Kılavuzu Karga Olanın


MERCEK



ÖZÜM İTEZ – TYRO – INVERTED SPECTRUM RECORDS
Hayvanlar Alemi’nden tanıdığımız Özüm İtez’in ilk solosu geldi. 7 enstrümantal parçanın yer aldığı albüm, İtez’in grup müziğinde ıskalanabilecek gitar virtüözitesini gözler önüne seriyor. Elektrik gitar ile iş dönüşü evinde doğaçlama takılmalarını az da olsa bilenler, bu solo gitar dünyasını belgelemek istemişler. Ankaralı Inverted Spectrum Records, Türkiye ve dünyadan deneysel ve psikodelik rock kayıtlarıyla, dağılmış grupların kayıp materyallerini basmayı hedefliyor. Ankara’dan çıkmış en nev’i şahsına münhasır gitaristler arasında yer alan Özüm İtez’in çalışmaları da tam label’ın hedefine denk düşüyor.

Kimi zaman minimalizmiyle, kimi zaman gezindiği makamlarla, kimi zaman endüstriyel tınılarla içine daldığımız dünyanın karanlık olduğunu söyleyebiliriz. Döngüler, üst üste gelen sesler, doğaçlamanın gelişimiyle bulunan yeni yollar, katmanlar, sololar, kısa ve öz ya da uzun uzun anlatımlar. Özellikle gitaristlerin kafasını açabilecek çok önerme var albümde. 10 dakikaya varan “Sharrock” ve albümn en sıcak anlarını yaşatan “Dalga Doyuran” favorilerimiz oldu.
ON YOUR HORIZON – TURBULENT – MÜZIK HAYVANI
On Your Horizon’ın beklemekten helak olduğumuz albümü Turbulent, Müzik Hayvanı ve grubun bandcamp hesabı üzerinden yayınlandı. 3 parçalık albümün çıkışı en çok müzikal arayışlar nedeniyle gecikti. Bir ara dağılma noktasına gelseler de, kendilerini motive edecek açılımlar buldular. Ve nihayet albüm de çıktı.

Post-rock gruplarının doğal evrimi bir süre sonra post-rock grubu olarak anılmaktan hazzetmemek. Gerçi OYH baştan beri deneysel bir rock grubu olduğunu söylüyor. Post-rock onların da kurtulmaya çalıştıkları bir yafta uzundur. Bu albümü post-rock olarak tanımlamak bir hayli güç. Açılıştaki kısa “Plateau”yu daha çok electroacoustic bir deneme olarak ele alabiliriz. İki bölümden oluşan “The Walk / Nuclei”, grubun şimdiye kadar oluşturduğu en farklı ses örgüsü. Daha önce duymadığımız org sesi ya da Yasemin Özler’in sondaki vokali değil bunun sebebi. İki yarım kalmış fikir gibi parça. Ama birleşince tanımlaması güç bir sihir yakalıyor. Kapanıştaki “Cactus Song” ise Rammy Roo’nun efektleri azaltmasıyla gitarın sürüklediği, violonçello’nun ve davulun yükselttiği ama bir türe sokmak zorundaysak tek post-rock parçası. Ama trafiğiyle en dinamik OYH parçası olarak kayda geçiyor. Yenilik arayışı, On Your Horizon gibi bir grupsanız gereklidir. Gereği yerine getirilmiş. Yolun devamı güzel...

YAYIN



Martı Yayınevi çok iyi bir hizmete imza attı ve Roger Federer, Rafael Nadal, Novak Djokovic gibi tenis efsanelerinin biyografilerini gayet başarılı çevirilerle Türkçeye kazandırdı. Özellikle Rafael Nadal’ın John Carlin ile beraber kotardığı ve 2012’de yayınlanan Benim Hikayem sporculuk üzerine yazılmış en açıklayıcı otobiyografilerden biri diyebiliriz. Tenis gibi tek başına yapılan ve çok erken yaşta başlanması gereken zorlu bir spor için feda edilenler, çalışma adabı, tevazu ve beraber çalıştıklarınız (burada Nadal’ın “gaddar” amcası Toni) Nadal’ın ağzından çok net ifade edilmiş. Kitap boyunca Federer ile oynadıkları efsane 2008 Wimbledon finali de en ufak detayına kadar anlatılıyor. Gene bir Wimbledon mevsiminde iyi gider.
 


FİLM



Adamımız Michael Shannon ne yapsa seyrederiz. Başarılı aktör yeni filmi 99 Homes’da illegal işlere bulaşmış bir gayrimenkul haciz memurunu canlandırıyor. Yönetmenlik koltuğunda ise Amerikan bağımsız sinemasının önemli isimlerinden ve Avrupa festivallerinin de gözbebeklerinden Ramin Bahrani’yi görüyoruz. Bahrani sosyal tabakanın alt kesimine kamerasını doğrultmayı seviyor ve karşılığında da hep iyi işler çıkıyor. Yönetmenin bu 5. filminde evini kaybetme durumunda kalan bir babanın (enteresan bir şekilde “örümcek adam” Andrew Garfield seçilmiş bu role) Shannon’ın karakterinin pis işlerine yardım ederek evini kurtarma çabasını görüyoruz. Bahrani, Amerika’nın gerçek sorunlarına parmak basmayı biliyor. İyi oyuncu kadrosuyla bu film de külliyatında iyi bir yerde duracaktır. 

N.W.A., debüt albümleri Straight Outta Compton’ı 1988’de yayınladığında hip hop kültürü ve rap müzik kökünden değişti. gangsta tarzı hayat ve polisle mücadele (albümün en popüler şarkılarından birinin adı “Fuck Tha Police”di) ilk defa bu kadar çarpıcı şekilde anaakımda duyuluyordu. Albüm halen gelmiş geçmiş en önemli rap albümü olarak da görülmektedir. The Negotiator ve The Italian Job gibi başarılı filmlerinden tanıdığımız Gary Gray, grubun üyelerinden, şimdinin
para babaları Dr. Dre ve Ice Cube’ün de yapımcılığında N.W.A.’in hikâyesini albümle aynı adı taşıyan Straight Outta Compton’la beyaz perdeye aktarıyor. Müzik üzerine biopikler genelde belgeseller kadar başarılı olmaz, manipülatiftir. Bu filmin de aynı dertten muzdarip olması muhtemel. Ama konu da gayet ağız sulandırıcı. Bir bakmakta fayda var.

DİZİ



Yaz dönemi her ne kadar televizyon dünyasında ölü sezon olsa da her zaman güzel sürprizlere açık oluyor. Breaking Bad, Utopia gibi diziler de bunun en güzel örnekleri. Bu yaz ise bu önermeyi Mr. Robot’un doğrulamasını umuyoruz.
Kariyerinin başındaki Sam Esmail’in yaratıp yönettiği seri; paranoyak, sosyopat ve genç bir hacker’ın dünyaya uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da gizemli bir hacker grubuyla (burada bir Anonymous göndermesi sezilebilir) işbirliği yapıp sistem ile savaşmaya başlamasını konu alıyor. Henüz sadece bir bölümünü izleyebildiğimiz dizi için Dexter-vari bir iç ses ve Person of Interest-vari bir dijital dünya referanslarını verebiliriz. Şimdilik gayet makul bir teknolojik gelişme
ve sistem eleştirisine sahip gibi görünen yapım, başroldeki Rami Malek’in de gayet başarılı performansıyla bütünleşince oldukça umut vaat ediyor.
Son dönemin yapay zekâ filmleri, dizileri furyasının son örneği Humans ise işleri basitleştiren başarılı bir yapımın sinyallerini veriyor. İnsan görünümlü robotların her işi yaptığı bir dünyada, kurallara aykırı üretilen 5 robotun var olma çabası olarak nitelendirebileceğimiz olay örgüsü, robotların toplumda kullanım şekilleri, gerçekten gerekli olup olmadıkları gibi sorunlara da değiniyor. Sam Vincent ve Jonathan Brackley’nin yarattığı dizinin estetiği ve anlatımı biraz anaakıma meylediyor ve özgün bir dokusunun olduğunu söylemek kolay değil. Gene de şu yaz günlerinde zaman verilebilecek bir yapım. William Hurt ve Utopia’dan beri ilgiyle izlediğimiz Neil Maskell’in de yer alması artı puanları.

ALBÜM


Paul Weller kendi bildiğini yapmaya devam ediyor. Buna saygı duymak lazım. 2008’deki 22 Dreams’den beri kariyerine yeni bir yol çizdi. Yeni türlere açık eklektik albümler yaptı. 2012’deki Sonik Kicks bunun ayyuka çıktığı ve Weller’ın biraz baş ağrıtan huysuz bir ihtiyara dönüşmeye başladığını düşündürtüyordu. Yeni yayınladığı 12. solo albümü Saturns Pattern ise bize onun solo kariyerinin zirvesinde olduğu ‘90’ları, Wild Wood, Stanley Road, Heavy Soul gibi güzel albümlerini hatırlatıyor. Ve son yıllardaki deneylerinin de sound’unun modernleşmesini sağladığını da anlıyoruz. Gene de yer yer fazla parlak ve gürültülü olduğunu söylemeli. 60’larına merdiven dayayan Weller klas adam sonuçta. Düzenli olarak albümler yapabiliyor olması hepimizin yararına.

Burada çok değinmediğimiz tarzlar soul, R&B ve hatta pop. Ama Andreya Triana yeni albümü Giants söz konusu olunca bir istisna yapmak gerekir. 2010’da hem Bonobo’nun Black Sands albümü hem de gene Bonobo’nun prodüktörlüğündeki debütüyle kendini bize tanıtan İngiliz şarkıcı / şarkıyazarının ikinci albümü onun yeni Amy Winehouse olabilme kapasitesini gösteriyor. Albümün prodüksiyonu ise Amy ve Adele gibi isimlerinkilere göre çok daha sofistike ve modern. Triana’nın vokali ise gayet akıcı. Henüz bir Amy Winehouse değil belki, bunun için daha güçlü şarkılarınız olmalı. Ama Triana’nın yolu açık.
Mark Kozelek enteresan bir şey deniyor. Hiç ara vermeden çok iyi albümler yapmak gibi. Daha geçen yılki çok başarılı Benji’yi hazmetmeden Sun Kil Moon adıyla yaptığı 7. albümü Universal Themes ile geri döndü. Çok yabancısı
olmadığımız, Kozelek’e özgü uzun isimli, uzun şarkılardan oluşan albüm adeta Kozelek’in bir akustik gitar ve elektrogitar ile Sonic Youth’tan tanıdığımız davulcu Steve Shelley stüdyo girip aklına ne gelirse çalıp kaydedip yayınladığı bir
çalışma. Gayet ham ve bu da gayet iyi. Kozelek ile yeni tanışıyorsanız ilk dinlemeniz gereken albüm bu değil belki ama bu adama saygı duymalı. Birçok müzisyene Red House Painters gibi bir kariyer yeterken Kozelek durmadan üst kalite albümler üretmeye devam ediyor.
Solo kariyerine 2012’deki, bolca ilgi çeken All Hell ile başlayan Daughn Gibson, arayı fazla uzatmadan 2013’te Me Moan’u çıkarmış ve hızlıca kendine saygın bir yer edinmişti. Pennsylvannia’lı 33 yaşındaki şarkıcı / şarkıyazarının 3. denemesi de kesinlikle karavana atmıyor. Carnation, bu Scott Walker, Johnny Cash, Black karışımı davudi sesli adamın vokal olarak en olgun çalışması. Gene tek bir türe oturtamayacağınız, çok kişilikli bir müzik ortaya koyuyor. Ama illa bir referans isterseniz ‘80’ler-vari bir synthpop’u blues ile harmanlayıp sunuyor diyebiliriz. 2010’ların güzel sürprizlerinden.