Okan Uçkun

The Wanton Bishops: Blues Yazmak İçin Bar Taburesinden Rock Şiiri Kehanetine İhtiyacın Yok


Utkan Çınar
The Wanton Bishops yavaş yavaş ortalığı sallamaya başladı. Beyrutlu sıkı bules’cular kısa Türkiye turnelerinde Canlı Karga’nın da konuğu oldular. Biz de grubun iki beyni Nadir ve Eddy ile lafladık.
 
Kargamecmua: Öncelikle yeni albümünüz Sleep With The Lights On’dan dolayı tebrik etmek istiyorum ve turne planlarınızı sormak istiyorum. Şimdi 3 konserlik bir Türkiye turundasınız önümüzdeki aylarda nereleri gezeceksiniz?
Nadir: Teşekkür ederiz. Buradan Ankara’ya geçeceğiz. Daha sonra Beyrut’ta büyük bir konserimiz olacak. Ardından Fransa, Norveç, İsveç…
Eddy: Finlandiya, Belçika…
Nadir: Son olarak da Haziran’da İngiltere’de olacağız. Kuzey İrlanda ve Londra’da. Paris’te çalmışlığım vardı ama o farklı bir işti. Orada yaşıyordum ama The Wanton Bishops olarak ilk defa gidiyoruz.

K: Okuyucularımız için kendinizi biraz tanıtmanızı istiyorum. Nasıl biraraya geldiniz?
Eddy: 3 yıl önceydi. Nadir Fransa’dan döndüğünde Beyrut’ta tanıştık. biraraya geldiğimizde bir sene kadar Chicago blues tarzı klasikleri çalmaya başladık. Ve kendi grubumuzu kurup kendi şarkılarımızı yapmaya karar verdik. Ben kendi beğendiğimi, Nadir de kendi beğendiğini getirdi ve ortaya bu çıktı. Chicago Blues’dan farklı tabii.
Nadir: Çaldıklarımız 12-bar, Buddy Guy, Muddy Waters tarzı müziklerdi. Biz daha farklı şeyler yapmalı ve kendimiz olmalıydık. Belki şimdi biraz fazla biz olduk (gülüyor)

K: Büyürken de her zaman blues sizi en çok etkileyen tür müydü?
Nadir: Aralıksız bir etkisi olmadı. Küçükken Lübnan halk şarkıları dinlerdim. Sizin de burada rahat algılayabileceğiniz tınılar. Hepimiz aşina olduğu oryantal sesler. Sonra tesadüfen bir Jimi Hendrix Experience kaseti geçti elime. Dinledim ve kazmaya başladım. Kazdıkça tüm o ‘60’lar kuşağını keşfetmeye başladım. Daha da geriye gittikçe Mississippi’ye ve Afrika’ya vardım. O zamandan beri de bağımlısıyım.
Eddy: Ben küçükken evde hiç blues çalmazdı. Gitar çalmayı öğrenmeye başladığımda, 11-12 yaşındayken, o dönemin güncel gruplarını dinliyordum. Brit-Pop dönemi. Ben de onlardan yola çıkarak ‘60’lara vardım. Daha İngiliz tarafına. Stones, The Beatles ve The Kinks… Blues’u ilk defa 13 yaşındayken Beyrut’ta gittiğim bir konserde duydum. Bu insanların sahnede yaptığı doğaçlamalar aklımı aldı. Eğlence, insanların tepkileri… Gitarla onları kopyalamaya ve blues’un sevdiğim yönleri anlamaya başladım. Blues türlerini dinlesem de İngiliz rock’u, özellikle Rolling Stones’un etkisi büyüktür bende. Onlar da Muddy Waters çalan bir blues grubuydu ama olayı değiştirmelerini sevdim. Kendilerine ait bir şey yaptılar.

K: Albümü nerede kaydettiniz?
Nadir: Beyrut’ta. Tunefork adında bir stüdyoda. Yaratım süreci veya teknik sebepler değil finansal sorunlar yüzünden biraz uzun sürdü. Para buldukça gidip yeni bir şarkı kaydettik. 2-3 ayda bir belki. 1 seneden uzun sürdü kayıt süreci. Paramız olsaydı bir haftada kaydederdik. Şarkılar hazırdı.

K: Albümü şu andaki grubunuzla mı kaydettiniz? Yoksa tur grubunuz ayrı mı?
Nadir: Hayır farklı müzisyenler. Değişiyor aslında. Her gittiğimiz yerde bir basçı ve davulcu alıyoruz işe. Bu sefer Beyrut’ta bizlerle konserlerde çalan Anthony’i ekipte tuttuk. Arkamızda sağlam biri lazımdı ve o iyi bir herif. Basçımız ise Türk. Erhan. Onunla geçen konserden bir gün önce tanıştık. Uzunca bir prova yaptık. Çok profesyonel ve çok kral adam o da. Avrupa turnesinde gene Anthony bizimle beraber olacak. Hem vizesi var hem de ona ihtiyacımız var. Basçıyı ise gittiğimiz yerlerde bulacağız. Lübnan pasaportun olduğunda tuvalete gitmek bile sorun oluyor.

K: Beyrut’taki müzikal ortamı da sormak istiyorum. Neler anlatabilirsiniz?
Nadir: Genelde Arap Popu. Eski ekol güzel halk müziği de var. Oryantal kafalar. En çok onlar dinleniyor. Daha ufak kitle Batılı işler dinliyor. Bunların da çoğunluğu iyi-kötü elektronik müziğe takılıyor.
Eddy: Müzisyenlere, gruplara gelirsek; çoklar ama neredeyse hepsi de çalacak yer bulabilmek için cover yapıyor. Kendi şarkılarını yapan, o eforu ve parayı sarf edebilecek çok az grup var. Riskli iş. Ortam da çok izin vermiyor kendi şarkılarını yapanların yükselmesine. Lübnanlı, kendi şarkılarını yapan bir grubun ülke dışında tanınması oldukça zor. Ama son zamanlarda bağımsız sahne gelişiyor. 3-4 tane gayet iyi grup yurtdışında çalabilmeye başladılar. Elektro-rock, post-punk, indie pop gibi türlerde müzik yapıyorlar.    

K: Müziğinizi ilk duyduğumda giderayak çok başarılı işler yapan Seasick Steve geldi aklıma. Sever misiniz?
Eddy: Büyük etkisi oldu bize tabii ki.
Nadir: Babamı sevdiğim kadar kendisini de severim. (gülüyor) Ve babamı çok severim. Seasick eski ekol Mississippi blues çalıyor. Ve sert yaşamış, zorluklar çekmiş bir isim. Jack White onu buluyor ve harika işler yapıyor. Geç ama bir başarı hikâyesi.
Eddy: Düzgün bir gitarı bile yok, 3 telli…

K: Tek tellisi bile var. (gülüşmeler) Şu aralar Amerika’da Seasick Steve ve Jack White’ın yanı sıra The Black Keys’inde başı çektiği bir blues, garaj rock hareketi var…
Nadir: Çok hoşumuza gidiyor bu. Bizden önce başlamış ve bizi de dalgalarıyla sürekleyen. Ama zaten blues’un her 20 yıl yeniden bir dalgalanması olur. Bu hikâye aslında Jon Spencer Blues Explosion ile başladı. Sonrasında Black Rebel Motorcycle Club, The Black Keys ve The White Stripes geldi. Jon Spencer yaptı bunu ‘90’larda. RL Burnside’la olan işlerini biliyor musun? Felaket.
Eddy: ‘90’larda da çok blues çalan gruplar vardı. Popa Chubby.
Nadir: Onlarınki çok beyaz, çok yapısal. Özgün değildi. Şimdiki indie’cilerde bile var blues etkisi. Tame Impala’da var, Django Django’da var. Herkes blues yapıyor. Bizim de şansımız olabilir.

K: Sözleri Nadir sen yazıyorsun. Nasıl gelişiyor o süreç? İngilizce’nin ilk dilin olmadığını düşünürsek.
Nadir: Blues yazmak çok kolay. Bar taburesinden rock şiiri kehanetine ihtiyacın yok. Tek ihtiyacın olan; “Ben seni seviyorum, sen beni sevmiyorsun, şimdi ben yapacağız?” Böyle bir durumumuz var. “I woke up this morning, my baby is gone” (Bu sabah uyandım, bebeğim gitmiş) Şimdi ne yapıyoruz? (gülüyor.) İçinden geliyor, hatta söz bile diyemezsin belki onlara. Süreç gayet organik. Doğal. Neredeyse vejetaryen. Kalkar ve yazarsın.
Eddy: İnsanların bizi dinlerken ne diyor burada dediğini sanmıyorum.
Nadir: Metaforlar ve sembolizm var biraz.

K: Biracık da Arap Baharı’nı sormak istiyorum size.
Nadir: Oh! En sevdiğimiz konu. (gülüyor) Gayet sarkastik konuşuyorum. Yaşadığımzı yeri etkilemedi Arap Baharı.
Eddy: Bizi veya Beyrut’u etkilediğini söyleyemeyiz. Beyrut’ta bu her zaman vardı, hiçbir zaman sakin, barışçıl bir şehir olmadı. Nereye gitsen bir isyan veya bomba duyardın. 30 yıldır iç savaş var zaten.
Nadir: Yaratım sürecini ve sanatsal anlamda bizi hiç etkilemedi. Bunun hakkında yazmıyoruz, yazmamız gerektiğini düşünmüyoruz. Kendi kabuğumuzda yaşıyoruz.
(Burada plak şirketinden Nasri devreye giriyor)
Nasri: Lübnan hiçbir şeyin doğru işlemediği bir yerdir. Bu yüzden kendine bir kabuk yaratıyorsun. Benim için yazarlıktı bu, Nadir ve Eddy için müzik. Etrafında olan bitenden haberin olduğunda her şey daha da zorlaşıyor.
Nadir: Televizyonumuz bile yok. Haberleri seyretmiyoruz. Düşerlerse bombaları duyuyoruz.
Eddy: Nadir’le tanıştığımızdan beri politika konuştuğumuzu hatırlamıyorum.
Nadir: Belki bencilce ama hissetmiyoruz işte.

K: Bunu herkese soruyoruz. Yaşadığımız dijital dönemde albüm yapmak, satmak gibi konular hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eddy: Kesinlikle vaziyetin iyi olduğunu düşünüyorum. Artık müzik 5 büyük şirketin tekelinde değil. Bu da iyi müzik yapan küçük grupların çok daha hızlı büyümesini sağlıyor.

K: Ama para da kazanamıyorsun eskisi gibi.
Eddy: Milyoner olmak istemiyoruz. Sadece karnımızı doyurmak istiyoruz.
Nadir: Rock star statüsü kayboldu. Müzik orta sınıfa indi; bu da gayet iyi.
Eddy: Müzisyenler artık canlı çalarak para kazanıyorlar ki bu da harika bir şey.
Nadir: Baksana abi, ben Lübnan’ın bir dağında, boktan bir köyde doğdum, şimdi neredeyim. Önümüzdeki ay Paris’e konsere gidiyorum. İnternet olmasa nasıl olabilirdi ki bu?
Nasri: Boktan olduğunu doğrulayabilirim. (gülüyor) Led Zeppelin jeti olayı bitti artık. Grizzly Bear gibi bir gruptaki insanlar sağlık sigortalarını düşünüyorlar. Herkesin yapabildiği bir orta sınıf uğraşı haline geldi…
Nadir: İş gerilla tarzına döndü. Büyük şirketler hâlâ büyük isimleri sağıyorlar. Çünkü ne yapacaklarını bilmiyorlar. Şimdi ise bağımsız şirketlerin grupları bulmalarını bekleyip sonra onları satın alıyorlar. Bu korku. Yaşlı, beyaz adamların etrafta ne olup bittiğini anlamamalarından dolayı yaşadığı korku. Biz korsandan korkmuyoruz. Korsan şekilde gidiyorsa albüm gurur duyarız; mutlu oluruz.

K: Radiohead’in yaptığı gibi. Albümü bedava dağıttılar ama daha çok para kazandılar.
Nasri: İnsanlar ne dinleyeceklerinin dikte edilmesini istemiyor. Seçim yapmak istiyorlar. Sonunda da ödüllendiriyorlar. Adil bir fiyat varsa insanlar onu öder.
Nadir: Albümümüzü verdiğimiz insanlar bizi yüreklendirmek için gidip bir daha satın alıyorlar. Bir bilinç var. Herkes böyle demiyorum ama gene iyidir yani. 

khgv@hotmail.com