Kulak Bunu İstiyor (elektronik müziğin geri dönüşü)
Utkan Çınar
Önce son zamanlardaki alametlere bakalım;-Kurt Wagner, Lambchop ile 2000’lerin boyunca en baba alt. country/country soul albümlerine imza attıktan sonra yeni projesi techno dalında HecTa. Albümleri 15 Eylül’de çıkıyor.
-Mark Lanegan’ın son albümü Phantom Radio’da gene elektronik altyapılardan yararlanması ve bir de albümün remix versiyonunu yayınlaması. Bill Callahan’ın bile son ve harika albümü Dream River’ın dub versiyonunu da yayınlaması..
-Aphex Twin 13 yıl bekledi ve 2014’te hepsi birbirinden şahane 3 albüm birden yayınladı. Aşağıda daha geniş bahsedeceğim Leftfield, Funkstörung gibi gruplar çok uzun zamanlardan sonra geri döndüler.
-Belki artık çok da bir anlam ifade etmemesine rağmen The Prodigy ve The Chemical Brothers aynı yıl albüm çıkarmaları. The Prodigy’ninki başarısız The Chemical Brothers’ınki de yeni bir şey vaat etmiyor ama zamanlama manidar. Bunun dışında son bir senede The Orb, Kölsch, Andy Stott, Four Tet, WhoMadeWho, Gusgus, The Field, Lamb, Roisin Murphy gibi isimlerden de iyi albümlerin, Moderat ve Jon Hopkins gibilerden ise başyapıtlar gelmesi.
-Underworld’ün geçen sene dubnobasswithmyheadman’in 20. yılı niyetine tekrar yayınlaması ve hala inanılmaz derecede geçerli olması. Aynı şeyi utanmasam Trentemöller’in Early Worx’ü için de söyleyebilecek gibi hissetmem.
-Yeni elektronik müzik starları: Nicolas Jaar, Disclosure, Jamie xx gibi y kuşağı üyeleri.
-Son yıllarda sayıca coşan, uzay, yapay zeka ve distopya filmlerinin özdeşleştirici bir öğe olarak ister istemez elektronik müzik kullanması. Televizyonda ise The Knick, Halt and Catch Fire, Mr. Robot, Utopia gibi bir nebze kalburüstü diyebileceğimiz dizilerin de aynı yolu çok daha iyi kullanması.
-Dans ederek zinde kalınabileceği gerçeği.
Salak, komplocu dizilerdeki gibi bir patern arıyor değilim haliyle. Ama 2000’ler ve 2010’ların başını domine eden, hem folk hem de psikodelik kulvarlarda ‘70’lere dönüş furyasının yerini elektronik müziğin ‘90’lardan sonraki yeniden doğuşuna bıraktığını gözlemliyoruz. Buna elektronik müziğinin sentez dönemini kör topal atlattıktan sonra evrimleşerek özüne dönmesi olarak da bakabiliriz. Ya da bu sound’ların zamanın ruhuna bağlı olarak çok daha geçerli olduğunu da söyleyebiliriz. Kolektif kulağımızın isteği belki de bu. Elektroniğe yönelmek için şimdi doğru zaman.
Bu minvalde bu ay tek bir grup yerine yakın zamanda yayınlanmış 4 albümle ilgili (2’si uzun aradan sonra geri dönüş) fikirlerimi paylaşmak isterim.
Funkstörung – Funkstörung:
2006’daki Appendix’ten beri sesi soluğu çıkmayan, Alman ikili Chris De Luca ve Michael Fakesch’in kendi isimlerini taşıyan albümleriyle geri dönüşleri muhteşem oldu. “Devrim değil evrim” prensibini benimsemiş grup bu albümde. Jamie Lidell ve Jay-Jay Johanson gibi tanıdık konukları da var. Zaten neredeyse her şarkıda bir konuk vokalist var. Bunlardan en iyi sonuç veren ise Anothr olmuş. Köşeli bir doku, denge bozucu ritimler tüm albüm boyunca kulaklarınızı yokluyor. Yeni buldukları damarları duyunca da bundan sonra arayı daha fazla soğutmayacaklarını tahmin etmek zor değil.Holly Herndon – Platform:
Holly Herndon için yeni Laurie Anderson’umuz desek mi acaba? 2011’deki Movement albümüyle kariyerine başlayan ve 2014’teki “Chorus” kırkbeşliğiyle (bu yeni albümünde de var) tanınırlığa ulaşan San Francisco’lu müzisyenin efsane gitarist Fred Firth’ten ders almışlığı, bir yandan da Berlin’deki techno ortamlarında çalmışlığı var. Platform adını taşıyan 2. albümüne hem konsept albüm hem de avangard bir yapıt demek yanlış olmaz. Bulunmuş seslerle kolajlar, modifiye dijital enstürmanlarla çok farklı vokal sample’ları ve IDM-vari loop’larla keşfetmesi kesinlikle çok keyifli. Albümü yaparken dünyamıza “prekarya” kavramını kazandırmış Guy Standing ve kültür teorisyeni Süheyl Malik’ten etkilendiği söyleyen Herndon’un müziği dans etmek için değil. Yaşadığımız teknolojik güvensizlik ortamında tedirginliğinizi paylaşmak için. Ayrıca kendisi İskandinavya’dan olmamasına rağmen Björk ve The Knife’ın yaptıklarına benzer bir koç başılığı görebiliyoruz müziğinde.Leftfield – Alternative Light Source:
İngiliz ikili daha da uzun zamandır ortalarda yoktu. Paul daley’nin ayrılmasından sonra Neil Barnes 16 yıl aradan sonra Alternative Light Souce ile geri geldi. Çok da iyi yaptı. Albümün enerjisini duyunca bilmeseniz hiç ara vermemişler gibi düşünebilirsiniz. Albümde grubun 1999 hiti “Phat Planet” gibi zaman-dışı bir şarkı yok belki ama Barnes’ın bize çok gelmeyen dub step’i ehlileştiren tavrı ve TV on the Radio’dan Tunde Adebimpe, pek sevdiğim gruplardan olan Poliça’nın sesi Channy Leaneagh ve gene günümüzün başarılı topluluklarından Sleafod Mods’un konuk olduğu şarkılarla yeni asrın Leftfield’i kendini dinletiyor.Jamie XX – In Colours:
Jamie Smith henüz 21 yaşında grup arkadaşları Oliver ve Romy ile 2009’da ilk The xx albümünü yayınladığında özel bir yetenek ile karşı karşıya olduğumuzu anlamıştık. 2012’deki, bir öncekinden daha iyi bir albüm olan Coexist de bu fikrimizi pekiştirdi. Smith yeni albümü In Colour ile seviyesini arttırıyor. Four Tet’in de katkılarıyla en olgun albümü ve yılın da en başarılı elektronik çalışmalarından biri. Kulüplerde çalınıp zıplanacak bir albüm değil ama bizi hep çok bekleten Massive Attack’ın yokluğunda ağırbaşlı ve taze havasıyla yanınızda taşmanın faydasını görebileceğiniz bir çalışma. Albümün öne çıkan şarkısı, The xx’ten grup arkadaşı Romy Madley Croft’un vokallerini yaptığı “Seesaw”dan da sıkılmak pek mümkün değil.Son servis: Sonuçta dijital dünyadaki uçsuz bucaksız ses paletinde doğru karışımları bulabilen, sizi doğru düğmelere basarak manipüle etmeyen, dünyanın her yanından gelebilen, yaşlanmayan, bunu yanında da iyi vakit geçirten müziğe takılın. Ya da takın Gary Numan dinleyin. khgv@hotmail.com