Dört Dörtlük Dört Albüm
Tayfun Polat
Baharla birlikte yerli müzik piyasamıza da bir bereket geldi. Birbiri ardına çıkan albümlerden birkaçı ise hem heyecan hem de umut verici. Sökün eden yerli albümler arasından dördünü seçtik, mercek altına aldık. Ve hararetle tavsiye ediyoruz.
Big Beats Big Times - Full Moon Theory
Berke Can Özcan, memleketin en yetenekli ve en üretken davulcularından. Tamburada ile tanıdık önce. Sonra DandadaDan ile aklımızı aldılar. 123 ile farklı seslere yolculuğu sürüyor. bicycle day adında elektro-akustik ve hayli deneysel bir yan projeye de üye. Great Republic Of South’un iki davulcusundan biri. Ve pek çok müzisyene de sahnede eşlik etmeyi sürdürüyor. Bir taraftan da çoğu yabancı müzisyenler olan farklı isimlerle duo, trio konserler yapıyor. İşte bu konserleri yaparken, aklına dahice bir fikir geliyor. Çok beğendiği davulcuların ritm partileri üzerine müzik yapmak.
Aslında her şey, Kenny Wollesen ile birlikte çalıştıkları dönemde filizleniyor. Wollesen’in vurmalı kayıtları üzerine müzik yazıyor önce. Eldeki bu kaydı, ikisi hariç hiçbirini daha önce tanımadığı davulculara yolluyor. Ve Big Beats Big Times projesi böyle doğuyor.
Geçen yıl Borusan’da Erland Dehlan ve Kenny Wollesen ile birlikte çaldıkları bir konserin kaydı yayınlandı önce. Akıl uçuran bu performansa dijital kaynaklardan ulaşabilirsiniz. Big Beats Big Times projesi, konser kayıtlarının yayınlandığı bir kaynaktan devam edecek. Ama projenin diğer ayağı, birkaç dolunay bekledikten sonra, nihayet geçtiğimiz dolunayda yine Who Are We Who We Are etiketiyle Full Moon Theory başlığıyla yayınlandı. Blair Sinta (Alanis Morrisette), Jack Irons (Pearl Jam, Red Hot Chili Peppers), Craig Santiago (New Zion Trio), Kenny Wollesen (Tom Waits, John Zorn, John Lurie, Bill Frisell) Steve Nistor (Mama Rosa, Daniel Lanois), Arto Tunçboyacıyan, John J. Holden, Erland Dahlen (Madrugada, Stian Westerhus) gibi farklı janrlar ve ekollerden sekiz davulcunun projeye inanıp, müzikal olarak başka hiçbir ses duymadan birer davul kaydı yollaması ve Berke Can Özcan’ın, Burak Irmak’ın da büyük katkısıyla bu kayıtları bambaşka biçime evirmesiyle, karşımızda şu sıralar dinlediğimiz her şeyden farklı bir müzik ortaya çıkmış. Şapka çıkartmak ve Big Beats Big Times projesininin bundan sonra çıkaracağı her sese kulak kesilmek boynumuzun borcu.
Ayyuka - Sömestr
7 yılın ardından Kiracı Odaları geleli daha bir buçuk yıl olmamışken, Ayyuka bizi fena şaşırttı. 3. albümün ilkine nazaran bu kadar çabuk gelmesi de değil esas şaşkınlık. Tamamı enstrümantal 8 kayıttan oluşan Sömestr, zaten pek çok müzik âşığı için memleketin en iyi gruplarından biri olan Ayyuka’nın kendini aştığı, kendi ifadeleriyle kendilerini şimdiye kadar en iyi ifade edebildikleri albüm olmuş. Yani aslında bizim önceki albümleriyle öve öve bitiremediğimiz Ayyuka için şimdiye kadar saydıklarımız devede kulak kalmış. Nedeni şu; Sömestr’deki tüm kayıtlar, 4 günlük bir doğaçlama sürecinde ortaya çıkmış. Overdub, bir daha çalalım, şuraya şunu ekleyelim falan yok (istisnası, konser için İstanbul’a gelen Nijeryalı Afro-pop ustası, saksofoncu, Orlando Julius’un iki kaydın üzerine serbestçe takılması). Oturup çalmışlar. Ve hâl böyleyken, kendilerini alabildiğine serbest bıraktıklarında, esas Ayyuka yeteneği, virtüözlüğü ortaya çıkmış.
Şimdi, böyle bir girizgâhtan sonra çok fazla söyleyecek söz de kalmıyor. Dinlemeniz gerekiyor. Ama birkaç kelam daha edeyim; ilk olarak albüme adını veren “Sömestr” yayınlandı. Orlando Julius’un katkısı ve perküsyonlarla şaşırtıcıydı Ayyuka’dan sekiz dakikalık bir Afro-beat füzyonu. Ayyuka her türü kendince dönüştürür, mâl eder ya, bu da öyle gelmişti. Meğer Orlando etkisiymiş bu. “Gün 1B”de de durum benzer. Albümün genelinde olan ama özellikle “Geceleri Zor Uyurum”, “Guaruja” ve “Ayrton Senna”daki dub etkisi şaşırtıcı. Dub gibi stüdyo marifetleriyle ortaya çıkan, sahnede icra edilirken de seslerin manipülasyonuna gerek duyan bir sound’un, tek sefer çalınırken böyle kolayca icra edilebilmesi etkileyici. Bir pedala basınca olmuyor çünkü o etki. Kapanıştaki “Bu Bir Rüya Olmalı” da, iki albümdür çeşit çeşit şarkısını bellediğimiz Ayyuka için bir hayli değişik bir kayıt.
Memleketin en kendine has sound’una sahip grubu belki de Ayyuka. Ve Sömestr, bu kendine ögülüğün ayyuka çıktığı bir albüm. Şu an sadece dijital olarak piyasaya çıktı. Ama albümdeki track’lerin A1, A2, A3, A4, B1, B2, B3 ve B4 olarak kodlanmasından da anlaşılacağı üzere plak da gelecek. O plak alınır, o ayrı konu, ama Ayyuka, böylece konuşup durduğumuz ve olması gerektiğini, zaten bir süre sonra olacağının bu olduğunu düşündüğümüzü, yani “Şu müzik piyasasında albüm dijital ve plak olarak basılmalı”yı gerçekleştiren ilk grup olma özelliğini de gerçekleştirmiş olacak.
Kes - Kamlama
Yerli müzik âlemimizle hasbel kader ilgilenenlerin Emre Kula, Mehmet Demirdelen ve Cenk Turanlı isimlerini duymaması olanaksız herhalde. Pek çok gruptan ve pek çok müzisyene eşlik etmelerinden isimlerini bildiğimiz ziyadesiyle yetenekli ve tecrübeli müzisyenler olduklarını belirtelim adlarını ilk defa duyan varsa. Üçlünün bir ortak özellikleri de Yıldız Teknik Üniversitesi Müzik Bölümü’nden sınıf arkadaşı olmaları. Kes üyelerinin birbirlerine, çalışlarına ve müzikal iştahlarına bir hayli aşina olan üçlünün bu sayfalardaki diğer albümlerde olduğu gibi enstrümanlarına hâkimiyelerini ve ustalıklarını konuşturdukları bir albüm Kamlama.
Enstrümantal progresif rock deyince ve müziğe buralara has tınılar da eklenince, ilk dinleyişte akla tatu fly?’ın geçen yıl çıkarttığı Somewhere Around Nowhere ve Nekropsi’nin ilk albümü Mi Kubbesi geliyor öncelikle. (Ve tabii albümün kayıtlarını alan ve miksini yapan Nekropsi üyesi Cem Ömeroğlu’nun tatu fly? albümünde de parmağı olması, Cenk Turanlı’nın zamanında Nekropsi’de de çaldığı düşünülünce çok da mantıksız değil bu.) Tabii bahsi geçen bu iki albümden de daha sert bir sound olduğunu belirtmek gerek. Özellikle “Dilenci”, “Kamlama” ve “V”de sound progresif metale dönüyor. Albümün canlı kaydedilmiş olması işleri değiştiriyor yalnız. Biraz dikkat kesilince, düzenlemeler ve trafikler içinde başınız dönerken bir iç ses yavaş yavaş dışavuruyor; “Vay canına!”. Kaç seferde alındı bu kayıtlar bilmiyorum ama çok da fark etmiyor; nihayetinde canlı çalınmış ve böyle çalabiliyorlarsa etkilenmemek mümkün değil.
“Kamlama” şaman ayini demekmiş. Kes’in ayini oldukça sofistike. Usta işi bir albüm. İlgiyi kesinlikle hakediyor.
Yasemin Mori - Finnari Kakaraska
Yasemin Mori iki albümde hatrı sayılır ve özel bir takipçi kitlesi edindi kendine. İlk albümünde gündelik huzursuzlukları dile getiriş yöntemi çarptı müzikten önce. İkinci albümdeki müzikal genişleme, deneysellik ve söz yazımındaki ustalaşma takdire şayandı. Özellikle kadınlık hallerini, anaerkil bir dünya özlemi ve neredeyse pagan anlatılarıyla yazdığı birkaç şarkı (aslında bu albümde şarkı formunda çok az eser var) zihin açıcıydı. Şimdi üçüncü albümüyle müziğini bir üst seviyeye taşıyor Yasemin Mori.
Bu sefer Can Çankaya ile çalışmış Mori. Kangroove’dan tanıdığımız ama tuşlu çalgılar ve trompetiyle çoğu caz olmak üzere pek çok albüme, müzisyene albümlerinde, sahnelerinde destek olan yetenekli Can Çankaya, albümde tüm düzenlemeler ve prodüksiyonu üstlenmiş. Sahnede daha önce birlikte çalmışlardı ama albümü baştan yeni bir isimle yapmak tutturulmuş formüllere itibar edilmeyeceğini gösteriyor daha ilk başta.
Albüm Deli Bando’nun kaldığı ruh halinden devam ederek başlıyor. Açılıştaki “Ellerimin Karası” yeni bir Mori marşı olacaktır. “Bitli Kaptan” ve “Avcı”, ancak onun yapabileceği şarkılar. Albümün ortasında yer alan “Kadınlar”, biraz önce bahsettiğimiz pagan kadın ruhunu bir önceki albümün de üstüne taşıyor. “Finnari Kakaraska” sözünü bir kadın argo sözlüğünden almış Yasemin Mori. “Uzak yerler” demekmiş. Genelinde uzak yerlerden gelen uzak hikâyeler anlatılıyor albümde, usta işi düzenlemelerle. Ta ki son üç şarkıya kadar.
Albümün son üç şarkısı, pop müzik tarihimize geçecek üç çalışma. Önce Ajda Pekkan’dan bildiğimiz, sözleri Fikret Şenes’e ait “Gel”de, Yasemin Mori dilerse herkesin “diva”sı olabileceğini gösteriyor. Ardından gelen “Kim Var?” bir John Lurie film müziği de olabilir, gittikçe yükselen gerilimiyle bir Tom Waits albümüne de girebilir, ama memlekette bu ayarda bir pop yıldızının albümünde yer alamaz. Cesaret ister. Hele kapanış şarkısı “Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş”! Nazım Hikmet’in şiirine Mesut Cemil’in (Tamburi Cemil Bey’in oğlu ve ilk viyolonsel sanatçılarımızdan) bestesi, Yasemin Mori’nin piyano ve yaylılar eşliğinde, Tülay German’ı hatırlatan vokaliyle, böyle bir albümde hiç yer alamaz.
Ama varlar. Albümden yayınlanan ilk şarkı “Oyna”, bayağı bir eleştiri konusu oldu nedense? Ne bekleniyorsa Yasemin Mori’den? Beklesinler tabii de, sanki şimdiye kadar beklentileri karşılamak üzere müzik yaptı. (Haa, bu arada benim de beklentim yüksekti bu albümden. Deli Bando gibi bir albüm yaptıysan, bir pop albümüne free-jazz bile soktuysan, başka bir beklenti de yaratırsın.) Bence en iyi albümü bu Mori’nin. İnce elenmiş, çok sık dokunmuş, çok çalışılmış olduğu belli. Kim ne derse desin, kadın ne istediğini biliyor ve yapıyor. Tebrikler. info@kargamecmua.org