Etki Tepkiyi Doğurur, Her Hayat Bir Başkasına Dokunur RUN


Murat Kızılca

Günümüz Londra’sında geçen Run, her bölümünde birbirleriyle bağlantısızmış gibi görünen dört ayrı karakterin hayatlarından birer kesit sunuyor. Karakterler birbirleriyle bağlantısız dedim ama şunu da iyi biliyorum ki modern dünyada verdiğimiz her kararın, uygulamaya geçirdiğimiz her eylemin, birilerinin hayatlarında önemli değişikliklere sebep olma ihtimali var, haberimiz olsa da, olmasa da.

Run, İngiliz Channel 4 televizyon kanalı için çekilen dört bölümlük bir mini dizi. 15-18 Temmuz 2013 tarihleri arasında yayınlanan dizinin, her biri yaklaşık 45 dakika süren bölümleri, ele aldığı karakterlerin isimlerini taşıyor: Carol, Ying, Richard ve Kasia. İlk iki bölümü Charles Martin yönetirken, son iki bölümü Jonathan Pearson yönetmiş. Senaryo ise Daniel Fajemisin-Duncan ve Marlon Smith’e ait.

Amores Perros’u (2000) bilirsiniz ya da Crash’i (2004); hani şu insanlar birbirlerine (sınıf, kültür, eğitim vb. açılardan) ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, aslında birbirleriyle iç içe geçmişçesine yakındırlara işaret eden filmler. Run da ana omurgasını benzer bir yapı üzerine inşa ediyor ama bahsi geçen filmler gibi geriye dönüşler kullanarak aynı olayı tekrar anlatmaya girişmiyor. Zaman lineer olarak akıyor ve her bölümde ileriye doğru hareketine devam ediyor; aynı hayat gibi, geri dönüşe izin yok. Bu arada örneğin Carol’ın bölümünde kısa bir süre görünen Ying’in başına gelenleri, sonrasında olanlar üzerinden tahmin etmek pek de zor olmuyor zaten. Ya da Kasia’nın bölümünde denk geldiğimiz Carol’ın arada neler yaşamış olabileceğini.

Run her bölümüyle farklı meseleleri kurcalayan, farklı duygular uyandıran bir dizi. Parçalara ayrılmış gibi duran bu haliyle asla bir dizi izliyormuş hissi vermiyor. Tabii bu biraz da karakterlerin sürekliliğinin olmamasından kaynaklanıyor ama inanın, anlatmak istediklerini vermekte hiçbir sıkıntı yaşamıyor.

“Carol” isimli ilk bölüm, gelir düzeyi düşük, dağılmış bir İngiliz ailesini merkeze alıyor. Carol, yirmili yaşlarına yaklaşan iki oğluyla birlikte yaşayan bekâr bir annedir. Kendisine şiddet uygulayan sinir hastası sevgilisinden ayrı yaşamaktadır. Bütün gün bir depoda çalıştıktan sonra eve gelip oğullarıyla beraber bir akşam yemeği yemek en büyük hayalidir. Günlerini aylaklıkla geçiren çocukların ise hiç öyle bir dertleri yoktur. Bir gün çocuklarının ağır bir suça karıştığını öğrenen Carol, çocuklarını korumak ile doğru olanı yapmak arasında kalır. Bütün dizi içinde favorim olan ilk bölüm, özellikle final sekansıyla izleyenin boğazına bir yumruk tıkıyor. Carol rolüyle müthiş bir portre çizen Olivia Colman’ın katkısı ise bir hayli fazla.

İkinci bölüm “Ying”, Çinli bir kaçak göçmen kızın hayatına odaklanıyor. Onu oraya getiren organize suç örgütünün başındaki Gao’nun zoruyla sokaklarda korsan DVD ve çalıntı mal satan Ying, üç haftada bir ödemek zorunda olduğu miktarı biraraya getiremezse Gao’nun tecavüzüne izin vermek zorundadır. Diğer Çinli kaçak göçmenlerle beraber kaldığı ev polis tarafından basılınca kaçan Ying, Londra sokaklarında bir başına kalır ve DVD’lerinin daimi müşterisi Jamal isimli bir berbere sığınır.

Her gün yanından geçip gittiğimiz, çoğumuz için görünmez olan seyyar satıcılardan (ya da sokaklarda dilenmek zorunda bırakılan kaçak veya yasal göçmenlerden) birinin yürek burkan hikâyesi olarak özetlenebilecek bölüm, imkânsız bir aşkın daha yeşermeden nasıl ezilip yok edildiğini de gösteriyor. Ayrıca hakkında pek fazla bir şey öğrenemediğimiz yardımsever Jamal’in hikâyesini merak etmemek mümkün değil.

“Richard” isimli üçüncü bölüm, eski bir eroinman olan Richard’ın, temiz kalma kararından sonra yaşadığı ve etrafına yaşattığı sıkıntıları anlatıyor. Boşandığı karısı Yvonne ve senelerdir görmediği kızı Sabrina, Bristol’e taşınacaktır. Kızını gitmeden önce son bir kez daha görmek isteyen çaresiz adamın geçmişi, yakasını bir türlü bırakmaz. Richard rolünde, ülkemizde de bir hayli popüler olan The Walking Dead’in Morgan’ı Lennie James var.

Dördüncü ve son bölüm “Kasia” ise erkek arkadaşı Tomek’in öldürüldüğünü öğrenen Polonya göçmeni Kasia’nın, merhum sevgilisi hakkında aklının ucundan bile geçmeyen sırları öğrenme süreci ve kadının bundan sonraki hayatını düzene koyma çabası hakkında. Bölüm her ne kadar Kasia hakkında olsa da yan karakterlerden Tara’yı canlandıran Jaime Winstone’ın oyunculuğu biraz daha öne çıkıyor.

Dizideki karakterlerden hiçbiri saf iyi ya da saf kötü değil, her biri özenle gri bölgeye yerleştirilmiş. Her bölümde yer alan ve karakterleri daha iyi anlamak adına onların duygularına tercüman olan imge kullanımına bayıldım. Bu imgeler, geleneksel yöntemlerle anlatılanlardan çok daha güçlü anlar yakalamayı başarıyor. Örneğin ilk bölümde Carol, eski sevgilisi Kieran’ı ziyarete gittiğinde, adam yeşil bir elmayı etrafında bir halka oluşturacak şekilde birkaç kez ısırıp yedikten sonra arka bahçesine fırlatıp atıyor. Etrafı ısırılıp atılmış elmaya bakakalan Carol’ın kendini kullanılıp atılmış gibi hissettiği an, izleyene olduğu gibi geçiyor. Hele bir de eve döndüğünde çocuklarından birinin de yeşil bir elmayı aynı babası gibi ısırarak yediğini gördüğünde yaşadığı şoku düşünün. İkinci bölümde Ying’in, Jamal ile beraberken pencerenin camından dışarı bakması ile göçmenlerin topluca yaşadığı eve döndüğünde buzlu camdan (bir şey görmediği halde) bakmaya devam etmesi, genç kızın yaşadığı duygusal değişimi en direkt şekilde aktarıyor. Üçüncü bölümde yaptığı hatalardan çok geç geri dönen ve en yakınlarının dahi en ufak bir taviz vermekten çekindiği Richard’ın, bacaya tünemiş kara karga ile kendisini özdeşleştirmemesi mümkün mü? Örneklerini daha da çoğaltabileceğim bu imgeler, hem karakterlere, hem de onların anlık duygu yoğunluklarına, az zamanda çok daha detaylı tanımlamalar getirilmesine yardımcı oluyor.

Karakter odaklı bir dizi olan Run, zor koşullarda yaşayan bir grup insan hakkında etkili bir drama. Dışarıdan bakıldığında rahatlıkla aydınlığın merkezlerinden biri olarak gösterilebilecek (ki sıklıkla gösterilen) Londra gibi bir şehirde karanlık hayatlar sürmeye mecbur bırakılanların, umutsuz yaşam mücadelelerini cesurca gözler önüne seriyor. mkizilca@gmail.com