Müzikte Ateist Bir Kafa!


Tuna Pase & Şevket Akıncı

Yalnızlık özgürlüktür, sınırlarınızı başkasının belirlemesine veya müdahele etmesine izin vermemektir; dolayısıyla rahatttır, kendi kendinizi denetleme-denetlememe, takma-takmama, sapıtma-sapıtmama yetisi size aittir. Bu durum sizi “loner” da yapar bir yandan. Bundan zevk alabilir ya da depresyona girebilirsiniz, ikisi de tehlikelidir. Özgürlük tehlikelidir. Ben azıcık da olsa “loner” olma durumunu bırakıp seneler sonra bir diğer müzisyen ile müzik yapmaya başladım, şimdi de beraber yazı yazıyoruz, özgürlüğümü sınırlandırıyorum ama benim kadar manyak biri Şevket Akıncı ile en azından. Müzikte özgür olmayı seçmis iki insan olarak yazıyoruz bu yazıyı, bir nevi müzik manifestomuz diyebiliriz bu yazıya. Bilgi kısımları daha çok Şevket’den, kişisel saçmalıklar, duygular, deneyimler kısmı ise benden.

Müzikte özgürlüğü tanımlamadan önce, özgürlügü açıklayalım. Sartre Akıl Çağı adlı romanında özgürlüğü şöyle tanımlar: “Özgürlük istediğini yapmaktır, istediğini düşünmektir, ama yaptığın ve düşündüğün her şeyi sorgulayıp sorumluluğunu üzerine almaktır”. Oysa Doğuda özgürlüğün durumu bambaşkadır; örneğin “serbest” Farsça’da başı bağlı demektir. Her iki durumda da 19.yy’da hakim olan Hegelci aklın hegomonyasının karşısında görüyoruz özgürlüğü. Demek ki neymiş; akıl, inançtan üstünmüş? Ya da ruhtan, ya da ondan bundan?

Müzikte alınan kararlara eşlik eden nedenlerin çünküsü yok, seçim önce geliyor, neden ise sonra. Kartezyen ve Hegelci düşünce sistemlerine endekslenmiş zihinlerin bunun gibi ucu açık fikirlere tahammülü yoktur. Kişiyi düşünmeye sevk eden her şeyden korkar insanlık, bireysel düşünceden özellikle. Oysa bir mantığa göre alınan kararlar, yaşanılan şeyi mantıksal bir çerçevenin içine hapseder ve -ne müzisyen ne de dinleyici -yaşayabileceğini yaşayamaz. Bu mantıklar, koca koca müzik teorileri olmaktalar aslen burda. Oysa Doğuda, sosyal hayatta da olduğu gibi müzik içinde belirlenmiş kurallar var. Bu müzik kuralları, müzisyeni özgürlüğünün sınırları çerçevesinde yaratan konumuna sokar ve hiyeraşiyi yok eder. Besteci ortadan kalkar ve eşitlik çerçevesinde özgürlüğün konuşulabildigi bir kaynaşma ortamı yaratılır müzik yaparken.

Nietzsche gibi, Sartre’in öncüsü sayılabilir düşünürler, bireyin var olan değerleri yıkıp yerine yeni değerler koyarak özgürlüğe ulaşılabileceğini savunurlar. Burada iyi ve kötünün ötesinde bir yerde düşünmek söz konusu. Zaten, bu iyi ve kötü neyin iyi ve kötüsü? Bulunduğun ortam ve zamanın iyi ve kötüsüne kontratak oluşturmak ya da kendi iyi ve kötü değer tablosunu yaratmak mı? John Cage’in dediği gibi, “sesler arasında hiyeraşi yoktur!” ve böylece müzisyenler arasında da. Hiyeraşiyi yıkan sistem tabi ki eşitliktir. Eşitlik özgürlükten geçer ve sisteme karşı olmaktan. Müzikal bağlamda bestecinin, daha üstün enstrümanların (!), solocunun, eşlikçinin, formların, tonların, makamların veya ritimlerin ötesine geçer, anında yapılandırılan yaratıcılık durumu ile eşitlik sağlanır müzikte. Her müzisyenin beyninin, kalbinin, ruhunun ve en en önemlisi müziğin sınırları içinde özgür olması, anında doğaçlama ile sağlanır. Tanrı herkes olmuştur sahnede, hatta sahne de yok olmuştur ki dinleyici ile eşitlik olsun, dinleyici, sahneye bakmak zorunda kalmasın. “En el Hak!” edasıyla eşit tanrıcılık oluşmuştur, herkes tanrıdır.


Mesela Şevket’in müzik serüveni şarkı söylemekten başlar, caza dibine kadar girer, elektrik caza sapar ve şimdiki durumu ise malum. Bu yolların hepsi var olan değerleri tekrar sorgulamakla alakalıdır. Bu hür irade ve şüphe ile mümkündür! Zaten şüphe olmayan yerde özğürlük de yoktur. Bu durum gerçeğin var olandan keşfedilmeyip, yaratılabilenecek bir şey olduğunun kanıtı. Kendisinin geldiği son nokta, “özgür doğaçlamanın” adının tam aksine, o kadar da özgür olmadığını düşünüyor olması. Ritmi, armoniyi, melodiyi reddederken ve sadece tınıya bağımlı kalırken, nasıl bir özgürlükten bahsedebiliriz ki? Özgür olmayanı özgür olana dahil etmektir bu. Bu akım cazdaki solocu eşlikçi hiyeraşisine karşı çıkmıştır aslen, fakat çoğu türde olduğu gibi isimlendirme tamamen insan gazabına uğramıştır.

Benim hikâyem ise daha garip, deneme yanılma sistemine girmeden, baştan beri “her şeye karşıyım” poziyonunda notalara, sistemlere karşı oldum. Flüdü elime ilk aldığımdan beri bir doğaçlama hastalığı içindeyim. Kendimden şüphelenmiyor da değilim tabii. Acaba sistemin içine uyamadığımdan mı, beceremediğimden mi böyle özgür kuş olmayı seçtim? Nota okumaya karşı mıyım, yoksa beceremiyor muyum? Özgürlüğüm beceriksizliğimi kamuflemi etmek için mi soruları dönüp duruyor kafamda. Öğrencilerime “Kuran’ı okumadan, İslam’a inanmıyorum” dememeleri gerektiği gibi “nota öğrenmeden notayı reddetme” gibi garip bir örnek vermiş komik hoca modeliyim aslen.

Dinleyici ile müzisyen arasına giren müzik endüstrisi, medya, imaj -yani kapitalizm- gibi müzikle alakasız şeylerin, hem dinliyeciyi hem de müzisyeni bir kaba sokması ise kaçınılmaz. Beklentilere göre şekillendirilen her şey de olduğu gibi özgürlüğü yıpratır para. Müzikle havalı olmak durumuna gelince bu da müziğin ebesini beller, özgürlükten bahsetmek yerine imajdan ve onun havalı / cool sınırlarından bahsedebiliriz. Bu ara bilgisayarla müzik yapmak “cool” iken, eskiden gitar çalmanın çok havalı olması gibi. Sosyal onay beklentisinin özgürlüğü kısıtlamasıdır durum düpedüz.

Özgürsen; “total özgürlükten” bahsedebilir misin? Müzikte tamamen özgürlük nedir? Total özgürlük için enstrümanlarımızı da bırakmalı mıyız? Sonuçta onlar da sessel bir kısıtlama getirmiyor mu?

Müzikte özgürlük cesaret ister, birtakım kurallara bağlı olmamak cesaret ister, yürek ister, kendine inanmayı gerektirir, dışlanmayı, kabul görmemeyi göze almayı, denenmemiş ve güvenli olmayana merakı gerektirir. Müzikte özgürlük Ateist bir kafadan geçer! Ateistler cesaretlidir!

 

tunapase@gmail.com, sevketakinci@hotmail.com