TELESKOP
Emre Eryılmaz
Evrenin büyüklüğü karşılaştırmasında insan olan biz mini minnacık mıyız sevgili okur?Tek gözümüzü bir teleskobun merceğine dayayıp uzayın derinliğine çevirdiğimizde, yakaladığı ışık demetlerini süzdükten sonra gerekli matematiksel hesaplamaları da yaptığımızda sonuç; evet. Esamemiz okunmaz.
Gene de bu kütleler dehlizinin içerisinde matematiksel dolgu oluşturduğumuz aşikâr. Dolgusallığımızı özgünleyense, bir bakıma kendi icadımız olan değerlendirmeler bütünlüğü ve ayrıklığı.
Birlikte göğe yükselip teleskopla sevgili mavi gezegenimizden gelen ışığı süzmeye başlayalım. Yeter derece ışık frekansına ulaştığımızda Kırıs Engi isimli küçük bir çocuğun, elinde ileri geri, sağa sola salladığı çıngırakla, Roma’nın sokaklarında “Galileo inkâr etti, zil takıp oynayalım,” diyerek, muntazam adımlarla çığırtkanlık yaparak yürüdüğünü görüyoruz. Anlaşılan o ki; Galileo evrenin küçük bir bölümünü baz alarak yaptığı hesaplamaları inkâr ettiği metni daha yeni okumuş.
Bir tık daha ayarlama yaptığımızda teleskobumuz; Galileo’nun odasında kendi kendine konuşmakta olduğu sahneyi gösteriyor. Dudaklarını okuduğumuzda “Hımm, evet. Yanıldığım yok; merkez güneş ve biz de etrafında dönüyoruz. Tabii, kitabın hitap tarzı ağır kaçtı galiba. Ama şüphe yok ki bu gerçeği değiştirmiyor. Yaşım kaç? Evet, büyük ustayla aynı yaşa denk geldik. Sokrates sözlerini inkâr için yaşlı olduğunu söylemişti. Ben de mi onun gibi yapmalıyım? Bulduğum bu gerçeği savunmaya devam mı etmeliyim? Yoksa ‘Bulamamışım, nasıl da yanılgıya düşmüşüm,’ diyerek hayatımı adadığım bilim araştırmalarına sırt mı çevirmeliyim. Bu tutarsızlık; tüm buluşlarımda, yaşantı biçimimde şüphe perdesi oluşturmaz mı? ‘Galileo’ ismi lekeli bir tınıyla anılmasına nasıl katlanır?
Ama peki kimsin Galileo? Bilim insanı. Araştırmacı. İcat yapan, geliştiren. En büyük keşfi reddedilmekte olan bir ilim insanı.
“Fakat nedir benim buluşum? Tanrım ne budalayım, ne de büyük görmeye, önemsemeye başladım kendimi. Merkezde olan ne dünya, ne de benim. Bu maddesel bir dünya ve evren. Benim tüm buluşlarım, aktardığım tüm bilgilerim hepsi basit bir olgunun peşi sıra gitmekten öte bir durum arz etmiyor. Tamamıyla maddenin açılımıdır, bilgilendirmenin özü ve sözü. Sonsuz gerçeklikler olmalı araştırılması, bulunması, hesaplanması gereken. Bunu da benim gibi talihin bonkör davrandığı insanlar topluluğu yapabilir ancak.
Kendimi, Sokrates’le karşılaştırmam ise; sadece önemsenme hissetme güdüsü. Her iki hal, sonunda yok sayılmaktan korkmak.
Yaşayabilmek için kendimi inkâr etmiyorum, buluşumu inkâr etmeye zorlanıyorum. İşkence masası sadece kabullenmeyle sonlanabilir. Ya da ölümle.
Ve zorlayanlar kim? Hep onlardı. Yargılayanların kararları hiçbir vakit düşüncenin ya da bilginin gösterdiği gerçekliğe bağlı olmadı. Bağlı oldukları tek şey; sınıfsal hâkimiyetlerinin, değerlerine uyup uymadığı. Basit, sıradan insan siyaseti. Gücünü kendilerine inanmaya zorlanmış insanlardan alan, alternatiflere karşı gözleri bağlanmış insan gücü.
Hâlbuki ben üzerime düşen görevi yaptım. Buldum ve belgelendirdim. Onun tersine benim bir yıl sonra, on yıl sonra ve yüzyıl, bin yıl sonra matematik benim hakkımı savunacak ve hakkı, ‘Galileo’ ismine teslim edecektir. Matematiğe bağlılığımı çalışarak gösterebilir ve onun avukatlık hakkını ancak böyle ödeyebilirim.
Ama Sokrates’in böyle bir lüksü olamazdı. Yargılanan fikirleri değildi. Sokrates’ten kurtulmak istiyorlardı. Hâkimiyetlerini sarsan sözleri söylüyor ve insanları bu yola sevk ediyordu. İnsanlığa, herhangi bir sisteme bağımlı olmak zorunda değilsinizi anlatıyordu. Alternatifler her zaman bilginin önceliğinde elinizin altında bulunabilir diyordu.
Eğer inkâr etseydi “İşte gördünüz, başka bir yaşam tarzında ne yaşanabilir, ne de savunulur bir değer olabilir. Bunu söyleyen bile sözlerini inkâr ediyor,” diyeceklerdi. Takipçileri, onu anladıklarını söyleyenler sarsıntıyla kendilerini sıradanlığın içine bırakmazlar mıydı? Bilgi durmasa bile bana ulaşabilir miydi? Örnek teşkil edecekti ve kafasını biraz uzatmaya korkacaktı insanlık.
Şu mercekli boruyla yaptığım gözlemler çok değer taşıyor. Ve günün birinde, tüm algıyı değiştirecek sonuçlar elde edilecek yolun başlarında yargılandığım kitap. Fakat benim en büyük düşüncemi oluşturmuyor.”
Sonuca varılacak en değerli düşünce; insan kâinatın merkezini oluşturmuyor. Fiziksel açıdan sayılı küçüklerdeniz. Ve bu duruma rağmen, evrenin en değerli varlıkları olmamızı sağlayan öz; bilgiyi sorgulayabilecek ilhamla evrene karşı mücadele edebilme yeteneğimiz.
Kalın sağlıcakla… sefahat@hotmail.com