İŞTE ASLINDA BEN DE ONU DEMİŞTİM
Murat Mrt Seçkin
...de yanlış anlaşıldımİnkâr ile reddetmek arasında her zaman denk gelmese de çoğunlukla ciddi bir nüans ve hatta politik fark var. Reddeden kişi bu eyleminin olabilecek sonuçlarını planlamıştır. Red öncelikle karşı çıkmaktır, bir temeli, mekaniği ve çoğunlukla da onuru vardır. Ancak red o kadar ince bir buzdur ki inkârın önünden veya arkasından kullanıldığında, hızlıca çatlar, inkâr eylemi kadar soluk, can sıkıcı ve onursuz olabilir. Muhalifliğin güzel yüzünün pörsümesi, reddin yıkımı ve insanlığın kokusunun dayanılmaz olmaya başlaması buradan geçer.
Yapılan bir hatayı kabullenip doğrusunu öğrenmeye çalışmanın ne gibi bir zararı olabilir bunu kimse bilmiyor. Sebebi çok basit, çünkü öyle bir zarar yok. Oysa bizler uyumdan çok egonun sözde güzelliğini seçmeyi tercih ederiz. Uyum ağaçtan koparılmış taze bir meyvenin güzelliği ile içimize işlenirken, ego yapay tatlandırıcılar ile ulaşamayacağımız fruktoz miktarlarını bize sunarak benliğimizi içinden çıkılması zor bir obez ruh haline sokar. Kabullenmek ve düzeltmek belli bir düşünce birikimini gerektirirken inkâr cehalet ile beslenmeyi tercih eder. Yorucu fikirler veya kendini savunmak zorunda kalma ihtimali bu virüse bulanmış şuurlar için kabul edilemez zorluklardır. Yaşam kısadır ve biz de gerçeklik ile uğraşmak için pek bir yoğunuzdur. Ayrıca hepsinin ötesinde “amaan bana ne” ile başlayan “ama” ile devam eden cümlelerde akıl düzeyimize sert setler örer. Burada da inkârın en temel sorunu başlar. Çünkü sert şeyler her zaman çabuk kırılır. Rasyonel düşünce ise düşünüldüğünden daha esnektir. Yeni fikirlere yol verir ve bunların doğruluğu, olabilirliği üzerine kafa yorar. Tabii ki bu diğer tarafın işine gelmez çünkü fikrini savunmak belli bir bilgi birikimini, o yoksa bile bu birikimi edinmek için araştırmayı gerektirir. İşte bu yüzden toplumlar genellikle inkârı uzaktan gelen bir kuzen gibi kabullenir, misafir eder ama vakti geldiğinde onu bile reddeder.
...de henüz cümlem bitmemişti
Yeni iletişim yöntemleri, yazdığımız, çizdiğimiz, paylaştığımız ve hatta sildiğimiz her şeyin kayıt altına geçmesi üzerine temellerini kurdu. Benim gibi arşiv manyakları için etiketleme, dosyalama, paylaşma sonsuz imkânlar sunan bir vaha. Tabii ki aynı zamanda bu alan ile ilgili “gizli saklı yok” formülü olması da heyecan yaratıyor. Böyle bir alanda inkâr belki de en son var olması gereken yaşam formu. Ama anlaşılması neredeyse imkânsız gibi gözüken, oysa ki korkunç beylik bir kelimenin eksikliği ile (eğitim) bu alanda kolaylıkla yaşamını sürüdürebilen bir virüs inkâr. Bir saat önce yazıp paylaştığınız bir şeyi ilk beş dakika içinde ağınıza bağlı onlarca insan görmüşken, sanki hiç olmamış gibi silip aksi bir paylaşımda bulununca rezil olacağınızı düşünebilirsiniz. Tabii ki bunun cevabı kocaman bir hayır. Çünkü sosyal medyanın en büyük savunma şekli olan “arkadaşlıktan silersin karşim, takip etmezsin” silahı bir şekilde gerçeği paramparça ederken saygısızlığı göğe çıkartmayı başarır. Sosyal hayatta başarısız olan kişilerin (bu genel anlamda bir başarısızlık değildir, sosyalleşememek çoğu zaman belki de problem bile değildir) sanal sosyalliklerini hırçın ve saldırgan davranışlarla süsleyerek ilerletmeleri aynı zamanda atar kültürünün de getirdiği bir savunma şeklidir. İnkâr en çok bu tip insanların bedeninde rahatça dolaşır. Çünkü bu sıcak ve nemli alanlar virüsün beslenip, gerçeğin rutubetten bozulmasına yardımcı olur. Atar ile gelen rutubet (inkâr) arttıkça doğruluk çürür, ele aldığınızda parçalanır, gider.
Bir iletişim cihazı olarak dilediğimiz kadar laf edelim, sosyal medya gerçeği artık hayatımıza -çıkmayacak şekilde- yerleşti. Özellikle belli bir jenerasyon için artık neredeyse varlığı kanıtlanmış üçüncü göz olarak sayabiliriz. Tabii ki göze ve kulağa (hatta kimbilir belki de yakında koku ve tat duyularına) hitap eden bu iletişim şekli oldukça hızlı bir şekilde insanlaştı. Telefon, telgraf, televizyon bir makina iken, sosyal medya onları kullandığımız araçlardan bağımsız bir organizma olarak her yerimize bulaşıyor. Tabii ki zaten kirlenmeye müsait ellerde bu mekanizma her kötülüğü rahatça içine aldığı gibi inkârı da rahatlıkla kabul ediyor. Sistem biraz da size tüm insani olumsuzlukları kullanma rahatlığı verdiği için bu kadar çekici ve kabul edilir hale geliyor. Bunu ülkemizde özellikle “milli duygulara” hitap eden paylaşımlarda görmek mümkün.
Bir paylaşıma bayrak, vatan, millet eklemeniz, belki bir dua zımbalamanız, o paylaşımın temelindeki ayrımcılığı, ırkçılığı, kısaca ötekileştirmeyi hızlıca masum ve hatta savunulabilir hale getirebilir.
...de aslında yanlış kelimeyi kullanmışım
İnkâr aynı zamanda tanımama anlamına da geliyor. Çıkarlarımıza göre edindiğimiz modern çevremizde etrafımızda oluşan gıybet sisinin en büyük sebebi de bu. Sosyal ortamımızda var olmak ve kutup yıldızı gibi parlamak için aslında hiç hoşlanmadığımız insanlar ile samimiyet kurarak yalan ilişkiler silsilesinin içine atarız kendimizi. Parlamamıza aracı olan bu insanlar yanımızda olmadığındaysa onları her fırsatta eleştirir ve herkesten sakladığı kusurlarını ifşa ederiz. Bunun neresi inkâr diyebilirsiniz tabii ki. Burada inkâr kendi zayıflıklarını reddetmek ile başlıyor. Varlığı sayesinde olduğun bir alanda o varlığı redderek, tıpkı yıllardır sağ veya sol olsun tüm muhafazakâr kafaların yaptığı “buralar bizim” çığırtkanlığı gibi. Bugün azınlık dediklerinin kültürü sayesinde ayakta dururken ve tüm hayatını aslında bu temele koymuşken onlar hiç olmamış ve misafirmiş gibi davranmak mesela. Böylece inkârın başka bir rahatlığına geliyoruz. Kullanıldıkça şiddeti ve şiddetin sözde haklılığını destekleyen bir araca dönüşür. Toplum olarak kabul edemediğimiz gerçeklerin üstüne gidenlere rahatlıkla kurşun yağdırıp, sosyal medyada linç edip, gerektiğinde hiçbir açıklama yapmadan, hatta oldukça mantıksız sebepler ile özgürlüğünü elinden alabilirsiniz.
Bununla beraber şu fikir dökümü yazımda onaltı kez kullandığım inkâr kelimesini dilediğiniz kadar arka arkaya kullanın. Ne anlamı ne de dokusu değişiyor, alışamıyorsunuz. Çünkü bu eylemi uygulamaya alıştığınız andan itibaren siz içi boş, hissiz, yönlendirilmiş bir android'e dönüşüyorsunuz. Böyle bir durumda herhangi bir korkuluğun vicdanını tartışmak, bir insanınkini tartışmaktan daha anlamlı ve katlanılabilir hale geliyor. muratmrtseckin@gmail.com