Özgürlük Semptomları


Bülent Kale

İspanyol şair Marcos Ana cezaevine girdiğinde yalnızca 19 yaşında bir komünistti. Şairliği sonradan, cezaevinde oldu. 1939 yılında girdiği Franco cezaevlerinden 23 yıl sonra 1962’de çıktı. Cezaevinde geçen 23 yıllık hayatını şu kısa şiirle özetlemişti:
“Hayatımı / iki kelimeyle anlatabilirim size: / Bir avlu ve / içinden bazen yolunu şaşırmış bir bulutun / ya da kanatlarından kaçan bir kuşun / geçtiği bir parça gökyüzü.”

Marcos Ana aşırı Katolik çocukluğunu anlatırken ebeveynlerinin durumundan şöyle bahseder: “O kadar teslim olmuşlardı ki sahip geçerken ayağa kalkar haç işareti yaparlardı sanki Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi geçiyormuş gibi.”

Bu Katolik çocukluk on beş yaşından sonra katıldığı Sosyalist Gençlik’te ona da sıkıntılar yaşatmıştır: “Akşama kadar Sosyalist Gençlik gazetesi satıyordum ama akşamları yatmadan önce dua etmeden de bir türlü uyuyamıyordum.”

Yakalandıktan sonra cezaevindeki ilk günleri Franco faşizminin de ilk günleriydi: Askerlerin ellerinde paketlerle çocuklarını ziyarete gelen analara “ Alamayız bayan, oğlunuz kurşuna dizildi,” dediği günlerdir. Mahkemelerden dönen mahkûm arkadaşlarının içeriye “30 yıl! 30 yıl verdiler!” diye mutluluk çığlıkları atarak girdikleri ve birbirlerine sevinçle sarıldıkları zamanlardır: “Çünkü 30 yıl demek kurşuna dizilmeyecekleri anlamına gelirdi,” der Marcos Ana.

23 yıl sonra cezaevinden çıktığında, katıldığı dünyaya ait pek çok şeyi anlamıyordu Marcos Ana.

Çıktıktan birkaç gün sonra İspanyol Komünist Partisi’nin (PCE) merkezi Fransa’da olan gizli örgütlenmesi Marcos’la irtibata geçer: Birkaç gün sonra Parti’nin ayarladığı bir senaryoyla Fransa’dan bir komünist kadın yoldaşı Marcos’un gerçek bir Fransız aristokratı eşi olur ve birlikte üniformalı şoförlü falan lüks bir otomobille Fransa’ya geçerler.

Franco’nun ölümünün ardından 1976’da İspanya’ya döner. İlk seçimlerde Komünist Parti’den Burgos adayı olur. Seçilemez. Daha sonra Partinin Uluslararası Dayanışma kolunun başına getirilir. Dün İspanya içindi, bugün İspanya diğerleri için. Kendimi dayanışmanın çocuğu gibi hissediyordum. Ben cezaevinde ve sürgündeyken bana sunulan dayanışmayı ben de onlara sunmak istiyordum.

Ana Marcos bugün İspanya’da şiirin ve solun prestijli isimlerinden olarak hayatına devam ediyor. Benim Ana Marcos’un hikâyesinde en çok ilgimi çeken çıktıktan sonraki intibak sorunuydu: “Bana senin için en zoru neydi, diye sordular hep,” der Marcos ve açıklar: “Onca yıl mahpusluktan sonra benim için en zoru özgürlük oldu. Cezaevinde yaşamayı biliyordum, zor olan çıkmak ve dışarıda yaşamak oldu… İlk başlarda yediklerimi kusuyordum. Araçlara binemiyordum. Gözlerim kıpkırmızı olmuştu, çünkü cezaevinde insanın görme sinirleri zayıflıyordu. Sürekli duvar ve setlerle çevrili yaşadığınız için her zaman yakına odaklanmaya alışıyorsunuz ve diğer yetilerinizi yavaş yavaş kaybediyorsunuz. Bir odada ya da yüksek binalarla dolu bir sokakta görüşümde bir sorun yoktu ve sakindim ama dört yanı açık alanlara çıkınca sanki gözlerimde benim olmayan gözlükler varmış gibi oluyordum; görüşüm bulanıklaşıyor, başım dönüyordu.”

Marcos’un özgürlükle karşılaştığında yaşadıklarını okuyunca şunu fark ettim: Benim uzun zamandır görüşüm bulanıklaşmıyor, başım dönmüyor. Sonsuz açıklıklara alıştığım için mi yoksa beni çevreleyen duvarlara mı alıştım? Bana ikincisi daha gerçekçi gibi geliyor. Ya siz, ne haldesiniz?

Bir de şunu düşündüm özgürlük semptomlarını öğrenince: Sakın aşk, özgürlüğün en biricik, en yegâne, en harikulade tezahürlerinden biri olmasın?

Bir düşünün ablalar!


  info@kargamcemua.org