İklim ve Domates
Tayfun Polat
Bir kilo beyaz peynir, ortalama 7 kilo sütten yapılır. Sütün kilosu bizim buralarda 3 lira. Yani kilosunu 10 liraya aldığın peyniri yememen gerektiğini bilmen gerekiyor. Şüpheye yer yok. 3 kere 7 matematiği. Ha, bu arada, içinde hiç süt olmayan peynir yapmak da mümkün.Yarım kilo nektar toplamak için 900 bin arının bir gün boyunca çalışması gerekir. Bu nektardan kaç kilo bal çıkacağı ise nektarın şeker ihtivasına bağlıdır. Toplanan nektar miktarını arttırmak için arılar fazlaca çalıştırılabilir. Bu yorgun düşmelerine ve vücutlarında parazit olarak bulunan bitlerle savaşamamalarına neden olur. Arıları yaşatmak için ilaç kullanılır genelde. Oysa değil arıları ilaçlamak, kovanların bulunduğu yerde ilaçlama olmaması gerektiğinden tarım bile yapılmamalıdır. Ayrıca doğal bal üretimi sırasında hiçbir biçimde katkı (glikoz) verilmemeli ve işlenmemelidir (kaynatılmamalıdır). Doğal balı en basitinden şöyle ayırabilirsiniz; şeffaf olmaz. Bu arada bütün dünyada olduğu gibi bizde de balın tadını, görünüşünü ve tüketicinin zevkini belirleyen üretici firmalar.
Söylemeye gerek var mı; içinde hiç nektar olmadan bal yapmak mümkün.
Domates yetiştirmek için toprağın ideal pH derecesi 6,5 (asidik) olmalıdır. Anadolu topraklarının %62’sinin pH derecesi 7,5-8,5 (hafif bazik) arasındadır. Yalnızca %5,36’lık bir toprak bölümünün pH derecesi asidiktir. Toprağın pH derecesi yükseldikçe besin maddelerinin bitki bünyesine geçmesi zorlaşır. Toprağın pH’ını düşürmek için genellikle kimyasal gübre ve kükürt kullanılır. Kimyasal gübreler topraktaki organizmaların çalışmasını engeller ve toprağı fakirleştirir. Yeraltı ve içme sularına karışır ve zehirlerler de ama biz domatese bakalım. Topraktaki azot ve bor fazlalığı / noksanlığı, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir, çinko, mangan noksanlığı domatesin farklı hastalıklara kapılmasına neden olur. Ve her biri için farklı kimyasal gübreler ya da ilaçlar kullanılır. Daha çok çok fazla veri vermek mümkün ama demem o ki, tarla domatesi, doğal / organik domates diye satın aldığımız domateslerin nerede, hangi koşullarda yetiştirildiğini bilfiil gözlemleyemiyorsak, sertifikalar bile yediğimiz domatesi doğal yapamayabiliyor. Çünkü domates bu topraklarda kendi doğalında yetişen bir bitki değil. Peru’dan tüm dünyaya yayılmış, bu topraklarda sadece 100 senedir yetiştirilen bir bitki.
Sadece üç örnek verdim. Ama tüm tarım politikamızı, tüm gıda politikamızı, tüm tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirsek, tamamında mutlak hatalar bulacağız. Şüphe duymadan beslenmek neredeyse imkânsız. Bunu bir cepte tutalım.
***
Geçen aralık ayında Paris’te bir iklim kongresi daha gerçekleştirildi ve yeni bir küresel anlaşmayla sona erdi. Bu anlaşma sera gazlarını azaltmayı, kömür, petrol ve doğalgazdan uzaklaşmayı öngören bir dönüm noktası niteliğinde. 2020 yılından itibaren yürürlülüğe girecek bu anlaşmayla ortalama sıcaklık artışının 1,5 ila 2 oC arasında sınırlandırılması kabul edildi. Ayrıca 195 ülkenin imza atması da bir ilk ve çok olumlu bir gelişme. Anlaşmanın bir diğer önemi de şu, iklim değişikliğinin ne kadar büyük bir tehdit olduğu daha önce olmadığı kadar güçlü bir biçimde ilan edilmiş oldu ve özellikle ABD’de de aşırı sağın yürüttüğü iklim değişikliğinin var olmadığı ya da insan kaynaklı olmadığı tezi çöktü.
Anlaşma sonrasındaki gelişmeleri değerlendirmek için 2018’den itibaren biraraya gelmeye başlayacak olan delegelerin 2020 yılına kadar daha iddialı planlar hazırlaması bekleniyor. Ancak şimdiden bu anlaşma ve teknolojik gelişmeler sayesinde rüzgâr, güneş ve dalga enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklara geçiş için büyük değişikler yaşanacağı ve ülkelerin bu geçişi daha da hızlı ve düşük maliyetli gerçekleştireceği söylenebilir.
Lakin. Öncelikle, bu anlaşma iklim değişikliğini durdurmayacak. Isı artışında bir sınırlandırma söz konusu. Ancak ülkelerin kendi ulusal sera gazı emisyonu azaltım hedeflerinin yer aldığı INDC’ler (Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı Niyetleri) küresel ısınmayı 3 oC’ye çıkartacak kadar yetersiz. Ve bu hedefler için bir bağlayıcılık yok. Ayrıca anlaşmayla yüzyılın ikinci yarısında (50 yıllık upuzun bir süreç yani) karbon dengelemesine ulaşma hedeflenmiş durumda. Karbon dengeleme, açığa çıkan sera gazı salınımlarının yine eşdeğer bir sera gazı tasarrufuyla karşılanması demek. Fakat halihazırda mevcut bir negatif emisyon teknolojisi yokken bu hedefe nasıl ulaşılacağı meçhul. Bilim insanları 2050 itibariyle ekonomiyi tamamen karbonsuzlaştırmazsak 1,5-2 oC sınırının hayal olacağını söylüyor.
Gelelim bu anlaşmanın Türkiye için ne ifade ettiğine. Müzakereler boyunca emisyon hacmini azaltmak için önemli bir potansiyeli olduğunu belirten ve 2020 sonrası iklim fonlarından faydalanmak isteyen Türkiye, öncelikle sosyo-ekonomik bir değişime hazır olmalı. Henüz net hedefler ortaya koymuş ya da bunun için adım atmış değiliz. Daha fazla zaman kaybetmemek için bir an önce ar-ge ve akademik çalışmalara, dolayısıyla bunların gerçekleşeceği kurumlara ihtiyacımız var. WWF-Türkiye’nin uzmanlarla yaptığı analizlere göre Türkiye’nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde rüzgâr ve güneş başta olmak üzere yenilenebilir enerjiyi öne çıkaran bir enerji politikası izlemesinin maliyeti, kömüre dayalı mevcut politikalarla aynı. WWF-Türkiye’den Mustafa Özgür Berke’ye göre, “Paris sonrası yeni dönemde özellikle kömür projelerine finansman bulmak giderek zorlaşacak. Türkiye’nin hem iklim değişikliğiyle mücadelede kendi payına düşen sorumluluğu yerine getirmesi, hem de enerjide dışa bağımlığı azaltmak için yenilenebilir enerjiye dair hedeflerini yükseltmesi gerekiyor.”
Dünya üzerine iklim değişikliği üzerine ciddi bir iyimser hava esiyor şu anda. Ancak bütün bu sonuçlara şüpheyle yaklaşmak için elimizde gayet yeterli malzeme var. Anlaşmanın denetleme ve dayatmalarından kaçınacak boşluklar bulma eğiliminde ülkeler var. Bizimkini hiç söylemiyorum. HES’lerdir, termo santralleridir, nükleer ısrarıdır, inşaat sektörünü doyurmak için her koşulda ekosistemleri kat’a ciddiye almayan mega projelerdir, ağaç katliamlarıdır, madencilik sektörüdür... Saymakla bitmeyecek uygulamayla konuya olan ulusal yaklaşımımızın ne derece değişeceğini öngörmek mümkün. Sera gazından çok biber gazıyla ilgili bir yönetimimiz var. Anlayacağınız Paris İklim Zirvesi’ne ihtiyatlı yaklaşmayı önemli buluyorum. En azından 2020’ye kadar.
***
Dünyada ve Türkiye’de gıda, tarım, enerji politikaları üzerine birkaç kelam ettim sadece. Endişeye mahal yok diyemeyeceğim. Ama enseyi de karartmayalım. Total bir zihinsel dönüşüm yaşamamız gerekiyor. Tüketiciyi manipüle etmeyi çok iyi biliyor sistem. Tüketici olmadan var olamaz çünkü. Ama ne tüketeceğimize karar verebiliriz. Büyük laf. Fakat sadece düşünce şeklimizi değiştirmeye karar vererek başlayabiliriz. Sonra, dikte ederek değil, temas ederek, değişimi yayabiliriz. tayfunpolat@hotmail.com