The K. L. F. - Anarşi Belki De Piyasada
Murat MRT Seçkin
1.Yıllar önce okuduğum lisede iki grup vardı ve doğal olarak biri sağ biri de soldu. Ama sol kendi içinde ciddi muhafazakârlık problemleri yaşarken sağ cenapta genç öğrencileri çekebilmek için “her yol mübahtır” tekniğini kullanıyordu. Namaz saatlerine göre paydosları ayarlanmış bölümümüzün en dini bütünü, onun yanında yer alasın diye seninle rıhtımdaki Ali Baba’ya gelir, bir bira söyler ama içmezdi. Duruma göre ya kuzeni ya da amcası, belki de babası eskiden rakçı, pankçı veya diskocu olurdu. Oradan kaçıp sol tarafa yanaşsanız Kadıköy çarşısından merak içinde aldığınız Gitanes sigarası yüzünden bin türlü küfür yer, taktığınız küpe nedeni ile kişiliksizlikle suçlanırdınız. İşin ilginç yanı rıhtıma, Akmar’a doğru yanaştığınızda Ülkücüler de tıpkı solcu arkadaşlar gibi davranırdı. Onların tek farkı küpeye laf etmez, direkt tutup çekerlerdi.
Bu ay “sen ne dersen de, ben yine de dinlerim” hissiyatlı albüm tanıtımlarımıza aynı hissiyattan çıkmadan ara verip, albüm değil de bir grubu yazayım dedim. Yukarıdaki girizgâha da çok vakit geçirmeden buradan köprü kurayım. Tıpkı lisede yaşadığım (herhangi bir tarafa dahil olmak gibi bir derdim olmadığı halde) gerginlikler gibi o dönemin müzik çevresinde de böyle muhafazakârlıklar vardı. Hoş şimdi de “E başlayacağım singer-songwriter’ına” ya da “İçimiz dışımız saykodelik oldu” veya “Ne zaman gruba çello sokarsın o zaman ciddiye alınırsın” gibi küçük (ama büyük) sefilliklerimiz çok farklı değil tabii.
Neyse, herkesin bildiği gibi heavy metal, tüm “kimse bizi kabul etmiyor” isyanlarına karşın, egemenliği en büyük tür olmuştur o dönemde. Gençliğimiz her ne kadar kurulu düzene ve paket halinde yüklenmiş kültür anlayışına karşı bu yolu seçse de, zamanla memleketin metalci portresi çoğunlukla -kadın da erkekte olsa- gittikçe maskülen, milliyetçi ve çoğu zaman anlayışsız, empati yoksunu bir kimliğe dönüştü. İş “evet metal dinleriz ama biz de delikanlıyız”a dönüştü özetle. Tabii ki bunun tam tersi olanlar da vardı ama zaten black metal, bilimum core ve punk tabanlı bir tayfadan oluşuyordu. Sonuç olarak Napalm Death dinleyen ile Manowar’a koşturan aynı yerde değildi o dönem.
Böyle bir ortamda kimsenin bol tişörtlü, desenli bez pantolonlu, fosforlu renklere düşkün, kısa saç âşığı tekno sevdalılarını sevmesi pek beklenemezdi. Yakın zamanda bizlerin emo, goth ya da nu-metal’cileri küçük görmesi gibi o dönemde tekno dinleyenler papikçi, aklı başında olmayan, hiçbir şeyi umursamayan, üstelik “kız gibi” dans eden gençlerden oluşan, kafası karışık bir küme olarak görülüyordu. Akmar veya dalgakıranda geçirdiğimiz bir dönemde punk, post-punk, endüstriyel dinlediğimiz için rahmetli Barış (bilen bilir) ile çok aşağılandığımız oldu. Hoş belki de bu sayede biz de kendi kümemizi oluşturduk. İşin doğrusu Seattle yörelerinden punk-rock-metal karışımı sesler gelmese, belki bu çetecilik daha da uzun sürecekti. Grunge bir yerde fundementalist müzikal bünyeleri güzel bir dürttü sanki.
2.
Tüm bunlara rağmen iki tür vardı ki onlar için herkes ortak tavır gösteriyordu. Eurobeat ve daha sonra Eurotechno-dance’e evrilen tür, en bilinen hali ile Snap, Technotronic, Ace Of Base, 2Unlimited ya da Scooter gibi grupları barındırıyordu içinde. Seksenler sonuna kadar Scott-Aitken-Waterman’ın Kylie Minogue, Rick Astley veya Bananarama gibi ekipler ile yaptığı üret-pazarla-tüket tarzı bir prodüksiyonun techno motifleri ile süslenmiş hali oldu Eurotechno.
Böyle bir dönemde iki mühim müzik adamı da kimsenin beklemediği bir başarıya, özellikle tam da bu formülleri, hatta herkesin gözüne gözüne (ve de kulağına) sokarak ulaştı. The KLF (ya da The Jams veya The Timelords, olmadı Mu) beklenmeyen başarısı ile ortalığı fena dağıttı. O kadar meşhur oldular ki Extreme Noise Terror ile The Brit ödül töreninde gösterdikleri performans bile o dönemin rahatçı pop âleminde tepki değil alkış buldu. Yine de şaşkın bakışlarını gizleyemedi izleyiciler.
Bill Drummond (King Boy D) ve Jimmy Caughty (Rockman Rock) isimli iki müzik adamından kurulu The KLF. Drummond etkili bir performans sanatçısı ve aynı zamanda yetmişlerin mühim ekiplerinden Big In Japan’ın kadrosunda. Daha sonra A&R Records’un stüdyo adamı oluyor ve Echo & The Bunnyman ve Teardrop Explodes gibi ekiplerin prodüksiyonlarında yer alıyor. Caughty ise The Orb’un kurucularından ve ambient-house öncülerinden, prodüktör, mix adamı. Drummond 33 yaşında hayatında bir değişikliğe gitmek istiyor ve her şeyi bırakıp The KLF (bir iddiaya göre Kopright Liberation Front) macerasına atılıyor.
Önce enteresan şarkı isimleri ile Chill Out (1990 – KLF Communications) albümünün ardından da “3 A.M. Eternal”, “Justified & The Ancients”, “What Times in Love” gibi milyon satan hit’lerin olduğu ilk albümleri White Room (1991 - KLF Communications) uzunçalarını çıkarıyorlar. Birçoğuna göre hikâye de burada bitiyor. Doksanların birçok pop ekibi gibi kısa sürede yok oluyorlar. Dedik ya bazılarına göre tabii.
The KLF aslında ilk albümleri öncesinde Justified & The Ancients of Mumu, The Timelords veya The JAMs ismi ile çoğu sonraki albümlerde yer alacak EP ve single’lar çıkarıyorlar. Biraz da kendi firmaları olmasının verdiği rahatlıkla KLF Communications’dan her kısaçalar ve uzunçaların çokça farklı versiyonunu basıyorlar. İşte tam da burada Drummond ve Caughty’nin en uzun süreli performansının içine düştüğünüzü anlıyorsunuz. İkili The KLF ile müzik piyasasında satmanın, yükselmenin, şöhret olmanın mekaniklerini kurcalıyor aslında. Sayısız remix, aslında olmayan konser albümleri, göz göre göre izin verilen korsan bootleg baskılar, abartılı klipler, dönemin Eurobeat ve techno standartları, marşımsı sözler ve mistik bir yer olan Mumuland. The KLF ikilisi, baştan beri anarşist bir popun temellerini atarak tıpkı başta bahsettiğimiz “amaca giden her yol mübahtır” mantığı ile tamamen karşısında oldukları endüstrileşmiş müzik piyasasını en küçük damlasına kadar sömürürler. Bu performansın sonunda The KLF bitirilmez, uyutulur. Sessizliğe gömülür. Bu sayede çoğumuz hâlâ bu ekibi bir doksanlar nostaljisi, dans partilerinin güzeli ve çabuk patlamış bir balon olarak görürüz.
The Manual (How to Have a Number One the Easy Way) diye yaptığın müzikle kısa yoldan köşeyi dönme üzerine kitap çıkarmış, kazandıkları 1 milyon sterlini bir çırpıda çakmağı tutup yakmış bu anarşist ekip belki de değiştirmeyi düşündüğümüz popüler müzik dünyasına nasıl darbe indireceğimizi bundan 26 yıl önce söylemiştiler. muratmrtseckin@gmail.com