FALLUS *
Nazlı Kalkan
Efendi bir çırpıda yazdı. Gerçekten de hepsini üzerine hiç düşünmeden, nasıl anlaşılacağından hiç tasalanmadan sanki birisi ona okuyormuş gibi durmadan yazdı, yazdı, yazdı. Daktilo başında yazmaktan yorgun düştü. Altın kaplamalı küçük yuvarlak gözlüklerini masanın üzerine bıraktı. Masanın üzerinden bir mum alarak, ahşap merdivenlerin gıcırtısı ile birlikte uyumak için üst kata çıktı. Mumu yatağının ucundaki komodininin üzerine koydu. Kara kapaklı, kalın romanına uzandı. Romanın işaretlenmiş sayfasını açtı. 267. meseleyi okurken rahatsız oldu. Kitabın bu iki sayfasını da kopartıp pencereden dışarı fırlattı. Böylece kitabını okurken rahatsız olduğu sayfaları kopartıp atarak okumak istediği temizlenmiş, saf ve ari eserini elde etmiş olacaktı. Sayfalar rüzgârda yavaş yavaş süzülerek gül bahçesinin yanındaki ahırın duvarına yaslanarak oturmuş seyisin kucağına düştü. Seyis “Belki Tanrı’dan bir işarettir,” deyip, ayağına gelen fırsatı tepmemek için iki sayfayı da kelimesi kelimesine okumaya başladı:--------------------
267. Mesele;
Tabak bardak ve kaşık sesleri insan sesine karışmışken keman sesinin ilk notaları ile birlikte bir sessizlik oldu. Salona tango yapan bir kadın ve erkek girdi. Kalın kırmızı bir çizgi üzerinde hiç yalpalamadan kusursuz bir ahenk içinde dans ediyorlardı. Kadın çok güzeldi, adam kaslı ve güçlüydü. Herkes çok şık ve kusursuz görünüyordu. Kalın kırmızı çizgi, salonun başından itibaren ikiye ayrılmış bir kürenin içinden çıkarak salonun sonuna kadar dik bir biçimde uzanıyor, yuvarlanan hatlarla pencerenin dibinde son buluyordu. Salondaki herkesin kendini müziğin ritmine kaptırdığı bir zamanda elmas kol düğmeli, purolu adam “Basit bir konuyu tartışacaktık! Bu kadar şamataya ne gerek vardı?!” diye bağırdı. İyiden iyiye sinirlenmişti. Öfke boğazından bir ateş gibi taşıyordu. Zayıf, uzun boylu asil ev sahibi, tam bir hikâye anlatacakken “Kısa kes!” dedi. “Bu şamatayı da dağıt!” Ev sahibi, hiç tepkisiz, elmas kol düğmeli, purolu adamın söylediğini yaptı. Elmas kol düğmeli purolu adam herhalde toplantının başkanı olsa gerekti ki; ev sahibi anlatacaklarından bir anda vazgeçti. Müzik sustu, salondakiler dışarı atıldı, toplantı masası dışındaki diğer masalar tabak ve bardaklar darmadağın edilerek salonun dışına atıldı.
Başkan “Toplantıyı açıyorum,” dedi. Konusu hiç bir zaman belli olmayan bu toplantılarda katılımcılar belli belirsiz bir şeylerden bahsederlerdi. Kısa boylu ve çelimsiz olan her zamanki gibi kendisinin ne kadar da iyi bir yazar olduğunu ve ne kadar çok şey bildiğini göstermek için turşunun nasıl fermente edildiğinden, fallusun kültürel özelliklerinin arkeolojik çalışmalardan alıntılanmış verilerine, radyum kolonyasının nasıl yapıldığından, Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl başladığına kadar ne biliyorsa konu bütünlüğünü gözetmeksizin anlatıyordu. Adamın mükemmel yazarlığı ve derin bilgisi, yanında oturan kırmızı elbiseli kadın tarafından, uzun siyah ağızlığıyla içtiği sigarasını bir yandan tüttürürken; ayağa kalkıp, güzelliğini göstermesi ve simsiyah saçlarını savurmasıyla kaybetmiş olduğu gençliği, çelimsiz vücudunu ve kadını asla elde edemeyeceği gerçeğini hatırlatarak yerle bir edildi. Purolu adam, ipek gömleği ve elmas kol düğmelerini taşıyor olmanın vermiş olduğu ağırlıkla toplantının başkanı olma yetkisini elinde tutarken gücü ve iktidarından buna rağmen emin olamamış olacaktı ki; yönettiği şirketlerin isimlerini ve sahip olduğu serveti bir bir saymaya devam ediyordu. Diğer bir adam tevazunun ve hırslarından arınmış olmanın öneminden bahsedip dururken; içinden buradaki insanların kendilerinde geliştirememiş olduğu kendi kişisel yetileri sayesinde, Tanrı’ya sahip olabilmenin planlarını yapıyordu. Böylece tevazusu gururunun kaynağı oluyor, üstünlük yarışını bu dünya ve başka dünyalarda da kazanmış olduğunu düşünerek, kendisini herkesin en üstünü hissediyordu.
Bu Efendiler bir yandan belli belirsiz bir şeylerden bahsederken masadaki lezzetli yiyeceklerden yemeğe devam ederlerken, salona topluluğun en cılızı ve zavallısı olan hizmetçi girdi. Tevazu sahibi adam alçakgönüllülüğünü teşhir etmek için hizmetçiden masaya oturarak, toplantılarına katılmalarını istedi. Hizmetçi, bulunduğu konum dolayısıyla masadan bir efendinin göstermiş olduğu tenezzülü rededebilme hakkına sahip olamazdı. Utanarak masaya oturdu. Delik deşik ayakkabılarının farkedilmemesi için ayaklarını üst üste koyarken, kirli ve eski kıyafetlerini kollarını önünde birleştirerek gizlemeye çalışıyordu.
![](http://www.kargamecmua.org/uploads/phpjcC01o.jpg)
Bakışlarının efendilerinin gözleriyle aynı hizaya gelmesinden imtina eden hizmetçi; ünün, güzelliğin, zenginliğin, bilginin, kibarlık, nezaket ve iyiliğin göğüs hizasına kadar görebildiği manzarasını seyrediyordu. Biraz sonra hiçbir özellik ve beceriye sahip olmadığını düşünecek olan bu zavallı hizmetçi mutfakta efendilerinin yemeklerinden aşırıp yiyen çocuğunu pataklaması sayesinde dindirebileceği eksikliğinin acısı ortaya çıkmadan önce, kısa süreliğine olsa da kendisine tanınmış bu lütufun içinde bulunarak imrenme ve hayranlık duygusunun kollarında sarhoş olmanın tadını çıkartmak istiyordu. Öyle sarhoş olmuştu ki; konuşulanları duymuyordu bile. Ta ki; güzelliğine bakılmaya cesaret edilemeyen siyah saçlı hanım efendisinin kahkasıyla uyanana dek. Ve fakat ou uyandıran kahkahanın sesinden ziyade kadının ağzından ansızın gelen o berbat kokuydu. Sanki birisi kadının midesinde günler öncesinde bir cinayet işlemişti ki; üzeri örtmek suretiyle saklanmış gibi midesinin derinliklerinden kokuşmuş ceset kokusu geliyordu. Daha kokudan ölebileceğini düşünmeden önce kalkmak istese de içkinin ve muhabbetin tesirindeki iyiliği tutmuş efendileri oturması için ısrar ettiler. Reddetme hakkı olmayan hizmetçi kendisine göre yıllarca sürecek olan bu işkenceyi yaşamaya devam edecekti. Zavallı hizmetçi, ağız kokusunun nasıl bir şey olduğunu bu geceden sonra kendisinden öğrenebilirdiniz. Öyle bir şeydi ki; birisininkini duymaya başlayınca herkesin ağız kokusunu duyar olurdunuz. Etrafındaki ağızlar konuştukça büyüyor, büyüdükçe etrafa keskin asidin ekşitmesiyle terkip olmuş ceset, cerahat, iltihap kokuları yayılıyor, nefesleriyle birlikte vücuduna zerkediyor, kanına karışıyor; burun deliklerinden geçerek beynine tecavüz ediyordu. Artık elleri, yüzü, bedeni, her tarafı ağız kokuyordu. Dünyanın bütün ağızları diyordum, her taraf kokuyordu!
--------------------
Böylece seyis büyük bir umutla okuduğu ikinci sayfanın da sonuna gelmişti. Sayfaların devamını getiren bu kitabı hiçbir zaman aramayacağını biliyordu Meselenin öncesinde ve sonrasında ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğinden, seyis, okuduğu bu meseleyi tamamen unutmaya çalıştı.