -belki bir kedi gelip kırmış da olabilir fakat kıran kesinlikle kendisi değildir-. Literatürde erişkinlik döneminde bu düzeyde ortaya çıkan savunma mekanizmaları açısından gelişim dönemlerinde “takılma” kavramı kullanılmaktadır. Yani bir kişinin inkâr savunma mekanizmasını günlük yaşantısında kullanması normal olsa da, yoğunluğu açısından 4-5 yaşlarında kabul edilebilir olacak bir kullanımı, erişkinlik çağında geçmişe dair gelişimsel bir “takılma”ya işaret edebilir. Çocuk için normal görünen bu düzeyde bir yadsıma bir erişkinde anormal ve trajikomik olarak kabul edilebilir.
İnkâr mekanizması en çok narsisistik yapıda kullanılır ya da narsisistik yapının temel taşlarından birisidir. Bastırılan duygu suçluluk duygusudur. Varoluşsal mekanizmada suçluluk duygusu sorumluluk ve dolayısıyla özgürlük kavramlarıyla birlikte yer alır. Narsisistik yapı özgürlüğünü inkâr etme pahasına suçluluk duygusundan kaçınır.
Kırılgan duyguların inkârında da aynı mekanizmadan söz edebiliriz. “O benim canımı acıtamaz”, “Hiç üzülmem, umurumda bile değil”, “Yo, heyecanlanmadım, neden çekineyim ki”… Bu narsisistik basit inkâr mekanizmasını hepimiz kendi günlük yaşantımızda kullanmış olabiliriz. Zira narsisisizm patolojik düzeyde olmadıkça hepimizin psişesinde yerini almış ve çalışan bir çekirdektir. Dolayısıyla inkâr mekanizmasında dışarıdan veya içeriden gelebilecek bir suçlama algısına karşılık ortaya çıkabilecek sorumluluğun dışsallaştırılmasından söz edebiliriz.
“Başıma her ne geldiyse ve her ne yaşıyorsam bu benim sorumluluğumdadır,” diyebilmek varoluşsal anlamda otantik olma becerilerinden birisidir. Varoluşçu disiplin içerisinde Sartre sorumluluk konusunda “katı” denilebilecek bir bakış açısına sahiptir. Yani başka bir ülkede, mesela Suriye’de çocuklar ölüyorsa bunda benim de sorumluluğum vardır. Sartre’a “Ne yapayım, ben İstanbul’da yaşıyorum, oraya ulaşabilecek koşullarım yok,” dersem, bana cevaben “İstanbul’da kalmayı ve hiçbir şey yapmamayı sen tercih ediyorsun,” der. (Sartre oraya gidilip bir şeyler yapılması gerektiğini vurgulamaz, etik bir şeyden de söz etmez. Uzağımızda olsa da var olan durumun bir şekilde kendi irademiz ve tercihimizle geliştiğini nesnel olarak ortaya koymaya çalışır.) Ego için yok oluş tehdidi ile karşılaştığı en zor duygulardan birisi suçluluk ve yargılanma psikolojisidir. Aynı zamanda sorumluluk gerçeği insan varoluşuna dair en ağır durumlardan birisidir.
Sorumluluk ve suçluluk, en çok karar verme durumlarında ortaya çıkan anksiyete ile kendisini gösterir. Kişi vereceği kararın sorumluluğunu omuzlarında taşımaktadır. Tam şu anda ya kötü bir karar veriyorsa? Ya aldığı kararlar nedametle sonuçlanmışsa? Kişi yaşadığı hayata dönüp baktığında pişmanlık içeren kararlarıyla yüzleşirse, bir sabah ansızın kendi yargılama mekanizmasına yakalanıp kalabilir. Kafka’nın Dava romanı kendi mahkemesine yakalanan Joseph K.’nin yaşadığı suçluluk duygusundan kaçmak ve davadan kurtulmak için her yolu denediği ve bir türlü kurtulamadığı o dipsiz hikâyeyi anlatır. Romanın içinde “Yasa Kapısı Meseli”nde bir kapının önüne gelip yıllarca bekleyen adamın hikâyesini okuruz. Yıllar sonra adam ölmek üzereyken bekçiye o aydınlık kapının önüne bu kadar zaman neden kimsenin gelmediğini sorar. Bekçinin adama verdiği cevapla meseldeki kapının insanın kendi sorumluluğuyla yüzleşmesini sembolize ettiğini anlayabiliriz. Bu hikâye bir rahip tarafından kendisiyle yüzleşmek yerine kestirme yollardan davadan kurtulmak için çevreden yardım yakaran Joseph K.’ya öğüt niteliğini taşır. Ve fakat K. hikâyenin kendisiyle ilişkisini anlayamaz. K.’nin hikâyesi meseldeki durumla örtüşür biçimde devam eder.
İnkâr (yadsıma), egonun bütünlüğüne dönük bir tehditle karşılaşıldığında ego bütünlüğünü savunmak için devreye giren bir mekanizmadır. Ego, kendi bütünlüğüne dönük bir tehdit algıladığında anksiyete hisseder. Bu anksiyete dinamiğinde bir yok oluş korkusunu barındırır. Dolayısıyla ego kaynağı yargılanma ve suçluluk tehdidi olan anksiyeteden kaçınmak için inkâr mekanizmasını kullanır. Ve fakat varoluşçu literatüre göre, anksiyeteden kaçınmak gelişimi olumsuz etkileyen bir durumdur, dolayısıyla anksiyeteyle kapının önünde hareketsizce beklemektense kapıdan içeri girilmesinin göze alınması gerekir. Joseph K.’ya bir rahip tarafından anlatılan mesel hepimizin hikâyesine dairdir. Nitekim kişi ancak en zor durumları olan sorumluluk ve suçluluk duygularını üstlendikçe otantik varlık kendisini yavaş yavaş geliştirebilir. Bu yavaş gelişim içinde de insan olarak var olmanın doğasındaki yok olma anksiyetesinin gereği olarak; zaman içinde gelişen kişinin direkt olarak kendiliği değildir. Kendiliği savunmaya dair mekanizmaların gelişimi ve dönüşümü ile dolaylı bir kendilik gelişimi söz konusudur. Mekanizma geliştikçe öz benliğe ulaşmaya dair umut artmaktadır. Bu umudun, aynı zamanda bilinçlenmenin artışıyla karamsarlığı da beraberinde getirmesi başka bir bahsin konusudur.