Bisikletle İspanyaya - 4 / Rüzgâra Karşı


Faruk Kaplan
Hayatıma Need For Speed ile giren ve daha sonra çocuk aklımla Acun Firarda’da gerçekliğinden haberdar olduğum Fransa’nın ünlü Côte D’azur kıyılarının doğudaki başlangıç noktası olan Menton’a geçtiğimiz ayki yazımın sonunda bahsettiğim kaza tehlikesi sonrası varıyorum. Bir ülkeyi daha bitirmek olarak bakarsak “son dakika”, yeni bir ülkeye başlamak olarak bakarsak da “dakika bir gol 1” olarak yorumlayabileceğim bu olayı düşünerek pedallamaya başlıyorum.

Ne gariptir ki ülke değiştirmemle havanın da değişmesi bir oluyor; İtalya’da günlük güneşlik olan hava Fransa’da yağmurlu olarak karşıma çıkıyor. Bu sebeple kısa bir süre durmak zorunda kalıyorum.
Yağmur azaldıktan sonra devam ediyorum ancak yol koşulları işimi zorlaştırıyor. Kıyı şeridinden devam etmek her zaman daha kolay, çünkü yol düz devam ediyor. Bir tarafta deniz manzarası, diğer tarafta kayalık alan; huzur dolu bir kompozisyon eşliğinde yoluma devam edebiliyorum. Ancak kıyının “burun” yaptığı bazı alanlarda yol, kıyıdan devam etmek yerine burunun etrafından devam ediyor. Bu da –her ne kadar sonradan inişi de olsa- yokuş çıkmak demek. Bunun gibi 5 adet yokuş çıktıktan ve çıktıklarımdan daha da dik bir tepe tırmandıktan sonra Nice’e varıyorum. Son 3 gündür çadırda kaldığım için Nice’de kaldığım süre beni kendime getiriyor. Beni ağırlayan François rahat etmem için elinden geleni yapıyor.

Nice’den ayrıldıktan sonra bütün Fransa yolculuğum boyunca bana sorun çıkaracak bir durumu idrak ediyorum: Rüzgâr. Fransa’nın güneyi yılın 12 ayı rüzgâr alan bir bölge ve hâkim rüzgâr günbatısı; yani benim gittiğim yönün tam aksi istikametinde: Batıdan doğuya.

Heybelerim sebebiyle zaten son derece ağır olan bisikletim rüzgârın etkisiyle hızlanmakta büyük sıkıntı çekiyor; başka ülkelerde düz yolda pedallayarak ulaştığım hıza yokuş aşağı inerken ancak ulaşabiliyorum. Bu durum fiziksel olarak yorgunluk, mental olarak da motivasyon kaybı yaratıyor bende. Üstelik bu da yetmezmiş gibi yolculuğum boyuna ilk defa teknik bir aksaklıkla karşılaşıyorum…

McDonalds’lar, özellikle benimkisi gibi konvansiyonel olmayan gezi yöntemlerinde en garanti yemek mekânlarıdır. Nerede olursanız maksimum 1.5 €’ya hamburger yiyebilir, ücretsiz internetten faydalanabilirsiniz. O günkü hedefim Le Muy’dan 15 km uzaklıktaki Frejus’da karşıma McDonalds çıktığında hiç tereddüt etmeden bisikletimi park edip içeri –tabiri caizse– daldım. Açıklan ölmek üzereydim çünkü. Ancak yemeğimi bitirip dışarı çıktığımda karşımdaki manzara patlak bir lastik.

Lastik değiştirmek öyle çetrefilli bir iş değil; takriben 15 dakikada halledebilirsiniz. Ancak benim gibi yolculuğa başlamadan büyük bir hata yapmadıysanız. Önce, lastiğimi yamaladıktan sonra el pompası ile şişirirken supabı parçalıyorum. Sonra da yanımda taşıdığım yedek iç lastiğin supap çapının janta geçmesi gereken deliğin çapından büyük olduğunu görüyorum. (Araba supabı) Bu sebeple jant deliğinin çapını elimle büyütmek zorunda kalıyorum. Alet yetersizliği sebebiyle 15 dakikalık işi neredeyse 2 saatte bitiriyorum.

Hava kararıyor, oto yolun kenarında bir yerdeyim ve gidecek hiçbir yer bilmiyorum. McDonalds’a geri girip kötü de olsa İngilizce konuşabilen bir çalışan bulup çevredeki kamp alanlarının yerini öğreniyorum. Geldiğim yönün ters istikametinde, neredeyse 10 km uzakta ve yol üzerinde değil; yokuş çıkmak zorundayım. Neredeyse hiçbir ışıklandırmanın olmadığı, arabaların vızır vızır geçtiği, kenardaki ağaçların dalları sebebiyle emniyet şeridini sınırlı olarak kullanabildiğim bir yol üzerinde neredeyse 6 dakika boyunca pedallamak zorunda kalıyorum. Gerçekten abartmıyorum, o gün bisikletimin farları olmasaydı kaza geçirip ölebilirdim.

İstanbul’dan tanıdığım Fransız bir arkadaşım beni önce Brignole’da ailesinin evinde, ertesi gün de gene rotamın üzerinde olan Ax-en-Provence’da arkadaşlarının evinde ağırlıyor. Ax’e 3 gün kalma niyetiyle gidiyorum, ancak rahatsızlandığım için neredeyse 10 kalıyorum. Hastalık konusunda o kadar şanslıyım ki, aynen İtalya’daki rahatsızlığım da olduğu gibi bu rahatsızlık da bana kapılarına açan insanların bulunduğu bir şehir de başıma geliyor. Bu durumu bir fırsata dönüştürüp 10 gün boyunca beni tam anlamlıya kendime getiren bir tatil geçiriyorum.

O rahatlıktan kopmak pek kolay olmasa da yola tekrar koyulduktan sonra zor koşullara alışmak çok da sorun teşkil etmiyor. Arles’da tarihi bir Roma tapınağının bahçesinde kaçak olarak çadırda kalıyorum, hemen sonrasında da ismini Fransa futbol liginde bildiğim Montpellier’ de bisiklet sevdalısı 60’lı yaşlarında emekli bir adamın misafiri oluyorum.

Yol koşulları genel olarak zorlayıcı olmasa da, yukarıda bahsettiğim rüzgâr maalesef yakamı bırakmıyor. Bezziers’de, kullanılmayan bir binanın bahçesinde, dışarıdan görünmeyen kör bir noktada çadırda kalıyorum. Yemek yediğim dönerciden öğrendiğime göre bulunduğum bölgede çok fazla göçmen ve Çingene nüfusu varmış. O saatten sonra da yerimi değiştiremeyeceğim için o gece ilk defa bir elimde çakı, kuş uykusunda korkarak uyuyorum...

Ertesi gün, az uyku ve çok rüzgârın getirdiği yorgunlukla güç de olsa Carcassonne’a varıyorum ve burada bahçesinde tavukların ve tavşanların dolaştığı, benimle akran 4 kişinin yaşadığı bir evde çok eğlenceli 3 gece geçiriyorum.

O kadar rahatlıktan sonra yeni sıkıntıların gelmesi kaçınılmaz. Pireneler’i tırmanmaya başlamadan önceki son durağım olan Ax-les-Thermes’e varmak çok zor oluyor. Yükseklik yavaştan artmaya başladığı için birçok bölümde yokuş çıkmak zorunda kalıyorum. Dağlık ve bol yeşilli bir alandan geçerken 45 dakika boyunca ne yaparsam yapayım, ne kadar hızlanırsam hızlanayım yakamı bırakmayan ve sayıları 50’yi bulan karasinek ordusuyla baş ediyorum.

Köy bile sayılamayacak kadar küçük Espezel’de kamp yaptıktan sonra 1 gün gecikmeli olarak Ax-les-Thermes’e ulaşıyorum. Arkadaşım David hem yeni bir yer görmem, hem de bana iyi geleceğini düşündüğü için oranın turist kitapçıklarında bile olmayan, sadece lokallerin bildiği termal bir gölete götürüyor beni. Yer altından gelen bol mineralli sıcak suda bacaklarımı bekletmek gerçekten de ağrılarımı azaltıyor.

Buradaki dinlenme zamanının bana yolumun en zorlu kısmında yardımcı olacağını düşünüyorum. Ancak feci şekilde yanıldığımı ertesi gün Pireneler’i tırmanmaya başladığımda görüyorum.

Önceki Yazılar:
Kasım: http://www.kargamecmua.org/dergi/sayi/87/558 
Aralık: http://www.kargamecmua.org/dergi/sayi/88/596
Ocak: http://www.kargamecmua.org/dergi/sayi/89/638

Turumla ilgili şimdiye kadar yaptığım bütün paylaşımlar için:
www.facebook.com/anothercyclingstory farukkaplan@gmail.com