AZİZ NESİL
Murat MRT Seçkin
…işin özü her zaman “Ben senden daha iyi bilirim” oldu sanki. Küçüğe göre büyük; geçmişin tortularında boğulurken, büyüğe göre küçük; dejenereliğin her sefil aşamasında görev başında. Kendi kendimize yarattığımız jenerasyon farkı efsaneleri bazen o kadar uç bir hal alıyor ki beynimizdeki urlaşmış temerküz kamplarından et ve kan kokulu dumanlar çıkartmaya başlıyoruz. Hatalarımızı yaşlarımızın yarattığı olgunlukla gizlemeye çalışan da biziz, gençliğimizin tazeliği ile kurtarmaya çalışan da. Ama ne yazık ki şiddet, umarızlık ve bencillik ne yaş ne de baş biliyor. Onlar her dönem farklı şekillerde vücudumuza atılan tenyalar olarak ortaya çıkıyor. Kemiriyor, doyuyor, uyuyor, uyanıyor ve tekrar tekrar kemiriyor. Kan aktığı sürece emmeye devam ediyor.
Lise dönemimi geçirdiğim meslek okulunda her şey çok belirgindi. Okulun ana binasının erkekler tuvaletinden önce Dev-Lis taraftarları bildiri atardı, ülkücüler onların toplanmasına yardım ederdi, arkasından İBDA-C’ye yakın olduklarını iddia eden başka bir grup bildiri atardı. Onlarınki de toplanırdı ama içinde kutsal kelimeler geçtiği için, ayak altında kalmasın diye, küfür edilmeden, nazikçe yapılırdı. Aslında şimdi şimdi anlıyorum ki neredeyse tüm okul, o dönem büyüklerimizin deyişi ile “okyanuslar ötesine” hizmet ettirilmişiz. Bunun yanında kalabalığın getirdiği o gergin ortam hep vardı tabii ki, hele bir de meslek liseli olunca ve kafası karman çorman seksenler yeniyetmesi yüzlerce çocuk bir araya toplanmışsa. Şiddet kaçınılmaz olarak her dönemde ve her şekilde karşımızda dikildi durdu. Neredeyse herkesin acımasız ve pislik olduğu bir mecrada bizim gibi birkaç zibidi de kendini kitaba, müziğe ya da o dönemin popüler terimi olan entel dantel işlere vermişti. Doksanlarda başlayan depresif kuşağın depreşemeyen üyeleri olarak gayet uyumsuz yaşıyorduk. Hocalarımızın bile öğrencileri bize karşı doldurduğunu hatırlıyorum. Bu yumuşak çünkü küpe takıyor, öbürü de kaltak çünkü tenefüste erkeklerle konuşuyor. Çıkışta adamı dövün, kızla da eğlenin… sonuçta hak ettiler değil mi? Büyük bir ihtimalle bunlar çoğu zaman ve hatta belki de daha ezici bir şekilde yaşanmaya devam ediyordur. Ne bileyim küpenin yerini başka bir şey almıştır herhalde artık…
Peki tüm bunları yaşayan bizler ne yapıyoruz şimdi?.. Genellikle bize yapılanın aynısını. İki liseli geçerken konuyu etek boyundan başlatıp ahlak kurallarına getiriyoruz. Sanki o insani ahlak bizde gani gani var da bir de ders vermeye çalıyoruz. Giyinişleri ile dalga geçtiğimiz (her nedense bu aralar yok olan) emo’ları ve sefilce apaçi diye aşağıladığımız çocukları alın, çok değil on onbeş yıl öncesine götürün. Neredeyse Kadıköy hasırlarda çay içip projeden projeye koşturan veya Taksim’de eski jitanda Zen dinleyen bizden şekil itibarı ile hiçbir farkı olmadığını düşünüyorum. O zaman neye kızıyoruz? Boş çocuklar diye mi kızıyoruz, apolitikler diye mi, yoksa üretmiyorlar diye mi? Belki de özentilerdir kim bilir? Hiç sevmeyiz ya özentileri. Şu gencecik çocukların hiçbiri bir Ulysses okumuş mu bakayım? Biz o yaşlarda neredeyse kitabın analizini yapacak kadar yetkindik ya… vay canına.
Aslında zaten kurulmuş bir müzik kutusu içinde ara ara değiştirilen silindirleriz. Müzik değişiyor ama sözler değişmiyor. O dejenere gençler zamanla asosyal ve ne yazık ki apolitik hale getirilen bireyler olarak hayatlarına devam etmeye hazır hale getiriliyor. Jenerasyon farkı denen şey sadece bizlere yüklenmiş belli ahlaki kuralların “update” edilerek yazılımların çakışmasından kaynaklanıyor. Utanmadan çok geyik laf dediğimiz hepimiz aynıyız gerçeğini kabullenmek olabildiğince zor bir hale getiriliyor. Bizler birbirimizle didişirken geçmişi adam edemeyen büyük biraderler her dönem olduğu gibi genç taze beyinlere isteklerini aşılıyor. İnsani ilişkilerin derin dondurucuya kaldırılmak üzere olduğu, özlemi duyulan tüm duyguların birer klişeden öteye geçemediği bir yüzyılda da tam olması gerektiği gibi.
Suretler değişiyor ama içerik hep aynı. Bir dönemin tonton efendisinin yerini şimdinin maço, dediğim dedik delikanlı adamı aldı. Liberallik aldı başını gidiyor. İcraatın içinden, ulusa sesleniş oldu. İsrail hep katil, Amerika hep işgalci, Avrupa haçlı, Afrika yamyam, Latin Amerika ise hep “viva la revolucion!” oldu. Ama biz o kadar masumduk ki tüm dünyanın altında ezildik kaldık değil mi?.. Zavallı biz.
Zaten düşünen insanları yakan, oruç tutmayanı taşlayan, namaz kılanı aşağılayan, spor diye markaya tapan, doğuluyu batıran, batılıyı yere göğe sığdıramayan, zorunlu askerliğe aman deyip dönüşte kahramanlık hikâyeleri ile şişinen, insan gibi davrananı copa tutan, tutturanı alkışlayan da bizim jenerasyonumuz değil. Hiçbir jenerasyon değil. Canı sıkıldıkça sallandıracakın diyerek arka ceplerinde urgan ile dolaşanlar, her gün selamını eksik etmediği bakkalının arkasından sırf aksanı bozuk diye terörist diye lanet yağdıran infazcılar, asker diye illa darbeci olmalı diye şikayet eden devrimciler… Bunların hiçbiri bizler değiliz. Hepsini apolitik dejenere gençlik yapıyor ya da canı sıkkın otuz yaş üstü.
Jenerasyon farkı diye bir şey yok… Sadece aklını, mantığını ve büyük ihtimalle de hafızasını kaybeden bizler varız… Koskoca bir toplum var… Beni korkutan da o sessiz ve derinden gelen cinnet çığlığı… Kararızlık ve kabullenmişlik. Korkum benden 29 yaş küçük yeğenime yıllar sonra onca senenin hesabını kapkara bir defterde sunmak…
muratmrtseckin@hotmail.com